25 Haziran 2009 Perşembe

Sıcacık bir selamla hayırlı kandiller dilerim...


BU DEĞERLİ KANDİL GECESİNDE, KAİNATIN YARATICISI VE ALEMLERİN RABBİ BAĞIŞLAYICI YÜCE ALLAHIM TUM DUALARIMIZI KABUL ETSİN, SAĞLIK, SIHHAT, AFİYET VERSİN HEPİMİZE İNŞALLAH, KANDİLİMİZ MÜBAREK OLSUN….
diyerek sözlerime başlamak istedim dostlar...
Bu hafta inanılmaz bir yoğunluk olduğundan bir türlü yazmaya fırsat bulamadım ama arada sizleri takip etmeye çalıştım. Babalar gününde duygu dolu anlar yaşadım her zaman ki gibi... Babamı 1996 yıllında kaybettiğim için her sene bu günü kutlamayı unuturum ama bir şekilde hatırlatılır bana... Yine aynı şeyi yapacağımı düşünen annem saat 14,00'de eşimi cebinden arayarak babalar gününü kutladı ki, ben utandım. Onsuz babalar gününü kutlamak suçmuş gibi, gözlerim dolu dolu eşimin babalar gününü kutladım yavrumla beraber... Allah mekanını cennet etsin inşallah babacığımın, bu mubarek günde rahmetiyle kavuştursun.
Kalbimizde hep yaşayacaksın iyi yürekli babam benim, nur içinde yat, Allah rahmet eylesin. Amin.

19 Haziran 2009 Cuma

Nev'den Kelebek... Hadi mırıldanalım bu güzel ve anlamlı şarkıyı:)



Sen boşver onları uç gönlünce
Onların hiç kanatları olmadı ki...
Kelebek...Ooo...Kelebek...Ooo...


Açar mı kanatların bir gün yine?
Kelebek kaç gün var geriye?
Kısacık ömür yeter mi onca hayale?
Gücenme dünya hali böyle..

Sen boşver onları uç gönlünce
Onların hiç kanatları olmadı ki...
Sen boşver onları uç kendin gibi kelebek gibi...
Onların ruhu böyle rengarenk değil saf ve tertemiz


Kelebek..kelebekk.. sen uç hep gönlünce...
Kelebek kelebekk.. sen uç hep gönlünce...
Sen boşver onları uç gönlünce
Onların hiç kanatları olmadı ki...

Sen boşver onları uç kendin gibi kelebek gibi..
Onların ruhu böyle rengarenk değil saf ve tertemiz...
Kelebek..kelebekk... sen uç hep gönlünce...
Kelebek kelebekk.. sen uç hep dokunmasınlar kanatlarına
dökülür ya pulların...

Unutma sen kelebeksin, ben seni öyle sevdim.
Bir asi rüzgardın da kıyamadım dokunmaya
Sen demiştin ya giderken...
Ah kelebek, seni hep seveceğim...



Arkadaşlar eşimin isteği üzerine çok değerli bir kaydımı kaldırdım. Fakat bıraktığınız o güzel yorumlarınızın tümünü bilgisayarıma kaydettim. Tekrar hepinize çok teşekkür ederim, Hayırlı Cumalar; Sağlık, sıhhat, afiyet üzerimize olsun...

TEBESSÜM SADAKADIR..

Alemlere rahmet iki cihan serveri Efendimiz bize sadakayı çok vermemizi telkin etmektedir. “Verecek bir şeyimiz yok Ya Resülallah” diyenlere de “İnsanlara tebessüm etmeniz de bir sadakadır” buyurmuşlardır. Yüce Rabbimizin şu nimetlerine bakınız. Herkese güler yüzle davranmayı sadaka vermiş gibi sevapla mükafatlandırıyor. Bir Müslüman olarak rastladıklarına verdiğin selâmdan, sorduğun hatırdan bile mükâfat kazanıyorsun. Peygamberimizin şu müjdesi bize ne büyük ümitler veriyor. Buyuruyor ki: “İki mü’min karşılaşıp müsafaha ettikleri zaman, aralarında yetmiş mağfiret taksim edilir. Bunun altmışdokuzu güler yüzlü olanındır.” (İhya-u Ulumid-din. c/2, sf: 179.) Güler yüz, gülleri açmış bahçe gibidir. Seyredenlere bir güzellik verir. İnsan, güzellikler karşısında güzelleşir. Güler yüzlü olanların yanında ruhu aydınlanır. İnsanın karşısındakine tebessümüyle bakılanın negatif enerjisi pozitifleşir.


Aile hayatında güler yüzün önemi daha çoktur. Çünkü insan, evindeki huzura göre topluma huzur katar. Evinden güler yüzle uğurlanmış bir erkek, sabahtan akşama kadar etrafındakilere tebessüm saçar. Aile yuvalarında huzurun ve sevginin kaynağı tebessümlü olmak, güler yüzlü davranmaktır. Asık surat, sert sözler ve davranışlar yuvaları çekilmez hâle getirir. Samimiyeti kaldırır. İnsanların kalblerini karartır. İyi ve doğruyu düşünmekten insanı uzaklaştırır. Anne-babanın hareketlerini örnek alan çocukları düşünelim. Onlar evde güler yüzlü bir geçim göremezlerse, yuva kurmaya cesaret edemezler. Her insana karşı güler yüzlü ve tatlı sözlü olunmalıdır. Yunus Emre ne güzel söylemiş: “Nazar eyle ilerü, pazar eyle götürü Yaratılanı hoş gör Yaratandan ötürü.” Böyle olursa çok dostlar ediniriz. Gönüllere taht kurarız.


Günahkâr da olsa herkese iyi davranmamız gerekir. Çünkü Peygamberimiz Efendimiz herkese karşı güler yüzlü idi. Günahkârlardan ilgiyi kesmek, onlara sert davranmak hatalıdır. Bu, onların isyanlarını artırmaya sebep olur. Onlar terk edildikleri zaman günahlarını daha çok artırırlar. Hz. Ali (r.a.) ne güzel söylemiş: “Öyle bir ömür geçirin ki, düşmanlarınız bile ölümünüze ağlasınlar...”


Hz. İsa (a.s.) irşad ediyor. Yahudiler ona kötü söz söylüyorlardı. Birisi Hz. İsa’ya sordu: – Bunlar küfrediyor sen kızmıyorsun. Üstelik hayır duâda bulunuyorsun. Hz. İsa cevap verdi: - Canı olan her gönül sahibi, nesi varsa hep onu harcar. Ne güzel söz değil mi muhterem cemaat! Herkes malını satar. İnsanda iyilik varsa iyilik gösterir. İçi kin ve nefretle dolu ise kötü davranır.


Sözümüz de yüzümüz gibi güzel olmalıdır. Söz güzelliği de çok önemli. Reddetmek bile tatlılıkla olmalıdır. Kırmadan, gönül incitmeden söz söylemelidir. Çünkü Peygamberimiz insanlara böyle davranırdı. Öyle ise Müslüman olmamızın gereğini yapalım... Mevlüt Özcan

Selam Ver!























Yola çıkınca her sabah

Bulutlara selam ver.

Taşlara, kuşlara,

Atlara, otlara,

İnsanlara selam ver.

Ne görürsen selam ver.
Sonra çıkarıp cebinden aynanı

Bir selamda kendine ver.

Hatırın kalmasın el gün yanında

Bu dünyada sen de varsın!

Üleştir dostluğunu varlığa,

Bir kısmı seni de sarsın.
Üstün Dökmen

O Birisi olabilmek...

İki Gezgin Melek, geceyi geçirmek için oldukça varlıklı bir ailenin evinin kapısını çalmışlar. Aile, pek kaba bir üslupla,meleklere yatacak yer olarak koca malikanenin konuk odalarından birini vermek yerine, soğuk bodrumundaki küçük bir köşeyi göstermiş. Melekler buz gibi odanın soğuk ve sert zemininde kendilerine yatacak bir yer hazırlamaya çalışırken, Yaşlı Melek duvarda bir delik görmüş ve kalkıp deliği onarmaya girişmiş. Genç Melek, Yaşlı Meleğe bu hareketinin nedenini sorunca, Yaşlı Melek hafifçe gülümsemiş: Herşey, her zaman, göründüğü gibi değildir... Sabah malikaneden ayrılan melekler, gece bastırınca bir kez daha kalacak yer bulmak umuduyla, bu defa çok fakir bir çiftçi ailesinin kapısını çalmışlar. Son derece misafirperver olan fakir karı koca, sofralarında ne var ne yoksa meleklerle paylaştıktan sonra, onlara rahatça uyumaları için kendi yataklarını vererek yanlarından ayrılmışlar.


