12 Ocak 2011 Çarşamba

ANNE VE BABALARA...

Kalabalık konferans salonunda, mesleğinin doruğunda bir avukat, o gün mezun olacak hukuk öğrencilerine hitap etmek üzere kürsüye geliyor. Herkes meslekten söz edeceğini zannederken o, hayatı anlatıyor:

"- Hepiniz kişisel yaşamınızı bir kenara koyup çok çalışabileceğinizi kanıtladınız" diyor bilge hukukçu " ama unutmayın ki, ölüm döşeğindeki birinin 'Keşke işime biraz daha zaman ayırabilseydim' dediği duyulmamıştır. Çocuk sahibi olacak kadar şanslıysanız, onların göz açıp kapayana kadar büyüyeceklerini ana babalarınız size söyleyecektir. Çocuklarımıza hikaye okuma, yakalamaca oynama ve birlikte dans etme fırsatını Tanrı ancak belli bir ölçüde bahşeder bize. Bunlardan birini bile kaçırmamaya özen gösterin."

Bu öyküyü Rob Parsons'un "60 Dakikalığına Baba" adlı kitabında okudum.

Birkaç yıl önce parlak bir iş teklifi almıştım. Mesleki kariyerimin doruk noktası olabilirdi, lâkin her gün saat 20.00'de işten çıkabilecektim. Teklifi duyduğum anda o saatin, kızımın banyo saati olduğu geçti aklımdan.

Hayatta başka hiç bir şeyin beni o banyo seansı kadar mutlu edemeyeceğini düşündüm ama bunu, teklifi yapanlara söyleyemedim. Bir bahaneyle reddettim. Yine de, geçen birkaç yıl içinde saat saat başkalarına dağıttığım zaman hazinesinden, kızıma pek
az pay düştü. Yapılacak işlerim, yazılacak yazılarım, bakılacak
telefonlarım vardı. Onunla bir cam bardağın pamuktan toprağına limon çekirdeği ekip, büyümesini izleyemedim. Yeni yeni, yarım yarım söylediği şarkılara eşlik edip, bu düeti bir kasete kaydetmeyi çok isterdim; olmadı... Bir cümle ben söyleyip, bir cümle ona söyleterek hiç yoktan bir masal yaratmayı ve düş güçlerimizi yarıştırmayı tasarlamıştım; hazırdan yemek daha kolay geldi.

Hayat öyle ters bir denge kurmuş ki, onların en çok ilgi istedikleri dönem, onlarla en az ilgilenebileceğimiz dönem aynı zamanda. Bizim vaktimiz bollaştığında ise, onların bize ayıracak vakti kalmıyor.

Ben aslında onun için çalışıyorum, sıkça sarıldığımız bir bahanedir ama ona hiç bir zaman "Daha çok parası olan bir baba mı istersin, daha çok seninle olan bir baba mı?" diye sormamışızdır. Sabahları yanağımda ıslak bir buse ve başucumda bir "Günaydın babacığım" sesi ile uyanmanın. "Hadi sarılıp yatalım babacığım" çağrısıyla başlayan gecelerde, o sihirli "Seni Seviyorum"u kulağıma fısıldadıktan sonra yanaklarımı avuç içlerinin parantezine alıp uykuya çekilince göz kapaklarına yerleşen huzuru izlemenin tadına vardım.

Mavinin neden mavi olduğunu, kışın havaların neden soğuduğunu, kuşların nasıl uçtuğunu en baştan öğrenmenin... Rakiplerim sayılan Casper'dan, Power Rangers'tan, Ricky Martin'den daha ilginç olmaya çalışmanın... Ve konuşmaya başladığından beridir
beni takip ederek, hatalarımı da sevaplarımı da aynen tekrarlayan bu sevimli papağana, duvara kazılı boy tablosundaki çizgiler yükseldikçe yükselen bir tutkuyla bağlanmanın tadını çıkardım. Annesiyle birlikte bezini değiştirmiş, mamasını yedirmiş, pişiklerini kremlemiş olmanın; bacakları ilk adımını attığında elini tutmanın, dilinden ilk sözcük döküldüğünde birlikte coşmanın heyecanını tattım.

Sonunda beklenen gün geldi. Belki onun karaladığı bir resim,
ilk hediyem olacak. Kitaptaki örnekle;
bisikletinin selesine arkadan yapışacağım günler başlıyor şimdi...
O, selenin emin ellerde oldugunu bilmenin güveniyle öğrenecek pedala basmayı. Bir süre sonra farkettirmeden çekeceğim ellerimi... Bisiklet, artık yetişemeyeceğim kadar hızlanacak ve o, uçup giderken, ben biçare; ardından bakakalacağım.

70 yaşındaki babam geçen gün: "Torunumu ilkokula götürene kadar sıkacağım dişimi." dedi. İnsanın boğazını düğümleyecek kadar hazin ama gerçek... Torunla dede arasında bir tahteravalli gibi uzanıyor yaşam. Birini aşağı çekerken, diğerini yükseltiyor. Birinden eksilen öbürüne ekleniyor adeta. Bütün hüznüne rağmen yine de bir zafer coşkusu var bu devir teslim töreninde.

