9 Haziran 2009 Salı

Gez gez bitmez güzel ülkem...

Uzun zamandır sizlerle en son tatilimi nasıl geçirdiğimi paylaşmak istiyordum ama bir türlü işlerden fırsat olmamıştı. Bugün iş yoğunluğunun yeterince hafiflemiş olması sebebiyle, sizi bu kasvetli havadan bol güneşli anılara taşımak istedim.

Homini humini yemeyi, gezmeyi çok seven bir aile olarak, 1 Eylül Cumartesi günü hızlı bir valiz operasyonundan sonra bir haftalık iznimize çıktık. Yola çıkmadan Tiryaki ailesinin harika blog sayfaları ve arkadaşlarımızdan fikir edinerek kararımızı verdik; hedefimiz yine kuzey Ege'ydi. Pratik bir hazırlanmadan sonra bekle beni İstanbul, gezip görüp gelicem modunda seyahatimize başladık.

1, 5 saatin geçmesi için sanki iple çekiyorduk. İlk molamızı verdiğimiz sahilde ki tanınmış restoranda turistler çok fazlaydı, belli ki onlarda bizim gibi bu lezzeti kaçırmak istememişler, vazgeçilmez Tekirdağ köftesine kavuşmuşlardı. Yanında acılı sos, şakşuka ve ayran nefisti. Artık hava kararmaya başlamış, rüzgar bizi çağırıyordu. İkinci durağımız Saros Körfezinin incisi Güneyli'ydi. Gider gitmez Köşk Motel'e yerleştik. Körfezin ışıkları artık bizi sahilde yürüyüş yapıp, bir şeyler içip, atıştırmaya çağırıyordu. İnsanı şehir stresinden silkeleyen rüzgarıyla tertemiz bir havası vardı. Eşimle tıpkı üniversitede ki günlerimiz gibi el ele, kol kola sımsıkı sarılarak güzel bir yürüyüş yaptık, tabii bu sefer cici kızımız da yanımızdaydı. Küçük bir barın terasından gitar çalan gencin duygulu şarkıları bize eşlik ediyordu, tabii biz de ona; "Sana sarı laleler aldım çiçek pazarından..."

Bu keyifli akşama yakomozlu denizimizin tam karşısında Orhan Baba Restoran'ın ünlü Saros pidesinden yiyip, içeceğimizi yudumlayarak devam ettik. Gecenin ilerleyen saatlerinde artık iyice yorulmuştuk. Otelimize dönerken Güneyli'de ki tek kötü şeyle karşılaştık. Restoranın arkasındaki disco-bar geceyarısı başlattığı bangır bangır müziğin sesini bir türlü kapatmak bilmiyordu. Sabaha karşı 04.00 gibi deniz manzarasını yatağımdan seğrede seğrede ancak sızabilmiştim. 09.00'da kahvaltı ve bol bol yüzmeden sonra Güneyli'den ayrıldık. Zira tekrar uykusuz bir gece geçirmek istemiyorduk.

Pırıl pırıl güneşle yola koyulup, doğanın seslerine kulak vererek Gelibolu Yarımadası'nı gezmeye karar verdik. Tanıtım bürosunu ziyaret edip, klavuzumuzu aldık. Binlerce Türk çocuğunun şehitliklerini gezerken hiç birini atlamak istemiyorduk. Çanakkale Abidesi'nin o insanı sarsan çevresinde gezerken hem rehberi dinliyor, hem büyük bir duygu seli yaşıyorduk ailecek. "Çanakkale Geçilmez!" diyorlardı sanki hepsi beraber boğaza bakarak...