Sabah güneş doğduğunda,melekler zavallı karı kocayı gözyaşları içinde bulmuşlar: Yegane geçim kaynakları olan tek inek de tarlalarının ortasında cansız yatmaktaymış. Genç Melek bu sefer iyice öfkelenerek Yaşlı Meleğe isyan etmiş: Bunun olmasına nasıl izin verebildin ?! O varlıklı kaba adamın herşeyi vardı ama sen kalktın ona yine de yardım ettin. Bu iyi yürekli fakir ailenin ise o tek inekten başka hiçbir şeyleri yoktu;buna rağmen onu bile paylaşmaya gönüllü oldular. Ama sen o ineği de yitirmelerine izin verdin!? Bunun üzerine Yaşlı Melek, Genç Meleğe dönerek şu cevabı vermiş: Herşey, her zaman, göründüğü gibi değildir. O zengin malikanenin bodrumunda kaldıgımız gece, duvardaki deliğin dibinde külçe külçe altın saklı olduğunu farkettim. Malikanenin sahibi bu kadar açgözlü olduğu için ve kendisine verilmiş şans sayesinde edindiği zenginliğin bir parçasını bile paylaşmaya yanaşmadığı için, ben de o deliği öyle bir kapatıp mühürledim ki artık arayıp bulsa da açamaz. Ve devam etmiş: Sonra, dün gece biz çiftçi ailesinin yatağında uyurken, Ölüm Meleğinin o çiftçinin karısını almaya geldiğini gördüm. Ben de onun yerine Ölüm Meleğine ineği verdim. Yaşlı Melek, gülümseyerek bir kez daha eklemiş: Herşey, her zaman, göründüğü gibi değildir.

Bazen, işler istediğimiz gibi sonuçlanmadığında, aslında bizim de başımıza gelen tam da budur işte. Eğer inanıyorsanız, yapmanız gereken şey sadece, her sonucun her zaman sizin lehinize olduğuna güvenmektir. Bunun böyle olduğunu, ancak belirli bir zaman sonra öğrenebilecek olsanız bile Bazı insanlar, Hayatımıza girerler Ve çabucak çıkarlar.. Bazıları ise, Dostumuz olur Ve bir süre orada kalırlar..Yüreklerimizde O güzel ayak izlerini bırakarak.. Ve bu, İyi bir dost kazandığımız için, Bir daha asla Eskisi gibi olmayacağız demektir! Dün, tarih oldu. Yarın, bir gizemdir. Bugün ise bir armağan. Bu yüzden İngilizcede present, hem şu an hem de armağan anlamına gelir! Bence bu çok özel bir şey ..... her anı doyasıya yaşayın ve tadını çıkarmaya bakın ... Hayat, bir kostümlü prova değildir!


Bil ki tam şu anda birisi seni düşünüyor. Birisi sana değer veriyor. Birisi seni özlüyor. Birisi seninle olmak istiyor. Birisi senin başının belada olmadığını umuyor. Birisi ona verdiğin destek için sana minnettar. Birisi elini tutmak istiyor.Birisi senin adına herşeyin iyi sonuçlanmasını ümit ediyor. Birisi senin mutlu olmanı istiyor. Birisi senin onu bulmanı diliyor. Birisi senin başarılarını kutluyor. Birisi sana bir armağan vermek istiyor. Birisi SENİN bir armağan olduğunu düşünüyor. Birisi seni seviyor. Birisi senin gücüne hayranlık duyuyor. Birisi seni düşünüyor ve gülümsüyor. Birisi üzerinde ağladığın omuzun kendi omzu olmasını istiyor. BİRİSİNİN, SENİN BU MESAJI ONA GÖNDERMENE İHTİYACI VAR. Kimseden umutlarını almayın. Sahip olduğu tek şey bu olabilir... Zaman ayırıp bu güzel alıntıyı okuduğunuz için teşekkürler:)

18 Haziran 2009 Perşembe

Sevgi Ermişliği




Öncelikle herkese güzel bir Günaydın deyip, çok sevdiğim arkadaşım Belgin'ciğimden aldığım bu güzel yazıyı sizlerle paylaşayım istedim. Sevgiyle kalın canlarım:)


Her hissettiğimiz sevgi değildir. Bazen kalp ve beyin hiç yapmadıklarını yapar ve işbirliği ederler. Bir yanılsamadan öteye gitmeyen duygular yaşatırlar bize. Zaman geçtikçe anlarsınız ki, o hissettiğiniz şeyin adı sevgi değilmiş; Sevgi Ermişliği!

Sevgi kendi içinde ikiye ayrılır. Aslında sevgi ayrılmaz da, insanların sevme şekli ikiye ayrılır. Beklentili sevenler, beklentisiz sevenler. Karşılıksız sevmenin en güzel örneği, annedir. Ne kadar yaramaz, işe yaramaz ve onun ümitlerini kırmış olursanız olun, anne sevgisine karşılık beklemez. Örneklerini gördüğüm için, buna da bütün anneler demek yanlış olur, o yüzden çoğunlukla anneler diyebiliriz.

Şartlı sevmek ise, genellikle aşk ilişkisi, arkadaşlık ilişkisi gibi sosyal ilişkilerde ortaya çıkar. Birisini sevmek için, kıstaslarımız vardır. Şöyle biriyse, öyle davranırsa, tipi güzelse, huyu iyiyse gibi örnekleri çoğaltabileceğimiz sevme şekli, şartlı sevmektir. Beklentisiz sevgi olur mu? Çok zordur ama olursa da tadından yenmez.

Birisini beklentisiz, çıkarsız, hesapsız sevmek, sevginin en saf halidir. Bu duyguya erişen insanlar, gönül kapıları çok yüksek ve farklı yerlere bakan, dünyayı değişik gözerle gören kişilerdir. Bunun için ermiş falan olmaya da gerek yok. Bu örnekleri de hayatımızın içinde görmek mümkündür.

Zaten mesele, insanın kendini gerçek yaşamdan soyutlayarak, tek başına, bir sedirli odaya çekilerek, büyük gönül mertebesine erişmesi değildir ki! Asıl iş, tam da hayatın ortasında dururken, bütün mücadeleleri verirken, haksızlığı, yanlışları, yaşam kavgasını, ihaneti yaşarken o noktaya ulaşabilmektir. Yoksa ne faydası vardır insanlığa, tek başına gidilmiş yolun. Şu meşhur kitapta anlatılan, arabasını veren bilge örneğinde olduğu gibi, mesele, o arabaya binerken bilgeleşmektir. Bunu yapabiliyorsa, o gönülden büyümesi beklenir.

Sevgiyi gerçek anlamıyla yaşayabilmek de, bir çeşit bilgeliktir. Gönül büyüdükçe, verdiklerini saymamayı öğrendikçe, hesap, çıkar ilişkisinden vazgeçmeyi öğrendikçe, sevginin de ermişi haline gelir. Elbette yürek haksızlığa gelemez. Etrafınızda sürekli canınızı acıtan, sırtınıza vuran birileri varsa, kollarınızı açıp, sarıp sarmalamak mümkün olmayacaktır. Bu durumda yapılması gereken, doğru yolu göstermeye çalışmaktır. Kişinin içindeki kötülüğe ayna tutarak, kendi tavır ve hareketlerinizle, ona doğru olanı göstermektir. Hala olmuyorsa, o kişiden, olaydan uzaklaşmak gerekir.

Sevgi, birini gerçekten anlayabilmektir. Anladığında da ona hakkını teslim etmek gerekir. Size uymuyor olması, yargılama, kin gütme, beddua etme hakkı vermez. Aynı düşüncede olmayabilirsiniz, aynı pencereden bakmayabilirsiniz. Bu durumda ya değişim için çabalarsınız, ya oradan uzaklaşırsınız. Yani, sevgi emek ister cümlesinin altı, söylendiği kadar boş değildir. Vazgeçebilmek ve anlayabilmek kadar büyük emek yoktur; öncelikle anlayabilmek için çabalayalım...


17 Haziran 2009 Çarşamba

Abant Gölü Fotoğraflarımız





































































Hızlıca bir mim...

İncicim beni de mimlemiş, elimden geldiğince cevaplarımı yazdım, teşekkürler canımcım... Kendisi ilk arkadaşımdır blogspottaki, burdan kocaman sevgilerimi öpücüklerimi yolluyorum:))

*Kullandığınız parfüm nedir?

Escada ilk tercihim; özel günlerde her notasında kendimi hissettiğim Givenchy'nin Hot Couture'ünü kullanırım, yani seksi ve şekerli kokuları çoook severim:)) Escada'nın duş jeli ve vücut losyonu da cabası:))

*Kullandığınız kremin markası nedir?

Sabah Vichy Thermal Fix Mat ve gece Vichy Normaderm Nemlendirici Bakım Kremi, el ve ayak bakımı için Avon ürünlerini sıkça kullanırım Bazen de canım meyveli meyveli kokmak ister:)) Arko’nun fındıklı+vanilyalı veya böğürtlenli kremini kullanırım mis gibi... Gün içinde canlandırıcı nem spreyi olaraksa md formulations antioxidant spray’i tercih ederim.