O yüzden, bugün babanızı yanınıza, kızınızı kucağınıza alıp Freiligraht'ın "Devrim" şiirindeki dizesini gururla haykırabilirsiniz:

"Vardım... Varım... Var...


Can DÜNDAR

6 Ocak 2011 Perşembe

Çok güzel haber; "BA-ŞAR-DIK!!!"


Yaşasıııın, hep beraber destekledik ve başardık:)

Harikasın Pınarrrr, birçok anne sana dua edecek...

Buyrun bu heyecana siz de ortak olun;

http://www.pinarreyhan.com

http://www.annemiistiyorum.com/

Tüm emeği geçenlere teşekkürler.

Bu özentiye bir son vermeli, engel olmalıyız!


Günümüz Gençliği (Herkes Okumalı)

Son zamanlarda bir lise mezuniyet balosunda bulundunuz mu hiç? Gitseniz, gördüğü...nüz ağır makyajlı, cesur dekolteli, yüksek topuklu, cep telefonlu kızların 16 - 17 yaşında olduğuna inanabilir miydiniz acaba?

Levent'te bir estetik kliniğinde görevli bir uzmanla görüştüm. Dinlediklerime inanamadım 14 - 15 yaşında kızlar, ana babalarından habersiz gelip kaşlarını kaldırmak, fazla yağlarını aldırmak, selülit tedavisi yaptırmak istiyor"muş.

Geçenlerde bir kız elinde Angelina Jolie'nin fotoğrafıyla gelmiş ve "Bununki gibi dudak istiyorum" demiş 18'lik bir kiz da göğüslerini büyütmesi için yalvarmış. "En büyük istekleri" neymiş biliyor musunuz? Zara'nın ya da Diesel'in 34 bedenine sığmak...

Bunun için yarışıyorlarmış: "Çünkü televizyon da gördükleri mankenler 34 beden giyiyor. Onu giyebilmek için 44 kilo kalmaları lazım. Bunun için resmen aç geziyorlar. Gün boyu yedikleri, bir kase yoğurt, iki tas salata, sigara, kahve ve kola... 500 kaloriyle yaşamaya çalışıyorlar. O yüzden vücutlarında demir, sodyum eksikliği var. Yanlış beslendikleri için vücutları hızla deforme oluyor, müdahale için de bize geliyorlar." Uzman, bunun son 3 yılda gözlenen bir "patlama" olduğunu söylüyor: "Ben de anneyim, 18'lik 'lipolu' (yağ aldırmış) kızları görünce dehşete kapılıyorum. Biriktirdiği 300 - 500 milyonla gelip 'Dudağımızı şişir' diyenleri 'Bırakın dudağınızı da gidin kafanızı şişirin' diye geri yolluyorum."

Genelde üst gelir grubundan hastaları bulunan bir jinekoloğun gözlemleri daha da çarpıcı: Genç nüfusta müthiş bir uyanma var" diyor. 17 - 18 yaşlarında lise öğrencilerinin kürtaj için başvurduğunu söylüyor ve bazı gözlemlerini aktarıyor: Batı'da ergenlik yaşı 16 - 17'den 11 - 12'ye geriledi. Amerika'da 10 yaşa kadar düştü. Genç kızlar annelerinden çok daha erken adet görüyor artık... Bunun, iklimden beslenmeye kadar pek çok nedeni olabilir ama en önemli nedenlerinden biri "psiko - seksüel uyarımın artması"... Yani, okulda, çevrede ve özellikle de medyada cinsel teşhirin yaygınlaşması...

Baştan çıkarıcı klipler, uyarıcı filmler, cinsellik yüklü diziler, çıplaklığa çağıran reklamlar, beyinde ergenliği erken uyandırıyor, cinselliğin keşfini hızlandırıyor. Özellikle varlıklı kesimden gençler, lise çağında, özentiyle büyük ve seksi görünme derdine düşüyor. Karşı cinsi de sadece bir seks nesnesi olarak görüyor. Anneleri mi? Onlar da kızlarının ponponlu çorapları ve lastik ayakkabılarıyla genç görünme çabasında...Küçükler büyük, büyükler küçük görünmek için yarışıyor adeta...

Kimseyi suçlamayalım; bu tablo bizim eserimiz: İyi bir kalça sahibi olmanın, iyi bir kafa sahibi olmaktan daha fazla prim yaptığı bir ülkeden ne bekliyordunuz ki? Kafasını çalıştıranların kafasını koparırken, kalçasını çalıştıranları baş tacı eden bir toplumda nasıl çocuklara "Göğsünü değil, kütüphaneni büyüt" öğüdü verebiliriz ki? Yasak çare değil... Beyin faaliyetine itibar kazandırmaya ve öncelikler konusunda topyekün bir hesaplaşmaya ihtiyacımız var.

CAN DÜNDAR