
25 Haziran 2009 Perşembe
Sıcacık bir selamla hayırlı kandiller dilerim...

19 Haziran 2009 Cuma
Nev'den Kelebek... Hadi mırıldanalım bu güzel ve anlamlı şarkıyı:)

Onların hiç kanatları olmadı ki...
TEBESSÜM SADAKADIR..
Aile hayatında güler yüzün önemi daha çoktur. Çünkü insan, evindeki huzura göre topluma huzur katar. Evinden güler yüzle uğurlanmış bir erkek, sabahtan akşama kadar etrafındakilere tebessüm saçar. Aile yuvalarında huzurun ve sevginin kaynağı tebessümlü olmak, güler yüzlü davranmaktır. Asık surat, sert sözler ve davranışlar yuvaları çekilmez hâle getirir. Samimiyeti kaldırır. İnsanların kalblerini karartır. İyi ve doğruyu düşünmekten insanı uzaklaştırır. Anne-babanın hareketlerini örnek alan çocukları düşünelim. Onlar evde güler yüzlü bir geçim göremezlerse, yuva kurmaya cesaret edemezler. Her insana karşı güler yüzlü ve tatlı sözlü olunmalıdır. Yunus Emre ne güzel söylemiş: “Nazar eyle ilerü, pazar eyle götürü Yaratılanı hoş gör Yaratandan ötürü.” Böyle olursa çok dostlar ediniriz. Gönüllere taht kurarız.
Günahkâr da olsa herkese iyi davranmamız gerekir. Çünkü Peygamberimiz Efendimiz herkese karşı güler yüzlü idi. Günahkârlardan ilgiyi kesmek, onlara sert davranmak hatalıdır. Bu, onların isyanlarını artırmaya sebep olur. Onlar terk edildikleri zaman günahlarını daha çok artırırlar. Hz. Ali (r.a.) ne güzel söylemiş: “Öyle bir ömür geçirin ki, düşmanlarınız bile ölümünüze ağlasınlar...”
Hz. İsa (a.s.) irşad ediyor. Yahudiler ona kötü söz söylüyorlardı. Birisi Hz. İsa’ya sordu: – Bunlar küfrediyor sen kızmıyorsun. Üstelik hayır duâda bulunuyorsun. Hz. İsa cevap verdi: - Canı olan her gönül sahibi, nesi varsa hep onu harcar. Ne güzel söz değil mi muhterem cemaat! Herkes malını satar. İnsanda iyilik varsa iyilik gösterir. İçi kin ve nefretle dolu ise kötü davranır.
Sözümüz de yüzümüz gibi güzel olmalıdır. Söz güzelliği de çok önemli. Reddetmek bile tatlılıkla olmalıdır. Kırmadan, gönül incitmeden söz söylemelidir. Çünkü Peygamberimiz insanlara böyle davranırdı. Öyle ise Müslüman olmamızın gereğini yapalım... Mevlüt Özcan
O Birisi olabilmek...