En çok Seddülbahir Kale'sinin eteklerinde ki Ertuğrul Koyu beni etkiledi. Neden derseniz şimdi boğazın o muhteşem koyunda yüzebiliyorduk, gerçekten muhteşemdi de... Oysa o tarihlerde kan gövdeyi götürüyor, deniz kırmızıya boyanıyordu. Mehmetçiklerimiz siperlerinden çıkıp vatanımız için koşarcasına ölüme atlıyorlardı. O günlere az da olsa tanık olmak için Ezineli Yahya Çavuş'un Şehitliği'ne gelmeden sağda büyük bir camekanın içinde Ertuğrul Koyu'na bakan bir makette yer alıyor, bugünü ve dünü birlikte yaşamak için mutlaka gidip görmelisiniz. Conk Bayırı, 57. Piyade Alayı Şehitliği , Anzak Koyu, Arıburnu, Kemalyeri, Kabatepe müzesi ve daha bir çok tarih sayfası bizleri nerelere götürdü; yazarak anlatmak imkansız, hissetmeniz gerek.
Dualarımızla şehitlerimize veda ettikten sonra Abidenin eteklerindeki mis gibi denizde yüzerek, piknik molasının zevkini çıkardık. Akşam feribotuyla da Kabatepe limanından Gökçeada'ya (İmroz) geçtik. Taylan Otel'e yerleşip adayı gezdik. Kaleköy'de güzel bir yemek ve sahildeki hatıra eşya satanlardan benim deyimimle minik minik anı taşıyıcılardan aldık, hem kendimize hem hediye olarak... Sonra ki güneşli günler de bol bol yüzdüğümüz Laz Koyu, Aydıncık Plajındaydık. Ama en çok Uğurlu Köyü'nün ilerisinde ki pırıl pırıl kumsallı Gizli Liman'ı sevdik. Akşamlarımız ise Zeytinli Köyü'nde ünlü dibek kahvesi ve Beşiktaş'lı Hiristo'nun tatlılarıyla daha sakin, daha güzel geçiyordu. Hııımmmm oralara gittim yine...

Otelin yemeklerine bir alternatif olsun diye bir gün de Gizli Liman'dan yüzme dönüşümüzde çamlarla dolu harika bir atmosferin içinde, Gökçeada'nın nam salmış kuzularıyla muhteşem bir piknik yapmak nasip oldu. Onu da ömrüm boyu unutamam, herhalde. Sanki burası, Bozcaada'dan daha büyük bir ada oduğu için, daha çok vakit geçirebileceğimiz bir ada gibi geldi bize. Yine de tatil her ikisinde de çok güzel. İnsanın bırakıp ta gidesi gelmiyor şehre. Artık hava esmeye başlamıştı buralarda ve biz de istemeye istemeye Kuzulimanı'nda feribotun yolunu tutmuştuk. Dalgaların köpükleriyle "Abbas yolcu" deyip el salladık kızımla güzel kıyılarına, şirin köylerine...

Dönüşte muhteşem çam ağaçlarının altında ki Gelibolu Koru Dağı Tesisleri'nin çeşmesinden buz gibi soğuk suları içip, oksijeni içimize çektikten sonra çay keyfi yapıp, atıştırmayı da es geçemezdik. Sonra tatili bitirmek zor geldiğinden Enez'e de uğrayalım istedik. Enez'in çam ormanları nefis, denizi kumsalı da çok güzel fakat sivrisineklerin ve sahilinde abartı denecek kadar çok fazla villanın olması bizi çabuk kaçırdı oradan. Keşke bunun için bir şeyler yapabilse yetkililer... Merkezinde ki salaş ama güzel Çınaraltında çay molası verdikten sonra ver elini İstanbul. İlk fırsatta yine kaçarız diyerek, evim evim güzel evim'e ulaştık:)) Sağlıcakla kalın...

NOT: Haritanın kaynağı http://www.gallipolidigger.com/2004.site/011.gezi.gelibolu/gezi.htmBu linkin ana sayfası, sizi savaş yıllarına, fotoğraflarına ve müzesine taşıyacak, büyük emek verilerek hazırlanmış, mutlaka incelemeniz gereken faydalı bir site, tavsiye ederim. http://www.gallipolidigger.com/index.2.htm

2 yorum:

Mavi Elmas dedi ki...

Gizli liman çok güzel uçsuz bucaksız gibi görünüyordu değilmi. Ben çok severim orayı. Ama Gökçeada da en çok terkedilmiş Dereköyü sevdim. İçim buruk gezerim o terkedilmiş evlerin arasında.

www.mavielmas.com

Ballı Cimcime dedi ki...

Ziyaretin ve güzelyorumun için çok teşekkür ederim canım:)Gerçekten yazdıklarının her kelimesine katılıyorum. Dereköy'ün ıssız sokaklarına bu sene bazı eski sahipleri geri dönmüş evlerini yeniliyorlardı. Dar sokaklar ve yıkılmış evlerin arasında bir çeşit hayata tutunma çabasıydı farkettiğim... Her şeyiyle harika bir ada, doyulmayacak güzellik diyebilirim. Sevgiler..