*Şu an okuduğunuz kitap nedir?
En son okuduğum dersek; İkbal Gürpınar’ın Günaydın Gece adlı kitabıydı, çok beğendim çoook ve sizinle azıcık paylaşayım istedim;

“Güzellik bakan gözdeymiş. Niyetmiş her şeyi güzelleştiren, olmazları olduran. Sevgi, açılmayacak sanılan, üzerine kilit vurulan tüm kapıların anahtarıymış, tam da ümitsizliğe düşmeye ramak kala doğuruvermiş güneşi üzerimize yaradan; parlak ve sıcak. Tatlı dille söylenen sözlere doyulmazmış.”

Ne güzel de anlatmış değil mi sevgili İkbal Gürpınar, elleri yüreği dert görmesin…
Bu arada ben de Doğan Cücenoğlu, Üstün Dökmen kitaplarının hayranıyımdır İnci gibi..

*En son aldığım üç ürün adı nedir?
Yazın fazla parlamayayım diye sıkça kullandığım ürünlerden
aldım yine eczaneden; çantamdan çıkarıp çıkarıp yazdım kızlar adlarının tamamını sizin için:))
Vichy Normateint fondoten, Vichy Thermal Fix Mat ve Md formulations SUN total protector 30

*En sevdiğiniz üç dizi; Elveda Rumeli, Doğruluk Ekseni ve 24
nes-kayfee'ciğim seni mimliyorum hadiii:)))

16 Haziran 2009 Salı

Herşeyimmm, bu sen olamazsın!


Arwen, benim kendimle özdeşleştirdiğim kahramanım... Hani Yüzüklerin Efendisi filminin en zorlu sahnelerinden birinde atıyla nehri geçebilmek için çılgınca akan sulara Elfçe fısıldayan cesur güzel... (Filmde en çok bu sahne etkilemişti beni)

"Yaklaşık üç bin yıl boyunca Rivendell ve Lothlórien'de yaşadı. Yazgısında Orta-Dünya'yı terkedip Kadim Batı'ya yelken açması varken, bu gerçekleşmeden ölümlü bir adam olan Dunedain krallıklarının veliahtı Aragorn ile karşılaşmış ve ona aşık olmuştu. Böylelikle, Orta-Dünya'yı terketmekle seçtiği adam için ölümsüzlüğünden vazgeçmek arasında kalan Arwen için Aragorn ile evlenmek çok cesaret gerektiren bir seçimdi..."

Hepimiz sevdiğimiz için zorlu bir seçim yaparız. Mutlu bir dünyaya el ele sevgiyle adım atabilmek için... Hayatımızda ki çoğu şeyden de vazgeçeriz, bazen değer verdiğimiz önemli şeylerde olabilir vazgeçtiklerimiz arasında. Ama gözümüz bir şey görmez , asla ondan Vazgeçemeyiz... Yeri gelir canımız pahasına savunuruz aşkımızı, tüm olumsuzluklara karşı ayak direriz... Bu seçim bizim seçimizdir çünkü, cesurca arkasında duran da bizim yüreğimizdir ardı arkası yok!!!

Zaman gelir geçer... Birlikteliklerimiz, aşkımız coşkuyla devam ederken bazen geriye dönüp baktığımızda üstüste biriken kırgınlıkların farkına bile varamayız sevgimizin ağırlığından...
Bazen öyle bir an gelir ki tanıyamayız; her şeyi ardımda bırakıp sevdiğim, koştuğum, yoluna can koyduğum Sen miydin? deriz. Dudaklarımız demese de kalbimiz sorar bunu haykırırcasına...

İşte bugün o sorgulamayı yaptığım günlerden birindeyim.
Ben ne kadar pozitifsem, gözbebeğim o kadar fazla negatif bakıyor hayata...
Sebebini çözemiyorum, bir sıkılganlık, umursamazlık, beklentisizlik, sessizlik ve büyük bir keyifsizlik var üzerinde anlayamadığım...Kendi haline bırakılsın, hiç çalışmasın, hep uyusun, mutsuz mutsuz dolaşsın istiyor... Üzerindeki bütün yıldırımları ses tonuna yansıtıyor sanki. Hafta sonu gezerken, eğlenirken fazlasıyla neşeliyken, hafta içi bambaşka bir kimliğe bürünüp karşımda duruyor. İlk defa bugün itiraf etti;

" Ben iyi hissetmiyorum kendimi hayatım, içimde bir mutsuzluk ve uyku isteği var, çalışmak dahi içimden gelmiyor bu sıcakta" diyor. Ben de artık bu durumdan sıkılmış olacağım ki;
bu mutsuzluğu sen yaratıyorsun, hep olumsuz şeyler düşünüp kendini hayattan iyice bıktırıp bunu bize de yansıtıyorsun, Kendine gel artık! diye kızdım tabii..

Evet, her zaman yapıcı olamıyor insan. Sabırda bir yerde taşıyor en nihayet... Arada sırada tekrarlayan bu taşmalar, henüz ağır basan sevgi terazisini boşaltmaya gücü yetmiyor ama Ben senin bu halini sevmedim; kalbindeki sevgiyi, dilinden dökülen güzel sözlerini sevdim. Bu yüzden Seni ömür sayfamda Herşeyim ol diye seçtim! demekten kendimi alamıyorum. Umarım işe yarar ve bu karamsar tabloyu kısa zamanda atar üzerinden...

15 Haziran 2009 Pazartesi

Akşam yemeğinde Etli Biber Dolması


Tabağa koyar koymaz cebimle çektim biraz mat çıktı üzgünüm, fakat lezzet süperdi:))
Herkes mutlaka biliyordur ama genelde göz kararı malzemelerle hazırladığım dolmacıklarımın tarifini hızlı ve pratik olsun diye yeniden anlatayım dedim. İçine sevginizi katmak şartıyla; baharat, salça, kıyma, pirinç ve yağ ölçüleri tamamen sizin damak zevkinize göre azaltılıp çoğaltılabilir:)))
MALZEMELER:

Yarım kilo dolmalık biber

250 gr az yağlı dana kıyması

1 adet doğranmış soğan

2 domates ve 1 kaşık salça

1 kahve fincanı yıkanmış pirinç

2 çorba kaşığı mısırözü yağı veya margarin, maydonoz, baharat ve tuz

YAPILIŞI:

Önce soğanı ince ince doğruyoruz. Kıymayı, yarım kaşık salçayı, 1 kaşık yağı, 1 adet rendelenmiş domatesi, ince kıyılmış maydonozu, tuz, karabiber, pulbiberi, pirinci, ekleyip karıştırıyoruz. Gevşek bir harç şeklinde oluyor. Yıkanmış içleri temizlenmiş dolmalık biberleri kaşıkla dolduruyoruz ama harcı yine tıka basa olmayacak hafif gevşek kalmalı. Tencereye birbirine yaslayarak yerleştiriyoruz. Üzerine kalan bir domatesi dilimleyerek kapak yapıp hafif tuz serpiyoruz. 1 kaşık yağ, yarım kaşık salça ile 1 bardak suyu karıştırıyoruz ve biberlerin kenarından tencereye döküyoruz. Kaynayıncaya kadar harlı ateşte kaynadıktan sonra orta kısık ateşte toplam 1 saatte pişiriyoruz. Servise hazır, afiyet olsun.

Gel tatil gel...


Bugün malum Pazartesi... Gözlerim uykusuz uykusuz bilgisayara bakıyor, ellerim yorgun... Yoğun bir hafta sonu geçirdik ve yoğun bir haftaya başladık hayırlısıyla... Bizleri yalnız bırakmadığınız için ayrı ayrı teşekkür ediyorum desteğinizi yanıbaşımda hissettim, iyi ki varsınız... Hepinize tekrar iyi haftalar:))

Cuma akşamı biliyorsunuz ertesi gün stresi yüzünden bizi ve kendisini uykusuz bırakan kızım Ctesi çoook heyecanlıydı güzel bir kahvaltı etti ve okuluna gittik. Sınava girerken gözlerinin dolduğunu gördüm. Sebebi sınıfı bulabilecek miyim nasıl geçecek acaba korkusuymuş... Neden bu kadar duygusal ve hassas, narin bir çocuk biliyorum; Üzerine fazla titrendiği için sanırım. Sağlıcakla büyüsün tabi ama aşırı koruyucu olmamak lazım galiba, sonra o bebeklikten çıkamıyorlar... Neyse sınavı beklerken vakit geçmiyordu tabii... Eşimle okulun tam karşısında birer çay içtik sonra yürüye yürüye gidip yeni Fiesta’yı inceledik ordan da yakınlardaki makyajlı Nissan Note’a baktık, ikimiz de arabalara karşı meraklıyızdır. Yeni modelleri takip ederiz hepsini alamasak ta:)) Bu arada Fiesta Titanium modeline bayıldım Reklamlardaki rengi süperrr gerçekten fakat 1200 TL fark alıyolarmış. O renk için toplamda 32,500 TL oluyomuş… Pahalı fakat görünümüyle ve ön paneliyle on numara bir araba olmuş, eski Ford Fiesta'yla alakası yok; yine iki hava yastığının olmasıysa güvenlik açısından pek hoşuma gitmedi benim.
Baktık zamanın dolmasına biraz daha vakit var, aldı mı bizi bir heyecan okulun bahçesinde, inşallah güzel geçmiştir diyerek bekliyorduk. Kızım bu sefer gülen gözlerle kapıda belirdi. İyi geçmişti anlaşılan yüz ifadesi ele veriyordu zaten; "Fazla yanlışım yoktur herhalde 8-9 olabilir. Bu sınavda bittiğine göre artık tatil zamanı" dedi. Çok sevindik tabii.. Hemen tatile gidemesekte bir şeyler yapmak lazımdı...