18 Haziran 2009 Perşembe
Sevgi Ermişliği

Sevgi kendi içinde ikiye ayrılır. Aslında sevgi ayrılmaz da, insanların sevme şekli ikiye ayrılır. Beklentili sevenler, beklentisiz sevenler. Karşılıksız sevmenin en güzel örneği, annedir. Ne kadar yaramaz, işe yaramaz ve onun ümitlerini kırmış olursanız olun, anne sevgisine karşılık beklemez. Örneklerini gördüğüm için, buna da bütün anneler demek yanlış olur, o yüzden çoğunlukla anneler diyebiliriz.
Şartlı sevmek ise, genellikle aşk ilişkisi, arkadaşlık ilişkisi gibi sosyal ilişkilerde ortaya çıkar. Birisini sevmek için, kıstaslarımız vardır. Şöyle biriyse, öyle davranırsa, tipi güzelse, huyu iyiyse gibi örnekleri çoğaltabileceğimiz sevme şekli, şartlı sevmektir. Beklentisiz sevgi olur mu? Çok zordur ama olursa da tadından yenmez.
Zaten mesele, insanın kendini gerçek yaşamdan soyutlayarak, tek başına, bir sedirli odaya çekilerek, büyük gönül mertebesine erişmesi değildir ki! Asıl iş, tam da hayatın ortasında dururken, bütün mücadeleleri verirken, haksızlığı, yanlışları, yaşam kavgasını, ihaneti yaşarken o noktaya ulaşabilmektir. Yoksa ne faydası vardır insanlığa, tek başına gidilmiş yolun. Şu meşhur kitapta anlatılan, arabasını veren bilge örneğinde olduğu gibi, mesele, o arabaya binerken bilgeleşmektir. Bunu yapabiliyorsa, o gönülden büyümesi beklenir.
Sevgiyi gerçek anlamıyla yaşayabilmek de, bir çeşit bilgeliktir. Gönül büyüdükçe, verdiklerini saymamayı öğrendikçe, hesap, çıkar ilişkisinden vazgeçmeyi öğrendikçe, sevginin de ermişi haline gelir. Elbette yürek haksızlığa gelemez. Etrafınızda sürekli canınızı acıtan, sırtınıza vuran birileri varsa, kollarınızı açıp, sarıp sarmalamak mümkün olmayacaktır. Bu durumda yapılması gereken, doğru yolu göstermeye çalışmaktır. Kişinin içindeki kötülüğe ayna tutarak, kendi tavır ve hareketlerinizle, ona doğru olanı göstermektir. Hala olmuyorsa, o kişiden, olaydan uzaklaşmak gerekir.
Sevgi, birini gerçekten anlayabilmektir. Anladığında da ona hakkını teslim etmek gerekir. Size uymuyor olması, yargılama, kin gütme, beddua etme hakkı vermez. Aynı düşüncede olmayabilirsiniz, aynı pencereden bakmayabilirsiniz. Bu durumda ya değişim için çabalarsınız, ya oradan uzaklaşırsınız. Yani, sevgi emek ister cümlesinin altı, söylendiği kadar boş değildir. Vazgeçebilmek ve anlayabilmek kadar büyük emek yoktur; öncelikle anlayabilmek için çabalayalım...
17 Haziran 2009 Çarşamba
Hızlıca bir mim...

“Güzellik bakan gözdeymiş. Niyetmiş her şeyi güzelleştiren, olmazları olduran. Sevgi, açılmayacak sanılan, üzerine kilit vurulan tüm kapıların anahtarıymış, tam da ümitsizliğe düşmeye ramak kala doğuruvermiş güneşi üzerimize yaradan; parlak ve sıcak. Tatlı dille söylenen sözlere doyulmazmış.”
Ne güzel de anlatmış değil mi sevgili İkbal Gürpınar, elleri yüreği dert görmesin…
16 Haziran 2009 Salı
Herşeyimmm, bu sen olamazsın!

15 Haziran 2009 Pazartesi
Akşam yemeğinde Etli Biber Dolması

Herkes mutlaka biliyordur ama genelde göz kararı malzemelerle hazırladığım dolmacıklarımın tarifini hızlı ve pratik olsun diye yeniden anlatayım dedim. İçine sevginizi katmak şartıyla; baharat, salça, kıyma, pirinç ve yağ ölçüleri tamamen sizin damak zevkinize göre azaltılıp çoğaltılabilir:)))
1 kahve fincanı yıkanmış pirinç
Gel tatil gel...

Bugün malum Pazartesi... Gözlerim uykusuz uykusuz bilgisayara bakıyor, ellerim yorgun... Yoğun bir hafta sonu geçirdik ve yoğun bir haftaya başladık hayırlısıyla... Bizleri yalnız bırakmadığınız için ayrı ayrı teşekkür ediyorum desteğinizi yanıbaşımda hissettim, iyi ki varsınız... Hepinize tekrar iyi haftalar:))
13 Haziran 2009 Cumartesi
Sınav Stresi çık git artık minik yüreklerden!!!

12 Haziran 2009 Cuma
Karnelerimizi aldık, darısı SBS sınavına inşallah...

11 Haziran 2009 Perşembe
Yine Eskisi Gibi

Ev derdi,geçim derdi,hesap kitap olmasa,
Güzel bir gün olsun...

