Pazartesi akşamını anlatayım derken, hafta sonunu atladığımı farkettim. Önce Perşembe gününün bol trafikli Tem çilesine katlandık, sevdiğimiz güzel müzikleri mırıldanarak... Sonra Çengelköy-Beykoz hattının muhteşem manzarası eşliğinde gideceğimiz mekanı kararlaştırdık. Zira 04 Şubat eşimin doğum günüydü. İşyerinden yarım saat erken çıkıp, Boğaz'da güzel bir yemek ısmarlamıştım kendisine... Güzeldi herşey MAŞALLAH;
"NİCE DOĞUM GÜNLERİNDE HEP YANIMDA OL" diyen bir ses için değerdi. Yaz olsaydı Bosphorus Palace Restaurant'ın sahil kıyısındaki masalarını tercih edecektik fakat hava buz gibi olunca kapalı restaurant ortamını seçtik. Boğaziçi'nin hemen kıyısında, mum ışığı ve dalgaların sesi eşliğinde yemek keyfini bahara erteleyerek eşime sevgiyle beraber olacağımız mutlu, sağlıklı bir ömür diliyorum bir kez daha blogumdan:))
Cumartesi'ye dönersek annemle güzel bir kahvaltı ve bıcırık yeğenimle oyunlar oynadıktan sonra günü market alışverişiyle tamamlayıp, akşamına da sizinle paylaştığım üzere pratik bir yemek sofrası hikayem vardı. Pazar günü, kızımın okul heyecanı, evle ilgili işler, yemek bekleyenler derken biraz keyifsizleşmiştim. Eşim de bütün efektleri açmış bir şekilde Nefes'in DVD'sini izliyordu, kanasın sesi içimi sızlattı resmen:( Defalarca izlemesine rağmen aynı sahneleri sar makarayı sar sar sar modunda izlemesi yordu beni desem yalan olmaz. Bu can sıkıntısıyla ne yapabilirim diye düşündüm bir an; ama kendim için... Önce biraz kitap okudum yok olmadı dergilere, broşürlere falan baktım. Sonra da hadi ben kuaföre gidiyorum dedim:)) Ses 32'den birden düşürüldü ve "Tamam, gelirken ekmek almayı unutmaaa" diye tembihlendi Pazar keyfi yapan eş tarafından... Yorum yok siz anladınız:)) Hızla kuaföre ulaştığımda cesaret edipte bir türlü değiştiremediğim saç rengime yine dokunmayıp önce boyunu biraz kısalttırdım, sonrasında radikal bir karar vererek önlerini kahkül kestirdim. Fön çekildikten sonra da doğrusu çok beğendim. Eh yavaş yavaş değiştireceğim işte... Önce kesim sonra renk çikolata kahveye dönecek inşallah. Sindire sindire...
Eve gittiğimde kızım bayıldı, babasıysa başka biri gibisin sanki deyip durdu bir süre. Yok canım o kadar da değil, sadece biraz daha sevimli olmuş dedim. O hala arada bakıp "çok yakışmış çok güzell, ama gözüm hala alışamadı diye bakıyorum, kahküllü aşkım beniiim" diyordu:)) Eeee kolay değil ilk tanıştığımızda ışıl ışıl uzun ve düz saçlarıma vurulmuştu. Geçen yıllarda rengi açık kumraldan kızıla dönüp, boyu biraz kısalsa da saç şeklimde çok fazla değişiklik yapmayışıma alışmış olacak ki şimdi en ufak bir dokunuşu garipsiyor. Yine de övgüleri toplamak iyi geldi. Arada değişiklik iyidir, aslında hep yapmak lazım. Miniciği bile nasıl farkediliyor değil mi? Önce kendiniz için hoş bir şeyler yapın sonra motivasyon zincirini takip edin derim.
Acıkan ev ahalisi için keyifle hazırlayıverdiğim sofradan önce, yeni saç şeklimden 1-2 poz almayı da ihmal etmedim anı olması açısından ama eşim eklediğim resimleri çok güzel bulduğu için blogumdan kaldırmamı istedi üzgünüm...
Mutluluğun resmini çiziyorduk
Dışarıda kar...
Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki.
Kuzinenin üzerinde demir maşa...
Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri.
Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu...
Sucuk lükstü.
Yumurta lezzetli.
Ekmek her zaman ekmek gibi...
Bir kez olsun kümesten yumurta almamış, bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş merkezlerinin restoran katlarında, boğucu bir gürültü ve havasızlık içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için ben ne kadar yaşlıyım...
Dışarıda kar...
İçeride kanaat...
İçeride huzur...
Televizyon yoktu.
Gazete de her zaman olmazdı.
Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer, kokusuna râm olurduk.
Kestane közlemek bütün bir gecenin mutluluğuydu.
Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar...
Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma dizilerin ve filmlerin açtığı hasarlar yerine, geniş ve besleyici bir masal dünyası...
Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret kalacağımız kimin aklına gelirdi?
Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi, sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı.
Çay da kokardı...
Domates de...
Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu.
Dışarıda kar...
İçeride huzur...
Zam endişesi, doğal gazın kesilme korkusu, yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi... Kimin umurunda...
Ne güzel cahildik.
Mutluluğun resmini çiziyorduk...
4 yorum:
Hep böyle mutlu kal işallah cimcimem:)yazını keyifle okudum:)
eşine nice yıllar diliyorum ailesi ile birlikte.sıcacık sevgiler canım..
İncicim çok teşekkür ederim, mutluluk hepimizin yuvasında daimi olsun inşallah canım. Güzel yüreğine sağlık, sevgilerimle...
Sevgili Ballı...Çok keyifle ve gözümde canlandırark okudum yazını, ne de güzel, sıcacık anlatmışsın...Eşine de nice güzel yıllar dilerim.
Sevgiler
Özden&Can
Özdencim, çok teşekkürler tatlım. Sen de beni altın sarısı kumlara taşıdın bu soğuk kış gününde, ne iyi geldi. Sevgiler...
Yorum Gönder