Önce doooğru 1 ay önce verilen ordotondist kontrolümüze gittik prensesimin diş tedavisi için ve oradan da bilumum piknik malzemelerini almak için market alışverişimizi yaptık ve ver elini Riva... Boylu boyunca uzanan dere kıyısındaki piknik alanlarından birinde kurbağa ve kuş sesleri birbirine karışıyordu. Mangal keyfi, salıncak ve maç keyfi derken saatin nasıl 9 olduğunu anlayamadık doğrusu. Dönüşte bir de Şile yapalım istedik ve Öğümce köyü üzerinden Şile'de aldık soluğu, Limanda güselllce dinlendik... Ve evimize geç bir saatte dönünce pazar günü ancak 12,30’da uyanabildik. Çok yorulmuşuz, Cuma gününün uykusuzluğu da vardı tabii. Uzun zamandır ilk defa bu kadar geç kalkıyoruz doğrusu:))
Günler kısa olacak ki; biraz evle çamaşırla mutfakla ilgileneyim derken bitiverdi hafta sonu tatilimiz. Bugünse nasıl zor geldi kızımı anneannesine bırakıp tam dinlenememiş vücudumla buralara gelmek... Yaz tatilimize az kaldı diyerekten sıkıyoruz dişimişi, gel tatil gelll diye iç geçiriyoruz şimdiden.... Ha deyince gidemesekte Kelebekler Vadisi'nin güzelliğini sizlerle de paylaşmak istedim arkadaşlar, orda olmayı hayal etmek bile azıcık canlandırıyor insanı...

13 Haziran 2009 Cumartesi

Sınav Stresi çık git artık minik yüreklerden!!!

01.00

Bu saat oldu kızım hala uyumak bilmiyor. 10'dan beri uyuyabilmek için bir o tarafa bir bu tarafa dönüp duruyor. Anneannesi de geldi güzel dileklerde bulundu, bir ilgi bir alakayız akşamdan beri... Haftaların vermiş olduğu ders, yazılı, test yoğunluğunun stresini atabilsin diye ama nafile:(( Az önce bıkmadan artık düşünme güzelce uyu, dinlen yarın güzel geçecek merak etme canım... dedim ama "u-yu-ya-mı-yo-rum" dedi gözyaşlarını dökerek kızarmış yüzüyle... Üzüldüm çok... Bak böyle yapma başın ağrır sınavda uyursun yazık günah uyu artık dedim ve devam ettim daha çok üzüldü... Eşim annem hepimiz ayaktayız. Yavrum illa anneannesi yanında dursun dualarını yanında okusun kimse uyumasın istiyor, ancak öyle uyuyacağını düşünüyor fakat gözünü kapatır kapatmazda sınavı düşünmekten uyuyamadığını söylüyor. Sessizce akan gözyaşları yüzünden yüzü alerjik haline büründü hemen, burnu tıkandı... Ne zormuş bu stres böyle... Annem en sonunda koyun saymayı dene dedi ve işe yaramadı tabii; hala burun silmeye uğraşıyoruz kaygılı bir yüz ifadesiyle... Onca emek onca çalışma boşa gitmez inşallah, Allah karşılığını verir. Çok erken yükleniyor bu sınav kaygısı çocuklarımızın omuzlarına, çoookkk... Tamamen yanlış bir uygulama, olmamalıydı böyle...
Kesinlikle bu sistem değiştirilmeli, yine bizim zamanımızdaki gibi sadece üniversite sınavı olmalı diye düşünüyorum. Minik tavşancıklarımız Yüce Rabbime emanet, Allah yardımcıları olsun.

12 Haziran 2009 Cuma

Karnelerimizi aldık, darısı SBS sınavına inşallah...







41 kere MAŞALLAH KIZIMA...


Daha dün akşam başlamıştı karne heyecanımız; Ayakkabımız, çorabımız, eteğimiz bluzumuz birbirine uyumlu olmalıydı.. Hatta saç şeklimiz açık mı yoksa bağlayınca mı güzeldi? Pembe saç bandı mı, yoksa mor olan mı daha uygun olurdu kıyafetimize:)) Hiç susmak bilinmiyor, heyecanlar kaygılar, SBS'yle ilgili sorular... uzuyor gidiyor gece yarısına kadar... Bunlar 2006 yılında yanda resmini görmüş olduğunuz prensesime ait büyüme emareleri:)) Orada henüz 8 yaşında artık 12 olmak üzereyiz çocukluktan hanım hanımcık bir kıza dönüşüyoruz son zamanlarda Maşâallah.
Bu koşturmaca sabahta azalmadan devam etti; güzel karnesini alınca coşkulu bir gülümseyişle önce babasını aradı yavrum sonra anneanneciğini... Heyecanı henüz bastırılmamıştı karne başarısını aktarırken ama henüz bitmedi yarında SBS'miz var diye ekliyordu. Evet yarın bizim de SBS'miz var; Allah tüm çocuklarımıza zihin açıklığı versin, inşallah başarırlar. Minicikken girdikleri bu yarışı kazanıp sağlıcakla okurlar.
Tüm karne alan çocuklarımızı tebrik ediyorum ve tekrar sınavlar için başarılar diliyorum.
Sonrasında eğlenceli, dinlenceli güzel bir tatil sizleri bekliyor olacak:))

11 Haziran 2009 Perşembe

Yine Eskisi Gibi

Yine eskisi gibi birer toy çocuk olsak,
Ev derdi,geçim derdi,hesap kitap olmasa,
Anlamsız sözcüklerle kahkahaya boğulsak,
Oldu mu,olmadı mı kimse bize sormasa.

Yine eskisi gibi Dizlerime otursan,
Ben saçını okşarken kollarımda uzansan,
Uyku ilacı diye verdiğim buselerle,
Gözlerime bakarak mışıl mışıl uyusan.

Yine eskisi gibi Sen güfte ol ben beste,
Kalplerimiz bir çarpsın göğüs denen kafeste,
Sevda şarkılarımız dillensin aşkımızla,
Hep seni soluyayım aldığım her nefeste.

Yine eskisi gibi Islansak yağmurlarda,
Buhar olup yükselsek, su olsak bulutlarda,
Islanan saçımızla kapatsak yüzümüzü,
Kırlarda koşuşurken kurutsak rüzgarlarda.

Yine eskisi gibi Koyu sohbete dalsak,
Omuz omuza verip yarınları konuşsak,
Hayaller dünyasında gelecek inşa edip,
Yerkürenin düşmanı kötülükleri kovsak.

Yine eskisi gibi Kanatlar takıp uçsak,
Her gün ayı, güneşi birkaç kere dolaşsak,
Dağları kilim yapıp üstünde dinlenirken,
Mehtaplı gecelerde yıldızları paylaşsak.

Yine eskisi gibi Dur karşımda bakayım,
Yıldız gibi parlayan gözlerine dalayım,
Hayaller aleminin gizeminde gezerken,
Sana meftun ruhumu ruhuna ışınlayım.

Yine eskisi gibi Bekle gelene kadar,
Ayrılma pencereden sesim duyana kadar,
Gözün yollarda kalsın düşünme başka bir şey
Gün açsın, gece olsun, ömür bitene kadar... Mustafa Hoşoğlu

Okur okumaz beni çok etkiledi bu şiir, aşkımla üniversitedeki yıllarımızı anımsattı; sadece sevmek vardı aklımızda, sevgiyle bakmak, hayatın akışını umursamadan göz göze saatlerce kalmak vardı, binlerce güzel sözle hayaller kurardık çocuk ruhumuzla... O güzel günleri paylaşarak beraber büyüdük biz... Prensesimizle beraber bu günlere geldik Allaha şükür.
Mustafa Bey'e sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum kalbimizde taptaze taşıdığımız anılarımızı hatırlattığı ve aklımızdan geçenleri bu güzel dizelere sığdırdığı için...
Ve hepimize bol mutluluk, bol para, bolca sağlıkla beraber ömür boyu süren aşklar diliyorum.