Neyse kafama takılan şeylerde var elbet; kızım 6.sınıfta cumartesi günü SBS sınavına girecek birdaha ki hafta ben de mali müşavirlik için staja başlama değ.sınavına gireceğim. Kızım saatlerce test çözüyor üzülüyorum daha bu yaşta yarış atı gibi koşturmasına ama geleceği için şart tabii... Oysa anneciği ne yapıyor 3 gündür blog sevdasına kapıldı her fırsatta okuyor okuyorr, bir şeyler yazıyor, dersleri asmış vaziyette:)) İnşallah ikimizde güzel notlar alırız da istediğimiz başarıyı elde ederiz arkadaşlar zira her ikisi de çok zor sınavlar hakikaten... Allah tüm sınava gireceklere zihin açıklığı versin, kalplerindekini nasip etsin hayırlısıyla... (amin)
10 Haziran 2009 Çarşamba
Fesleğen Soslu Spagetti Makarna - Ye #46 MAKARNA

MALZEMELER: Spagetti makarna, 50 gr kaşar peyniri veya özel spagetti peyniri(uzun), tuz, karabiber, 1 adet konkase doğranmış domates, fesleğen ve 1 kaşık salça
HAZIRLANIŞI: Bir avuç dolusu fesleğeni bir diş sarımsakla birlikte havanda dövün. Hazımsızlık çekenler sarımsak kullanmayabilirler. Fesleğenler iyice ezildikten sonra bunları bir kâseye boşaltın. İçine 50 gram rendelenmiş kaşar peyniriyle tuz ve karabiberini serpin. Sonra koyu bir salça kıvamına gelinceye kadar karıştırın. Diğer tarafta 400 gram makarnayı tuzlu kaynar suda haşlayın süzün ve büyük bir kâseye boşaltın. Tencereye yağ ve salçayı koyup kavurun üzerine konkase doğranmış domatesi ekleyin daha sonra makarna ve hazırladığınız fesleğenli sosu üzerine döküp harmanlayın ve servis yapın. Afiyet şeker olsun.
NOT: Dilerseniz kıyma ve yeşil biberi kavurarakta bol kalorili hale getirebilirsiniz, nefis bir lezzet oluyor. Mutlaka deneyin tadına doyamayacaksınız:))
GÜLÜMSEYİN... DAİMA...


Koca pişirme rehberi:))

9 Haziran 2009 Salı
Deniz muhteşem ve sizi bekliyor!

İncitmeyecek kadar uzak, üşümeyecek kadar da yakın olabilmek...

Gez gez bitmez güzel ülkem...

