Günaydın herkese, dün iki arkadaşımdan kısa bir öyküyle ilgili mail almıştım, aynı maili sabah başka bir arkadaşımın daha gönderdiğini görünce her seferinde beğenerek okuduğum bu güzel alıntıyı sizlerle de paylaşmak istedim. Henüz okuyamayanlar vardır, ama mutlaka okunmalıdır diyerek...
Bu arada blogumdaki alıntıları iş, özel ve diğer paylaşım sitelerindeki mail adreslerime gelen mesajlardan sizlerle paylaşıyorum, yani şu ana kadar hiç kimsenin blogundan yazı vs. almadığım gibi, diğerlerini de kime ait olduğunu biliyorsam sahiplerine haber vererek ve sayfamda teşekkür ederek yayınlıyorum, eğer sahiplerini bilmiyorsam tırnak içinde ya da en altına -Alıntı- yazarak sayfamda yer veriyorum. Bunda da hiç bir sorun yok bence; okumaktan zevk alınan ve hepimizin zihnine bir değer yükleyen yazılardan kimse mahsur kalmasın istiyorum. Fakat emeğe saygısızlık edip, nereden geldiğini belirtmeyen her şeyi kendininmiş gibi yayınlayan kişileri de blogum aracılığıyla uyarıyorum. Buna hakkınız yok bilesiniz!!!
Konuyu daha fazla gerginleştirmeden manidar alıntımıza geçelim;
Elimde kocaman bir elma şekeri, kan kırmızı. Dışı şekerden ya içi de öyle olsa diye mırıldandım kendime. Ulu Cami'nin yanındaki küçük pencereli büfenin önünde nice şekerler vardı benim olmayan. Bir ân dalmışım var gücümle dişledim şekerimi. Sonra bir burukluk, bir hayal kırıklığı… O da ne? Yoksa bu şekerin içi de dışı gibi tatlı değil miymiş, sadece bu kadarcık mıymış? Hemen mi bitecekmiş tatlı kısmı? Bir elmaya baktım, bir tatlısına, bir de diş izlerime. “Kandırıldım!” diye bağırdım; geçtim büfecinin karşısına. “Bana yalancı şeker satmışsın!” dedim. “Önce heveslendirip sonra hayallerimi yıktın.”
Bir yandan ağlamayla karışık bağırıyordum, bir yandan ha şimdi kızdı, ha şimdi kızacak diye buruşuk simâsına bakıyordum şekerci ihtiyarın. Neden kızmadı anlayamadım. Galiba ben haklıydım. Öyleyse biraz daha bağırmalıydım. Bağırdım da. Kısa pantolonumun cebindeki bozuklukları yerlere saçtım. Adamakıllı bir yaygara çıkardım; “Ya paramı isterim ya da her tarafı şeker olan elmamı.” Ne yapsam kızmıyordu ihtiyar. Tepinirken göz ucuyla iki yanımı süzdüm, bana bakıyorlardı. Utandım, yerden kalktım, toparlandım; ama gözüm hâlâ ihtiyarda.
Kızdıramamıştım ihtiyarı, öcümü alamamıştım. Hiç olmazsa bir cevap verseydi. Bekliyordum. Kaşlarımın altından tekrar süzdüm simâsını. Hani gözlerim ateş saçıyordu ya, aklımca yakacaktım şekerciyi. Gülümsüyordu, eliyle işaret etti, içeri girdim. “Otur bakalım.” dedi. “Ali’ydi değil mi?”.
“Evet, Ali.” dedim.
“Ne için bu kadar üzüldüğünü biliyor musun?” diye sordu. “Bana kazık attın. Dışı tatlı şekermiş; ama içi bildiğimiz yavan elmaymış.” dedim. Bembeyaz dişleriyle tekrar gülümsedi. “Ben elli yıldır aldanırım böyle şekerlere.” dedi. Bir anda hayâlimde elinde elma şekeriyle koskoca ihtiyar belirince kıkırdamaya başladım. “Nasıl?” dedim ağzımı doldura doldura. Anlattı:
—İnsan tat aldığı ve sevdiği şeye öyle bir bağlanır ki âdeta ona yapışır; ama ya kendi ömrü kısadır arkada bırakır,
ya lezzetinin ömrü yetmez biter gider, seni yüz üstü bırakır. Böyle yapışmış bir kalbi, lezzetinden ayırmak için ya yırtmak ya parçalamak gerekir. Şâhidim evlât, çok acıtıyor. İşte ben elli yıldır bu biten şekerlerin acısıyla yaşıyorum.
—İyi de bana ne, sen beni kandırdın, şimdi de aklımı karıştırıyorsun, diye çıkıştım. Bana tezgâhın üzerinde şekere batırılmayı bekleyen elmaları gösterdi.
—Al bir tane, dedi. En kırmızısını aldım, ısırdım.
—Şimdi tadına iyice bak lezzetini tam almaya çalış diyerek üsteledi.
Gerçekten de dişlediğim elma çok lezzetliydi. Elmanın lezzetiyle kendimden geçerken,
— Şimdi dedi, onu bırak, şu şekerlenmişlerin tadına bak.
Bir tanesini aldım, ısırdım. Şekerin tadı bütün damağımı bir ânda kapladı. Bu sırada tekrar diğerini gösterdi. Isırdım ama eski lezzeti kaybolmuştu. Yüzümdeki çizgilerden hissettiklerimi okuyan ihtiyar,
—Dinle Ali dedi, eğer sen şekere talipsen, dünyadaki bütün elmaların ve diğer güzel meyvelerin lezzetlerini unut. Eğer elmaya talipsen, bir daha seni çabucak terk edecek lezzetlere fazla değer verme. Çünkü bunlar bir lokma yedirir, bin tokat vurur adama.
—Ne yani, hiç elma şekeri yemeyecek miyim?
—Yiyeceksin tabi, hem de ne elma şekerleri. Hayatında elmaya niyet edip nasibine şeker düşerse mutlu olursun; şekeri niyet edip her şeyi dişlersen ömür boyu bugünkü gibi ağlamaya mahkûmsun.
Düşündüm, galiba ihtiyar haklıydı. Yerimden zıpladım, yere saçtığım paralarımı toplayıp, cebime koydum. Bana iyi bir ders olmuştu. Artık eğlenmek için çizgi filmlere, bilgisayarlara ihtiyaç duymuyordum, sevinmek için de öyle pahalı hediyelere ihtiyacım yoktu. Çünkü artık dünyaya bakan gözlüklerim değişmişti. Dünya artık siyah-beyaz değil benim için, rengârenkti. Şimdi büyüdüm bir sürü elma şekerim var ve mutluyum, çünkü artık bir tekerlemem var:
“Elmasına can feda, şekerine beş para.”
3 yorum:
güzel bir hikaye..
elma resimlerine ayrıca bayıldım...
foto mak.gelsin deneyeceğim:)
canımm..paylaşamın için teşekkürler..çok hoştu..sevgiler..
Dilek harika bir yazı...çok iyi geldi..
Özden
Yorum Gönder