Güzel bir gün olsun...

Yeni bir gün yeni umutlarla başlıyor, çok şükür. Güneşin sarısı gibi ışıl ışıl bir bluz giydim üzerime, her sabah gibi bir koşturmacayla çıktım evden. Yine kendimi daha iyi hissetmek için makyajımı yaptım ve gülümseyerek selam verdim kendime... Hep söylerim ya gülümsemek pozitif enerjiyi çağırır diye, işte bu yüzden şükredecek o kadar çok şey var ki dünyada onlar için her şeye rağmen hayata gülebilmeliyiz diyorum.

Neyse kafama takılan şeylerde var elbet; kızım 6.sınıfta cumartesi günü SBS sınavına girecek birdaha ki hafta ben de mali müşavirlik için staja başlama değ.sınavına gireceğim. Kızım saatlerce test çözüyor üzülüyorum daha bu yaşta yarış atı gibi koşturmasına ama geleceği için şart tabii... Oysa anneciği ne yapıyor 3 gündür blog sevdasına kapıldı her fırsatta okuyor okuyorr, bir şeyler yazıyor, dersleri asmış vaziyette:)) İnşallah ikimizde güzel notlar alırız da istediğimiz başarıyı elde ederiz arkadaşlar zira her ikisi de çok zor sınavlar hakikaten... Allah tüm sınava gireceklere zihin açıklığı versin, kalplerindekini nasip etsin hayırlısıyla... (amin)

10 Haziran 2009 Çarşamba

"... Çok şükür aşığım. Bana öyle geliyor ki bir tek insana, yüz milyonlarca insana, bir tek ağaca, bütün ormana, tek bir düşünceye, bir çok düşünceye ve fikre aşık olmadan yaşamak, yaşamak değildir." Nazım Hikmet Ran

*Resme tıklayın lütfennn, sevgiler:))

Fesleğen Soslu Spagetti Makarna - Ye #46 MAKARNA



MALZEMELER: Spagetti makarna, 50 gr kaşar peyniri veya özel spagetti peyniri(uzun), tuz, karabiber, 1 adet konkase doğranmış domates, fesleğen ve 1 kaşık salça

HAZIRLANIŞI: Bir avuç dolusu fesleğeni bir diş sarımsakla birlikte havanda dövün. Hazımsızlık çekenler sarımsak kullanmayabilirler. Fesleğenler iyice ezildikten sonra bunları bir kâseye boşaltın. İçine 50 gram rendelenmiş kaşar peyniriyle tuz ve karabiberini serpin. Sonra koyu bir salça kıvamına gelinceye kadar karıştırın. Diğer tarafta 400 gram makarnayı tuzlu kaynar suda haşlayın süzün ve büyük bir kâseye boşaltın. Tencereye yağ ve salçayı koyup kavurun üzerine konkase doğranmış domatesi ekleyin daha sonra makarna ve hazırladığınız fesleğenli sosu üzerine döküp harmanlayın ve servis yapın. Afiyet şeker olsun.

NOT: Dilerseniz kıyma ve yeşil biberi kavurarakta bol kalorili hale getirebilirsiniz, nefis bir lezzet oluyor. Mutlaka deneyin tadına doyamayacaksınız:))


HAYALLERİNDEN VAZGEÇMEYENLER ARASINA

GÜLÜMSEYİN... DAİMA...

Gülümsemeyi asla unutma. Gözlerinin içi gülsün gülerken, bakışların pırıl pırıl olsun ve her zaman nemli kalsın göz pınarların. Unutma kendini sevilebilecek bir insan haline getirmeyi ve ondan sonra da kendini sevip kendine sarılmayı. Zamana güven ve onun senin en büyük dostlarından biri olduğuna. Acılarının ve felaketlerinin ancak onun koynunda uyuyabileceğini unutma. Başına gelenlerin günün birinde kişisel tarihinin ayrıntılarından biri olmaya mahkum olacağını unutma. Her çiçek sevgilin olsun, her sevgilin ise bir çiçek.
Açık tut gönlünü tüm güzelliklere.Ay dedenin sihrini gönderdiği gecelerde uyuyarak çalma hayatından saatlerini. Gecenin içinde yolculuğa çıkmayı unutma.İçinde hiç ölmeyecek bir gençlik virüsü yarat ve kaç yaşında olursan ol, her zaman yirmibeş yaşında kalman gerektiğini unutma.Asla taviz verme seni sen yapan yanlarından. Onurlu bir yasam sürebilmen için, sartlar ne olursa olsun direnm eyi sakın unutma.İçindeki seni katletmeye kalkma sakın. Kendine vuracağın her darbenin seni senden biraz daha uzaklaştıracağını unutma.
Korkma mahallenin delisi olmaktan. Doğrucu Davutlar ne kadar çoğalırsa mahallende, hayat mutlaka daha iyiye gidecektir, unutma. Hatanın affedilmeyecek olanından kaç, ama hata yapmayayım diye de yakıp geçme yıllarını. Unutma ki, hiç hata yapmayan bir insan yapabileceklerinin en iyisini yapamamış demektir hayatta. Korkma insanca korkularından. Ve korkunun kendisinden çok, onun beklentisinin daha korkutucu olduğunu unutma. Bir anlamı olsun kendinle yaptığın kavgaların.Ve hep ileriye taşısın seni kavgada attığın her adım. Açık bırak pencereni ve sabah güneşinin, rüzgarı önüne katarak perdelerle yapacağı raksa dönük olsun bakışların. Küçücük mutlulukların görkemine inandır kendini ve gülümse.... Umutların bitmesin asla ve umutların bittiği yerin, hayatın da bittiği yer olacağını asla unutma!




Işığımız hiç solmasın...


Koca pişirme rehberi:))


Gerçek odur ki, bazı kadınlar onları sıcak suda haşlayarak, bazıları ilgisizlikleriyle dondurarak, bazılarıda basıp, ezip turşusunu kurarak ve yine kimileri de savurganca harcayarak bozulmalarına neden olurlar.Özenilerek hazırlanan her kocanın iyi ve yumuşak olacağı söylenemez. Ancak iyi pişirilenin gerçekten tadına doyum olmaz. Koca şeçiminde ne lüferin alımındaki gümüş pırıltısı, ne barbunyanın altın yaldız görünümü geçerlidir. Bunun için çarşı pazar dolaşmaya da gerek yoktur. Genellikle en iyileri kapınızın önüne gelenlerdir.

Beğeninin kişisel olduğunu düşünerek koca seçimini yalnızca kendiniz yapınız. Kendiniz sabırla pişiremeyecekseniz almaktan vazgeçiniz.Kocayı pişirmek için en iyisi porselen bir kap ise de, elinizde toprak çanaktan başkası yoksa özenle kullanıldığında aynı işi görebilir.Kocalar da karides ve istakoz gibi canlı pişirilirler. Bazen pişerken tencerenin dışına taşıp yanabilir yada kenarları sertleşerek kabuk tutabilirler. Onları tencerelerinde tutmak için "görev duygusu" adlı zayıf iplikten çok "huzur" adlı sağlam sicimle sıkı sıkıya bağlanmalıdır.Sevgi, sıcaklık ve neşeden oluşan sürekli bir ateş yakılır. Kişiliğinde uygun bir ısıya ayarlanarak ateşe oturtulur. Köpürerek taşması halinde kaygılanılmamalıdır. Pek çoğu iyice pişinceye kadar sık sık köpürebilir.

Özellikle sirke ve karabiber yerine tatlıcıların "öpücük" adı altında sattıkları şekerden biraz konulabilir. Tadına bakarken hoşgörü, iyimserlik ve neşe benzeri baharattan birer tutam katmanız önerilir. Ancak bunlar diğer baharatlar gibi azar azar ve dikkatlice kullanılmalıdır. Yumuşaklığını kontrol ederken sertleşmesinden kaçınılmalıdır. Fazla yayılmasını ve kabın dibine oturarak işe yaramaz hale gelmesini önlemek için arada bir hafifçe karıştırılmalıdır. Kıvama geldiğini anlamamak olanaksızdır. Böyle pişirildiği zaman size çok uygun ve sindirilmesi kolay olacaktır.

Dikkatsizlik nedeniyle ev ateşini soğutmazsanız, bozulmadan istediğiniz süre dayanır. Bu yolda hazırlanmış "koca" mutlu bir ömür boyunca tadını korur!

9 Haziran 2009 Salı

Deniz muhteşem ve sizi bekliyor!