Homini humini yemeyi, gezmeyi çok seven bir aile olarak, 1 Eylül Cumartesi günü hızlı bir valiz operasyonundan sonra bir haftalık iznimize çıktık. Yola çıkmadan Tiryaki ailesinin harika blog sayfaları ve arkadaşlarımızdan fikir edinerek kararımızı verdik; hedefimiz yine kuzey Ege'ydi. Pratik bir hazırlanmadan sonra bekle beni İstanbul, gezip görüp gelicem modunda seyahatimize başladık.
1, 5 saatin geçmesi için sanki iple çekiyorduk. İlk molamızı verdiğimiz sahilde ki tanınmış restoranda turistler çok fazlaydı, belli ki onlarda bizim gibi bu lezzeti kaçırmak istememişler, vazgeçilmez Tekirdağ köftesine kavuşmuşlardı. Yanında acılı sos, şakşuka ve ayran nefisti. Artık hava kararmaya başlamış, rüzgar bizi çağırıyordu. İkinci durağımız Saros Körfezinin incisi Güneyli'ydi. Gider gitmez Köşk Motel'e yerleştik. Körfezin ışıkları artık bizi sahilde yürüyüş yapıp, bir şeyler içip, atıştırmaya çağırıyordu. İnsanı şehir stresinden silkeleyen rüzgarıyla tertemiz bir havası vardı. Eşimle tıpkı üniversitede ki günlerimiz gibi el ele, kol kola sımsıkı sarılarak güzel bir yürüyüş yaptık, tabii bu sefer cici kızımız da yanımızdaydı. Küçük bir barın terasından gitar çalan gencin duygulu şarkıları bize eşlik ediyordu, tabii biz de ona; "Sana sarı laleler aldım çiçek pazarından..."
Bu keyifli akşama yakomozlu denizimizin tam karşısında Orhan Baba Restoran'ın ünlü Saros pidesinden yiyip, içeceğimizi yudumlayarak devam ettik. Gecenin ilerleyen saatlerinde artık iyice yorulmuştuk. Otelimize dönerken Güneyli'de ki tek kötü şeyle karşılaştık. Restoranın arkasındaki disco-bar geceyarısı başlattığı bangır bangır müziğin sesini bir türlü kapatmak bilmiyordu. Sabaha karşı 04.00 gibi deniz manzarasını yatağımdan seğrede seğrede ancak sızabilmiştim. 09.00'da kahvaltı ve bol bol yüzmeden sonra Güneyli'den ayrıldık. Zira tekrar uykusuz bir gece geçirmek istemiyorduk.
Pırıl pırıl güneşle yola koyulup, doğanın seslerine kulak vererek Gelibolu Yarımadası'nı gezmeye karar verdik. Tanıtım bürosunu ziyaret edip, klavuzumuzu aldık. Binlerce Türk çocuğunun şehitliklerini gezerken hiç birini atlamak istemiyorduk. Çanakkale Abidesi'nin o insanı sarsan çevresinde gezerken hem rehberi dinliyor, hem büyük bir duygu seli yaşıyorduk ailecek. "Çanakkale Geçilmez!" diyorlardı sanki hepsi beraber boğaza bakarak...
En çok Seddülbahir Kale'sinin eteklerinde ki Ertuğrul Koyu beni etkiledi. Neden derseniz şimdi boğazın o muhteşem koyunda yüzebiliyorduk, gerçekten muhteşemdi de... Oysa o tarihlerde kan gövdeyi götürüyor, deniz kırmızıya boyanıyordu. Mehmetçiklerimiz siperlerinden çıkıp vatanımız için koşarcasına ölüme atlıyorlardı. O günlere az da olsa tanık olmak için Ezineli Yahya Çavuş'un Şehitliği'ne gelmeden sağda büyük bir camekanın içinde Ertuğrul Koyu'na bakan bir makette yer alıyor, bugünü ve dünü birlikte yaşamak için mutlaka gidip görmelisiniz. Conk Bayırı, 57. Piyade Alayı Şehitliği , Anzak Koyu, Arıburnu, Kemalyeri, Kabatepe müzesi ve daha bir çok tarih sayfası bizleri nerelere götürdü; yazarak anlatmak imkansız, hissetmeniz gerek.
Dualarımızla şehitlerimize veda ettikten sonra Abidenin eteklerindeki mis gibi denizde yüzerek, piknik molasının zevkini çıkardık. Akşam feribotuyla da Kabatepe limanından Gökçeada'ya (İmroz) geçtik. Taylan Otel'e yerleşip adayı gezdik. Kaleköy'de güzel bir yemek ve sahildeki hatıra eşya satanlardan benim deyimimle minik minik anı taşıyıcılardan aldık, hem kendimize hem hediye olarak... Sonra ki güneşli günler de bol bol yüzdüğümüz Laz Koyu, Aydıncık Plajındaydık. Ama en çok Uğurlu Köyü'nün ilerisinde ki pırıl pırıl kumsallı Gizli Liman'ı sevdik. Akşamlarımız ise Zeytinli Köyü'nde ünlü dibek kahvesi ve Beşiktaş'lı Hiristo'nun tatlılarıyla daha sakin, daha güzel geçiyordu. Hııımmmm oralara gittim yine...
Otelin yemeklerine bir alternatif olsun diye bir gün de Gizli Liman'dan yüzme dönüşümüzde çamlarla dolu harika bir atmosferin içinde, Gökçeada'nın nam salmış kuzularıyla muhteşem bir piknik yapmak nasip oldu. Onu da ömrüm boyu unutamam, herhalde. Sanki burası, Bozcaada'dan daha büyük bir ada oduğu için, daha çok vakit geçirebileceğimiz bir ada gibi geldi bize. Yine de tatil her ikisinde de çok güzel. İnsanın bırakıp ta gidesi gelmiyor şehre. Artık hava esmeye başlamıştı buralarda ve biz de istemeye istemeye Kuzulimanı'nda feribotun yolunu tutmuştuk. Dalgaların köpükleriyle "Abbas yolcu" deyip el salladık kızımla güzel kıyılarına, şirin köylerine...
Dönüşte muhteşem çam ağaçlarının altında ki Gelibolu Koru Dağı Tesisleri'nin çeşmesinden buz gibi soğuk suları içip, oksijeni içimize çektikten sonra çay keyfi yapıp, atıştırmayı da es geçemezdik. Sonra tatili bitirmek zor geldiğinden Enez'e de uğrayalım istedik. Enez'in çam ormanları nefis, denizi kumsalı da çok güzel fakat sivrisineklerin ve sahilinde abartı denecek kadar çok fazla villanın olması bizi çabuk kaçırdı oradan. Keşke bunun için bir şeyler yapabilse yetkililer... Merkezinde ki salaş ama güzel Çınaraltında çay molası verdikten sonra ver elini İstanbul. İlk fırsatta yine kaçarız diyerek, evim evim güzel evim'e ulaştık:)) Sağlıcakla kalın...
NOT: Haritanın kaynağı http://www.gallipolidigger.com/2004.site/011.gezi.gelibolu/gezi.htmBu linkin ana sayfası, sizi savaş yıllarına, fotoğraflarına ve müzesine taşıyacak, büyük emek verilerek hazırlanmış, mutlaka incelemeniz gereken faydalı bir site, tavsiye ederim. http://www.gallipolidigger.com/index.2.htm
Ömür boyu süren bir sevgiyi paylaşmak dileğiyle...

"Mut'un bir dağ köyünde dostlarla birlikte gezerken yaşlı bir karı kocayı gördüm.. Baktım bir kanepenin üzerinde oturuyorlar... İyice yaklaştığımdatezekten yapılmış evlerinin bahçesinde oturdukları kanepenin bir tarafınıntamamen kırık olduğunu, kanepenin sağlam tarafına sıkışarak oturduklarınıve sohbet ettiklerini anladım.
Yüzlerinde bir tebessüm vardı...
Evin halinden ve karı kocanın kılık kıyafetinden maddi durumlarının hiçiyi olmadığı ve yeni bir kanepe alacak güçlerinin olmadığı hemen anlaşılıyordu...
Selamlaştıktan sonra, 'Kanepe kırılmış' dedim... Yaşlı adam büyük birbilgelikle cevap verdi, ' Biz de sağlam tarafına oturuyoruz... Yetiyorbize..'
Kadın da tamamladı, 'He ya yetiyor bize, bak ne güzel oturuyoruz'
Sevdiğimin elini daha sıkı sıkı tuttum...
Öyle ya, 'Aşk bu kanepe neden kırık, neden yeni bir kanepe almıyoruz' diyedırdır etmek, şikayet etmek yerine, 'Kanepenin sağlam tarafını paylasmak'değil midir?... "
ALINTIDIR!
Canım babamın gakgoşlar diyarı...