Bu yılın ilk izninde 5 yıldızlı bir tatil yerine, Bozcaada'ya gittik ve tek kelimeyle bayıldım Uçsuz bucaksız denizi, bitmeyen esintisi ve pırıl pırıl koylarıyla bir harika... Çok mistik bir Ege adası.. Havasında sakin huzurlu bir davet var sanki. Önce Çanakkale'ye geçtik sonra Geyikli iskelesinde kahvaltımızı yaptık, Bozcaada'ya geçmeden önce. Gerçi iki feribot sıkıcı oluyor ama son feribottayken boz bir ada ve kalenin muhteşem görüntüsü insanı büyülemeye yetiyor ilginç Rum evleri, dar sokaklar, sardunyalar rüzgar güllerinin boy gösterdiği Polente fenerindeki gün batımı harkulade.. Otelimize yerleştik nefis bir kahvatıdan sonra haydi Ayazma plajına.....

Ayazma plajı en kalabalık koyu. Vahitin Yeri köftesiyle ünlü. En çok Sulubahçe plajını sevdim kumsalı nefis... Habbele koyunda Mitos tesislerinde denize girip şezlonglarda güneşlenebilirsiniz.

Akvaryum Koyu ufak ama muhteşem güzellikte insanı denize çağırır gibi.. Aslında küçük bir ada, tüm çevresinde gezip, denizinin berrak ve soğuk sularında serinlerken insana iyi ki geldik dedirtiyor. Kaleyle bütünleşen eşşiz liman manzaralı balık lokantalarında halis muhlis Ege kokan taze balıkları, kalamarlar, mezeler cep yakıyor ama lezzetleri süper.. Denize sıfır bu güzel lokantalardan kalkmak gelmiyor içinizden akşamları...

Ben dinginliği de sevdiğim için buraları hiç bırakıpta gidesim gelmedi. Herkese tavsiye ederim kesinlikle gidilip görülmeli. Polente fenerine gidip gün batımını mutlaka izleyin. Rüzgar güllerinin yamacında resimler çekin bol bol.Tüm adayı araçla gezin Bağların arasında dolaşın olmuşsa üzüm koparın Tabi bağlara zarar vermeden.(Yıkamayı Unutmayın). Ada merkezinde tüm sokakları dolaşarak gezin Her kapı her bina ayrı bir mimariye sahip, Kaleyi de mutlaka gezin. Çınaraltı'nda oturup bir kahve mutlaka İçin. Çok keyif alacağınıza eminim.

İncitmeyecek kadar uzak, üşümeyecek kadar da yakın olabilmek...


"Eski zamanların dondurucu bir kışından bütün hayvanlar çok etkilenmiş, büyük kayıplar vermişler. Ama en çok kayıp veren kirpilermiş. Çünkü onların pek çok hayvan gibi kalın kürkleri yok, kendilerini sıcak tutması zor olan dikenleri var. Bu durumdan en az zararla kurtulmak için kirpiler meclisi toplanmış, çözüm aramaya başlamış. Tartışa tartışa, nihayet gece olunca tüm kirpilerin bir araya toplanmasına, birbirlerine yakın durarak geceyi geçirmelerine karar verilmiş. Böylece kirpiler birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak, aralarındaki hava tedavülünü önleyerek donmaktan kurtulacaklarmış.

İlk geceki deneyimlerinde bunun işe yaradığını görmüşler. Ama başka bir problem çıkmış ortaya. Üşüyen kirpiler birbirlerine fazla yaklaştıklarından yaralanmalar gerçekleşmiş. Daha sonraki gece yaralanma korkusundan birbirlerinden uzak durmuşlar ama bu seferde donmalar meydana gelmiş. Ne var ki, her gece kah uzaklaşa kah yakınlaşa, deneye yanıla birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak kadar yakın, ancak birbirlerini incitmeyecek kadar uzak durmayı öğrenmişler.

Kısaca; Bizim de uzun dikenlerimiz var. Bunlar hayata karşı filtrelerimiz. Bazen faydalı, bazen de zararlı. Çoğu zaman, kimseleri yaklaştırmıyoruz yanımıza. Filtrelerimizden elemeden kimseleri sokmuyoruz özel dünyamıza. Ne var ki, sıcaklık ancak yakınlaşmakla mümkün. Birbirini incitmeyecek kadar uzak, hayatın soğuk zamanlarında üşümeyecek kadar da yakın olmayı öğrenmeliyiz. "

*Hayat, uçsuz bucaksız bir mavilikte yol almak gibi, farklı farklı açıyor kucağını insanlara. Umduklarımız, hayallerimiz, beklentilerimiz var. Sevdiklerimiz, bizi sevenler... Koptuklarımız, kopamadıklarımız, Daima karşıladıklarımız, karşı koyamadıklarımız var. Bazen yelkenliyle rüzgarda savrulmak gibi Hoyratça, dimdik duruyoruz dalgalara inat... Bazen de su gibi süzülüyoruz yaprakların üzerinden, fırtınalara boyun eğmiş, uysal damlalar gibi. Neredeyiz, kiminleyiz gerçekten olmak istediğimiz yerde, olmak istediğimiz gibi miyiz?

Hala sorguluyorum, Hayatın koşturmacasında ıskaladığım, yarım kalan hayallerim neydi?

Elimde ki keşkelerim ne çok... Neden insan olgunlaştıkça anlar, her şeyin kıymetini? Bilmiyorum... Fakat şu da bir gerçek ki; keşkelerimiz olmadan iyikilerimizin değerini anlayamazdık, umarım geçen zamanda iyikilerimiz sevgiyle mutlulukla beraber hep çoğalsın...

Gez gez bitmez güzel ülkem...

Uzun zamandır sizlerle en son tatilimi nasıl geçirdiğimi paylaşmak istiyordum ama bir türlü işlerden fırsat olmamıştı. Bugün iş yoğunluğunun yeterince hafiflemiş olması sebebiyle, sizi bu kasvetli havadan bol güneşli anılara taşımak istedim.

Homini humini yemeyi, gezmeyi çok seven bir aile olarak, 1 Eylül Cumartesi günü hızlı bir valiz operasyonundan sonra bir haftalık iznimize çıktık. Yola çıkmadan Tiryaki ailesinin harika blog sayfaları ve arkadaşlarımızdan fikir edinerek kararımızı verdik; hedefimiz yine kuzey Ege'ydi. Pratik bir hazırlanmadan sonra bekle beni İstanbul, gezip görüp gelicem modunda seyahatimize başladık.

1, 5 saatin geçmesi için sanki iple çekiyorduk. İlk molamızı verdiğimiz sahilde ki tanınmış restoranda turistler çok fazlaydı, belli ki onlarda bizim gibi bu lezzeti kaçırmak istememişler, vazgeçilmez Tekirdağ köftesine kavuşmuşlardı. Yanında acılı sos, şakşuka ve ayran nefisti. Artık hava kararmaya başlamış, rüzgar bizi çağırıyordu. İkinci durağımız Saros Körfezinin incisi Güneyli'ydi. Gider gitmez Köşk Motel'e yerleştik. Körfezin ışıkları artık bizi sahilde yürüyüş yapıp, bir şeyler içip, atıştırmaya çağırıyordu. İnsanı şehir stresinden silkeleyen rüzgarıyla tertemiz bir havası vardı. Eşimle tıpkı üniversitede ki günlerimiz gibi el ele, kol kola sımsıkı sarılarak güzel bir yürüyüş yaptık, tabii bu sefer cici kızımız da yanımızdaydı. Küçük bir barın terasından gitar çalan gencin duygulu şarkıları bize eşlik ediyordu, tabii biz de ona; "Sana sarı laleler aldım çiçek pazarından..."

Bu keyifli akşama yakomozlu denizimizin tam karşısında Orhan Baba Restoran'ın ünlü Saros pidesinden yiyip, içeceğimizi yudumlayarak devam ettik. Gecenin ilerleyen saatlerinde artık iyice yorulmuştuk. Otelimize dönerken Güneyli'de ki tek kötü şeyle karşılaştık. Restoranın arkasındaki disco-bar geceyarısı başlattığı bangır bangır müziğin sesini bir türlü kapatmak bilmiyordu. Sabaha karşı 04.00 gibi deniz manzarasını yatağımdan seğrede seğrede ancak sızabilmiştim. 09.00'da kahvaltı ve bol bol yüzmeden sonra Güneyli'den ayrıldık. Zira tekrar uykusuz bir gece geçirmek istemiyorduk.

Pırıl pırıl güneşle yola koyulup, doğanın seslerine kulak vererek Gelibolu Yarımadası'nı gezmeye karar verdik. Tanıtım bürosunu ziyaret edip, klavuzumuzu aldık. Binlerce Türk çocuğunun şehitliklerini gezerken hiç birini atlamak istemiyorduk. Çanakkale Abidesi'nin o insanı sarsan çevresinde gezerken hem rehberi dinliyor, hem büyük bir duygu seli yaşıyorduk ailecek. "Çanakkale Geçilmez!" diyorlardı sanki hepsi beraber boğaza bakarak...