Babam nüfus kağıdında Bayburt yazmasından başka Bayburt'a ait hiç bir anısı ve yakını olmadığı için doğma büyüme İstanbul'lu iken evlendikten sonra birden "Hanımköy'lüyüm" diyerek anlatırdı memleketini. Bir kez gidip gezmiş ama ona tanıdık gelen hiç bir şey olmadığı için bir daha da merak etmemiş oraları. Gakgoşlar diyarı Elazığıysa, ilk 1974 Harput Askeri Hastanesi'nde tanımış, bir de ordan gece gözlü, ay yüzlü bir yar sevmiş ve bir daha kopamamış bu memleketten... Hayatının aşkıyla evlenerek İstanbul'a yerleşmişler ama Zeytin Gözlüm diye sevip, şarkılar söylediği ilk bebeklerinin 40 uçurmasını yapmak için yine Elazığ'a büyükleri ziyarete gitmişler. Derken çocuklar üç olmuş, büyümüşler. Bu böyle devam eder olmuş; Anadolu'nun bu sımsıcak insanları arasında pek de kıymetliymiş mutlu ailesiyle İstanbul'lu, sevecen, esprili, bir o kadar da saygılı, akıllı kıymet bilen damatları... Büyüğü, küçüğü şehirlisi, köylüsü herkes sever, bekler olmuş onları...
İşte bu yüzden memleketim diye Elazığ'ı, köyüm diye de Ağın'ın şirin Kaşpınar mahallesini bilirim. Daha Türkiye'de okuma yazma çabaları yeni yeni başlamışken hani %100'e yakın okur-yazarın yaşadığı o şirin yer... Nice hakimler, savcılar, avukatlar, öğretmenler, doktorlar, memurlar yetiştirmiş ülkemize bu şehir, bu kasaba...
Tabi hayat her zaman güzelliklerle sürmeyebiliyor, bazen insana öyle kötü sürprizler yapabiliyor ki...1995 sonunda rahatsızlanan babam, kimseye belli etmemek için hem şirket müdürlüğüne, hem futbol antrenörlüğüne hem de tüm mutlu aile yaşantısına devam ediyordu. Eşi, kızları ve ilk damadıyla arkadaş gibi gezmelere gidiyor, sohbet ediyor, saz çalıyor, şarkılar söylüyordu. Oysa tedavisi süren bu rahatsızlık onu rahat bırakmıyordu. Son kez Elazığ'a gittik. Babam belli etmese de gözlerinde bir sızı ve gizleyiş hissettim. Herkese veda eder gibi bakıyordu çok sevildiği gakgoşların arasında... Bağı, bahçeyi gezip, doğayla tabiatla bir başka kucaklaşıyordu, bizlere daha bir hasretle sarılıp öpüyordu sanki... Ve hastaneye yatış günlerinde artık anlamıştık herkesin sevdiği biricik babamızı amansız bir hastalık yüzünden kaybedeceğimizi, ne acıydı. Elazığ'dan, Ağın'dan, Bursa'dan, İzmir'den, Ankara'dan, Türkiye'nin her yerinden bu dağ gibi adamın ziyaretine geliyorlardı. 30 Temmuz 1996 tarihinde 22 yılı aşmış sevgi dolu bir evlilik, 42 yaşında gencecik bir ömür bitivermişti... Akın akındı çevresinde tüm sevenleri, gözyaşları sel olup gitti. O çok sevdiği gece gözlüsüne bir mektup bırakmış sonuna eklemişti;
Bizler de babamız sağmış gibi, onu yanımızda hissettik hep... Onun istediği gibi yaşayıp, onu her zaman sevgiyle, saygıyla andık. Onun sevdiği yerlere gittik, gezdik, sevdiği şeylerden yedik, içtik. Ah keşke burda olsaydı deyip, üzüldüğümüz zamanlarda, annemizle beraber destek olduk birbirimize, güç verdik tıpkı onun gibi.
Damadıyla çok gitmek istiyordu çok sevdiği Elazığ'a, ama nasip olmadı. Bunu mutlaka gerçekleştirmemiz gerek demiştik ve 2005 yılında eşim, kızım ve annemle babamın yerine Elazığ'a gittik. Güzel memleketimin öz gakgoşları, bizleri de yıllar sonra aralarına alıp sevgiyle karşıladılar; eşimle bol bol sohpet ettiler. Misafirlerimize pestil, dalından şeftali, dedemin tarlasından karpuz ikram ettik. Sonra meşhur ağın leblebisinin yanında bir yudumda babam için çayımızı yudumladık. Yine tıpkı babamın eskiden yaptığı gibi bol bol Keban Baraj Gölünün Dilek körfezinde pırıl pırıl sularda yüzdük, asmalardan üzüm yedik. Sabaha anneannemin katmer, gözleme kokularıyla uyanıp, köy domateslerimizle kahvaltımızı yaptık.
Dut ağaçlarının altında mangal yaparken hep onun yüzünde ki gülümsemeyi hatırladık... Keban Çırçır Şelalesinde alabalık yerken, balığı çok severdi ruhuna gitsin dedik. Yıldızlı gecelerde cırcır böcekleri eşliğinde annemle yürüdükleri yolda ailecek yürüyüp, köy düğünlerine katılıp, zevkle çayda çıra izledik, halay çektik. Sonra Elazığ'ın merkezinde ki evimize gidip, onu çok seven ailelerle buluştuk. Eski anılarımızı yadettik sevgiyle... Onunla hayatı boyunca iyi ki böyle coşkulu, güzel günler yaşatmış bize yaradan diye şükrettik.
O görkemli Harput Kalesi ziyaretinde dualar edip, Balatgazi'nin yanından onun gözleriyle baktık doğunun incisi Elazığ'a... Hep onu yaşattık hayalimizde, o çok sevdiği dostlarıyla ailecek... İyi ki seni tanımışız...
Tüm sevenlerin "Onun gibi bir insan yoktu" diyor ardından... İstanbul, Elazığ bir andı mı, bir daha anıyor seninle olan hatıralarını... Hala yaşıyorsun aramızda sanki... Gakgoşlar sana selam yolluyor!
Eşin, kızların seni çok seviyor. Rahat uyu, melekler seni yalnız bırakmasın, yattığın yer cennet olsun babacığım...
ilk gözağrın
Hafta içi-h.sonu farketmez, bazen kaçmalı insan!

Yapamadığımız şeyleri yapıp, gidemediğimiz yerlere gidelim, gezemediğimiz yerleri gezelim diye derde düşüyoruz. Sevgiye bol bol zaman kalsın istiyoruz.
Fakat işler güçler, telaşlar rahat bırakmıyor peşimizi. Hep planlı olmak zorundasın, zamanın hızına yetişmek için. Her sabah aynı, değişen bir şey yok. Hazırlan, çocuğunu, eşini uğurla, onlara ayırdığın vakitten daha az bir vakitte takımını giyinip, hızlı bir makyaj yap ve kendini güne motive etmek için aynaya gülümseyip, şehrin içinde kaybolup git işine... Yüksek modern binalar, camekanlı odalara hapsolmuş gibi durdurak bilmeden çalışan bizler, kurulu saat gibi olduk. Her şey çizilmiş biz de oynuyoruz sanki...
Bazen insan, iç fırtınalarına kapılıp, bir an durup -ne oluyoruz?- diye haykırıyor hayata; Ben minicik zamanlarımı güzel değerlendirmek için çaba sarfediyorum, sense haftanın hemen hemen 5 gününü monotonlaştırmak için elinden geleni yapıyorsun. Amacın ne? Ne istiyorsun? diye kafa tutuyor.
Yine böyle hayata pırıltılı anılar ekleyerek, meydan okuduğum bir gün de, arkadaşlarla yemeğimizi yerken iş çıkışı bir akşam Eyüp Feshane, bir akşam da Sultanahmet Ramazan etkinliklerine katıldığımızı, kalabalık olmasına rağmen, çok eğlenceli geçtiğini anlattım. Öyle ya, insan sevdikleriyle paylaşmak istermiş yaşamın güzelliklerini. İçlerinden bir arkadaşım, "Yaa nasıl oluyor da hafta içi oralara gidiyorsunuz, delirdiniz mi siz? Uzak yer, sizdeki de ne cesaret?" dedi. Ben de fasıl eşliğinde yudumladığım kahveyi, çiniye işlettiğimiz nazar boncuklu isimlerimizi, aldığımız diğer anı taşıyıcıların ve ortamın verdiği zevki anlattım. "Sen az değilsin, bravo sana" diyerek vazgeçtiler sorgulamaktan:)) Havanın güzel olduğu diğer bir gün de, kendimizi dışarı atalım istemiştik arkadaşlarla, çalıştığımız yere yakın bir çocuk parkına gittik. Önce ağaçların altındaki manzaralı bir masada oturup sohpet ettik. Sonra bir arkadaşımla ani bir karar alarak, yanıbaşımızda ki salıncaklara binip, çocukluğumuza geri döndük. Hem ışıl ışıl denizi, Prens Adaları'nı seğrediyor, hem de üzerimizde ki sinsi stresi atıyorduk. Öyle güzeldi ki yıllar sonra çocukluğumda sevdiğim bir şeyi yapmak... Ancak bu sefer de arkadaşlarımızdan biri "Yeter artık ufak çocuklar gibi burda eğleniyorsunuz, rezil olucaz biri görse, kalkın gelin" deyiverdi ve ben de övünerek, halimden pek memnun bir vaziyette -En son eşimle Abant Gölü'nün muhteşem manzarasına doğru salıncakta sallanmıştım harikaydı, 5 yıl olmuş, çok özlemişim. Burda da adalara bakıyoruz. Hadi, sen de gel- çağrısında bulundum. Buna rağmen, uyarısını çeşitli şekillerde tekrarlamaya devam edince, ne yazık ki film koptu. Tabii, başa döndük, planın dışına çıkamazsın. Bu kadar eğlence çoktu bile bize. Zaman su gibi nereye akıyorsa sen de o yöne sürüklenmek zorundasın. Kendi düşlerin, coşkuların, dileklerin, işine ve yaşına göre endekslenmiş, değiştiremezsin. Buna hakkın yok! Kurallara uymak zorundasın, her zaman ve her yerde! Hayatın seni yönlendirdiği neyse O'sun, bunun önüne geçemezsin! Ama sen
Ne olursa olsun direnmeli, bazen dur demelisin; Ben bugün senin istediğini değil, içimden gelen neyse onu yapacağım! Çılgınca olabilir, dikkat çekebilirsin, hatta benim gibi eleştirilebilirsin ama umutlarla, coşkularla ayakta kalabiliyor insan. Yaşadığın o anın güzelliğini, neşesini, tadını kim anlayabilir ki senden başka?
Bırak ne derlerse desinler, ölü balık gibi bakan ruhsuz gözlerden olmaktansa, geleceğe gülen gözlerle bakan ve mutlu kalmak için hayata inat, emek harcayan insanlardan olmak, daha makbuldur!