En çok Seddülbahir Kale'sinin eteklerinde ki Ertuğrul Koyu beni etkiledi. Neden derseniz şimdi boğazın o muhteşem koyunda yüzebiliyorduk, gerçekten muhteşemdi de... Oysa o tarihlerde kan gövdeyi götürüyor, deniz kırmızıya boyanıyordu. Mehmetçiklerimiz siperlerinden çıkıp vatanımız için koşarcasına ölüme atlıyorlardı. O günlere az da olsa tanık olmak için Ezineli Yahya Çavuş'un Şehitliği'ne gelmeden sağda büyük bir camekanın içinde Ertuğrul Koyu'na bakan bir makette yer alıyor, bugünü ve dünü birlikte yaşamak için mutlaka gidip görmelisiniz. Conk Bayırı, 57. Piyade Alayı Şehitliği , Anzak Koyu, Arıburnu, Kemalyeri, Kabatepe müzesi ve daha bir çok tarih sayfası bizleri nerelere götürdü; yazarak anlatmak imkansız, hissetmeniz gerek.
Dualarımızla şehitlerimize veda ettikten sonra Abidenin eteklerindeki mis gibi denizde yüzerek, piknik molasının zevkini çıkardık. Akşam feribotuyla da Kabatepe limanından Gökçeada'ya (İmroz) geçtik. Taylan Otel'e yerleşip adayı gezdik. Kaleköy'de güzel bir yemek ve sahildeki hatıra eşya satanlardan benim deyimimle minik minik anı taşıyıcılardan aldık, hem kendimize hem hediye olarak... Sonra ki güneşli günler de bol bol yüzdüğümüz Laz Koyu, Aydıncık Plajındaydık. Ama en çok Uğurlu Köyü'nün ilerisinde ki pırıl pırıl kumsallı Gizli Liman'ı sevdik. Akşamlarımız ise Zeytinli Köyü'nde ünlü dibek kahvesi ve Beşiktaş'lı Hiristo'nun tatlılarıyla daha sakin, daha güzel geçiyordu. Hııımmmm oralara gittim yine...

Otelin yemeklerine bir alternatif olsun diye bir gün de Gizli Liman'dan yüzme dönüşümüzde çamlarla dolu harika bir atmosferin içinde, Gökçeada'nın nam salmış kuzularıyla muhteşem bir piknik yapmak nasip oldu. Onu da ömrüm boyu unutamam, herhalde. Sanki burası, Bozcaada'dan daha büyük bir ada oduğu için, daha çok vakit geçirebileceğimiz bir ada gibi geldi bize. Yine de tatil her ikisinde de çok güzel. İnsanın bırakıp ta gidesi gelmiyor şehre. Artık hava esmeye başlamıştı buralarda ve biz de istemeye istemeye Kuzulimanı'nda feribotun yolunu tutmuştuk. Dalgaların köpükleriyle "Abbas yolcu" deyip el salladık kızımla güzel kıyılarına, şirin köylerine...

Dönüşte muhteşem çam ağaçlarının altında ki Gelibolu Koru Dağı Tesisleri'nin çeşmesinden buz gibi soğuk suları içip, oksijeni içimize çektikten sonra çay keyfi yapıp, atıştırmayı da es geçemezdik. Sonra tatili bitirmek zor geldiğinden Enez'e de uğrayalım istedik. Enez'in çam ormanları nefis, denizi kumsalı da çok güzel fakat sivrisineklerin ve sahilinde abartı denecek kadar çok fazla villanın olması bizi çabuk kaçırdı oradan. Keşke bunun için bir şeyler yapabilse yetkililer... Merkezinde ki salaş ama güzel Çınaraltında çay molası verdikten sonra ver elini İstanbul. İlk fırsatta yine kaçarız diyerek, evim evim güzel evim'e ulaştık:)) Sağlıcakla kalın...

NOT: Haritanın kaynağı http://www.gallipolidigger.com/2004.site/011.gezi.gelibolu/gezi.htmBu linkin ana sayfası, sizi savaş yıllarına, fotoğraflarına ve müzesine taşıyacak, büyük emek verilerek hazırlanmış, mutlaka incelemeniz gereken faydalı bir site, tavsiye ederim. http://www.gallipolidigger.com/index.2.htm

Ömür boyu süren bir sevgiyi paylaşmak dileğiyle...


"Sağlam tarafına oturuyoruz... Yetiyor bize...

"Mut'un bir dağ köyünde dostlarla birlikte gezerken yaşlı bir karı kocayı gördüm.. Baktım bir kanepenin üzerinde oturuyorlar... İyice yaklaştığımdatezekten yapılmış evlerinin bahçesinde oturdukları kanepenin bir tarafınıntamamen kırık olduğunu, kanepenin sağlam tarafına sıkışarak oturduklarınıve sohbet ettiklerini anladım.

Yüzlerinde bir tebessüm vardı...

Evin halinden ve karı kocanın kılık kıyafetinden maddi durumlarının hiçiyi olmadığı ve yeni bir kanepe alacak güçlerinin olmadığı hemen anlaşılıyordu...
Selamlaştıktan sonra, 'Kanepe kırılmış' dedim... Yaşlı adam büyük birbilgelikle cevap verdi, ' Biz de sağlam tarafına oturuyoruz... Yetiyorbize..'

Kadın da tamamladı, 'He ya yetiyor bize, bak ne güzel oturuyoruz'

Sevdiğimin elini daha sıkı sıkı tuttum...

Öyle ya, 'Aşk bu kanepe neden kırık, neden yeni bir kanepe almıyoruz' diyedırdır etmek, şikayet etmek yerine, 'Kanepenin sağlam tarafını paylasmak'değil midir?... "

ALINTIDIR!

Canım babamın gakgoşlar diyarı...



Herkesin bir köyü olmalı... diyeniniz çoktur benim gibi. Benim de bir köyüm ve ona hasretim var, babama hasret olduğum gibi...

Babam nüfus kağıdında Bayburt yazmasından başka Bayburt'a ait hiç bir anısı ve yakını olmadığı için doğma büyüme İstanbul'lu iken evlendikten sonra birden "Hanımköy'lüyüm" diyerek anlatırdı memleketini. Bir kez gidip gezmiş ama ona tanıdık gelen hiç bir şey olmadığı için bir daha da merak etmemiş oraları. Gakgoşlar diyarı Elazığıysa, ilk 1974 Harput Askeri Hastanesi'nde tanımış, bir de ordan gece gözlü, ay yüzlü bir yar sevmiş ve bir daha kopamamış bu memleketten... Hayatının aşkıyla evlenerek İstanbul'a yerleşmişler ama Zeytin Gözlüm diye sevip, şarkılar söylediği ilk bebeklerinin 40 uçurmasını yapmak için yine Elazığ'a büyükleri ziyarete gitmişler. Derken çocuklar üç olmuş, büyümüşler. Bu böyle devam eder olmuş; Anadolu'nun bu sımsıcak insanları arasında pek de kıymetliymiş mutlu ailesiyle İstanbul'lu, sevecen, esprili, bir o kadar da saygılı, akıllı kıymet bilen damatları... Büyüğü, küçüğü şehirlisi, köylüsü herkes sever, bekler olmuş onları...

İşte bu yüzden memleketim diye Elazığ'ı, köyüm diye de Ağın'ın şirin Kaşpınar mahallesini bilirim. Daha Türkiye'de okuma yazma çabaları yeni yeni başlamışken hani %100'e yakın okur-yazarın yaşadığı o şirin yer... Nice hakimler, savcılar, avukatlar, öğretmenler, doktorlar, memurlar yetiştirmiş ülkemize bu şehir, bu kasaba...

Tabi hayat her zaman güzelliklerle sürmeyebiliyor, bazen insana öyle kötü sürprizler yapabiliyor ki...1995 sonunda rahatsızlanan babam, kimseye belli etmemek için hem şirket müdürlüğüne, hem futbol antrenörlüğüne hem de tüm mutlu aile yaşantısına devam ediyordu. Eşi, kızları ve ilk damadıyla arkadaş gibi gezmelere gidiyor, sohbet ediyor, saz çalıyor, şarkılar söylüyordu. Oysa tedavisi süren bu rahatsızlık onu rahat bırakmıyordu. Son kez Elazığ'a gittik. Babam belli etmese de gözlerinde bir sızı ve gizleyiş hissettim. Herkese veda eder gibi bakıyordu çok sevildiği gakgoşların arasında... Bağı, bahçeyi gezip, doğayla tabiatla bir başka kucaklaşıyordu, bizlere daha bir hasretle sarılıp öpüyordu sanki... Ve hastaneye yatış günlerinde artık anlamıştık herkesin sevdiği biricik babamızı amansız bir hastalık yüzünden kaybedeceğimizi, ne acıydı. Elazığ'dan, Ağın'dan, Bursa'dan, İzmir'den, Ankara'dan, Türkiye'nin her yerinden bu dağ gibi adamın ziyaretine geliyorlardı. 30 Temmuz 1996 tarihinde 22 yılı aşmış sevgi dolu bir evlilik, 42 yaşında gencecik bir ömür bitivermişti... Akın akındı çevresinde tüm sevenleri, gözyaşları sel olup gitti. O çok sevdiği gece gözlüsüne bir mektup bırakmış sonuna eklemişti;
"Gökyüzün olsam seni, dağ gibi sevsem Her anını yeni bir çağ gibi sevsem
Sevenlere bu dünyada ölüm yok Ölsem de seni bin yıl sağ gibi sevsem!"

Bizler de babamız sağmış gibi, onu yanımızda hissettik hep... Onun istediği gibi yaşayıp, onu her zaman sevgiyle, saygıyla andık. Onun sevdiği yerlere gittik, gezdik, sevdiği şeylerden yedik, içtik. Ah keşke burda olsaydı deyip, üzüldüğümüz zamanlarda, annemizle beraber destek olduk birbirimize, güç verdik tıpkı onun gibi.

Damadıyla çok gitmek istiyordu çok sevdiği Elazığ'a, ama nasip olmadı. Bunu mutlaka gerçekleştirmemiz gerek demiştik ve 2005 yılında eşim, kızım ve annemle babamın yerine Elazığ'a gittik. Güzel memleketimin öz gakgoşları, bizleri de yıllar sonra aralarına alıp sevgiyle karşıladılar; eşimle bol bol sohpet ettiler. Misafirlerimize pestil, dalından şeftali, dedemin tarlasından karpuz ikram ettik. Sonra meşhur ağın leblebisinin yanında bir yudumda babam için çayımızı yudumladık. Yine tıpkı babamın eskiden yaptığı gibi bol bol Keban Baraj Gölünün Dilek körfezinde pırıl pırıl sularda yüzdük, asmalardan üzüm yedik. Sabaha anneannemin katmer, gözleme kokularıyla uyanıp, köy domateslerimizle kahvaltımızı yaptık.

Dut ağaçlarının altında mangal yaparken hep onun yüzünde ki gülümsemeyi hatırladık... Keban Çırçır Şelalesinde alabalık yerken, balığı çok severdi ruhuna gitsin dedik. Yıldızlı gecelerde cırcır böcekleri eşliğinde annemle yürüdükleri yolda ailecek yürüyüp, köy düğünlerine katılıp, zevkle çayda çıra izledik, halay çektik. Sonra Elazığ'ın merkezinde ki evimize gidip, onu çok seven ailelerle buluştuk. Eski anılarımızı yadettik sevgiyle... Onunla hayatı boyunca iyi ki böyle coşkulu, güzel günler yaşatmış bize yaradan diye şükrettik.

O görkemli Harput Kalesi ziyaretinde dualar edip, Balatgazi'nin yanından onun gözleriyle baktık doğunun incisi Elazığ'a... Hep onu yaşattık hayalimizde, o çok sevdiği dostlarıyla ailecek... İyi ki seni tanımışız...

Tüm sevenlerin "Onun gibi bir insan yoktu" diyor ardından... İstanbul, Elazığ bir andı mı, bir daha anıyor seninle olan hatıralarını... Hala yaşıyorsun aramızda sanki... Gakgoşlar sana selam yolluyor!

Eşin, kızların seni çok seviyor. Rahat uyu, melekler seni yalnız bırakmasın, yattığın yer cennet olsun babacığım...

ilk gözağrın

Hafta içi-h.sonu farketmez, bazen kaçmalı insan!


Cuma geldi nihayet... Koşturmacalı bir haftaydı yine. Şehrin gürültüsü, trafik, kapalı bir İstanbul havası insanın ruhunu sıkıyor. Evime gideyim şöyle ayaklarımı uzatayım, ufak bir şekerleme yapsam yeter, nasıl olsa hafta sonu gelince bol bol uyurum diyor insan. Gerçi hafta sonları da o güzelim uykuları feda edip, hafta içi kaçırdığımız anları yakalamaya çalışmakla geçiyor.

Yapamadığımız şeyleri yapıp, gidemediğimiz yerlere gidelim, gezemediğimiz yerleri gezelim diye derde düşüyoruz. Sevgiye bol bol zaman kalsın istiyoruz.

Fakat işler güçler, telaşlar rahat bırakmıyor peşimizi. Hep planlı olmak zorundasın, zamanın hızına yetişmek için. Her sabah aynı, değişen bir şey yok. Hazırlan, çocuğunu, eşini uğurla, onlara ayırdığın vakitten daha az bir vakitte takımını giyinip, hızlı bir makyaj yap ve kendini güne motive etmek için aynaya gülümseyip, şehrin içinde kaybolup git işine... Yüksek modern binalar, camekanlı odalara hapsolmuş gibi durdurak bilmeden çalışan bizler, kurulu saat gibi olduk. Her şey çizilmiş biz de oynuyoruz sanki...

Bazen insan, iç fırtınalarına kapılıp, bir an durup -ne oluyoruz?- diye haykırıyor hayata; Ben minicik zamanlarımı güzel değerlendirmek için çaba sarfediyorum, sense haftanın hemen hemen 5 gününü monotonlaştırmak için elinden geleni yapıyorsun. Amacın ne? Ne istiyorsun? diye kafa tutuyor.

Yine böyle hayata pırıltılı anılar ekleyerek, meydan okuduğum bir gün de, arkadaşlarla yemeğimizi yerken iş çıkışı bir akşam Eyüp Feshane, bir akşam da Sultanahmet Ramazan etkinliklerine katıldığımızı, kalabalık olmasına rağmen, çok eğlenceli geçtiğini anlattım. Öyle ya, insan sevdikleriyle paylaşmak istermiş yaşamın güzelliklerini. İçlerinden bir arkadaşım, "Yaa nasıl oluyor da hafta içi oralara gidiyorsunuz, delirdiniz mi siz? Uzak yer, sizdeki de ne cesaret?" dedi. Ben de fasıl eşliğinde yudumladığım kahveyi, çiniye işlettiğimiz nazar boncuklu isimlerimizi, aldığımız diğer anı taşıyıcıların ve ortamın verdiği zevki anlattım. "Sen az değilsin, bravo sana" diyerek vazgeçtiler sorgulamaktan:)) Havanın güzel olduğu diğer bir gün de, kendimizi dışarı atalım istemiştik arkadaşlarla, çalıştığımız yere yakın bir çocuk parkına gittik. Önce ağaçların altındaki manzaralı bir masada oturup sohpet ettik. Sonra bir arkadaşımla ani bir karar alarak, yanıbaşımızda ki salıncaklara binip, çocukluğumuza geri döndük. Hem ışıl ışıl denizi, Prens Adaları'nı seğrediyor, hem de üzerimizde ki sinsi stresi atıyorduk. Öyle güzeldi ki yıllar sonra çocukluğumda sevdiğim bir şeyi yapmak... Ancak bu sefer de arkadaşlarımızdan biri "Yeter artık ufak çocuklar gibi burda eğleniyorsunuz, rezil olucaz biri görse, kalkın gelin" deyiverdi ve ben de övünerek, halimden pek memnun bir vaziyette -En son eşimle Abant Gölü'nün muhteşem manzarasına doğru salıncakta sallanmıştım harikaydı, 5 yıl olmuş, çok özlemişim. Burda da adalara bakıyoruz. Hadi, sen de gel- çağrısında bulundum. Buna rağmen, uyarısını çeşitli şekillerde tekrarlamaya devam edince, ne yazık ki film koptu. Tabii, başa döndük, planın dışına çıkamazsın. Bu kadar eğlence çoktu bile bize. Zaman su gibi nereye akıyorsa sen de o yöne sürüklenmek zorundasın. Kendi düşlerin, coşkuların, dileklerin, işine ve yaşına göre endekslenmiş, değiştiremezsin. Buna hakkın yok! Kurallara uymak zorundasın, her zaman ve her yerde! Hayatın seni yönlendirdiği neyse O'sun, bunun önüne geçemezsin! Ama sen
"Hayır bunu kabullenemem, böyle olmaması için ne yapmalıyım?" dersen, Hayatı akışına bırakmamalısın!!! Dünyaya kapılarını açmalısın, varoluş sevincini yaşamak için...

Ne olursa olsun direnmeli, bazen dur demelisin; Ben bugün senin istediğini değil, içimden gelen neyse onu yapacağım! Çılgınca olabilir, dikkat çekebilirsin, hatta benim gibi eleştirilebilirsin ama umutlarla, coşkularla ayakta kalabiliyor insan. Yaşadığın o anın güzelliğini, neşesini, tadını kim anlayabilir ki senden başka?

Bırak ne derlerse desinler, ölü balık gibi bakan ruhsuz gözlerden olmaktansa, geleceğe gülen gözlerle bakan ve mutlu kalmak için hayata inat, emek harcayan insanlardan olmak, daha makbuldur!