28 Ekim 2010 Perşembe

5 Ödüllü Hatun:))


Sevgili arkadaşlarım AyşemMutfakta, LezzetSarayı, ZencefilveTarçın, Kelebek ve yepyeni 5.ödülümü yollayan Anneanneninemekleri sağolsunlar beni düşünmüşler ''One Lovely Blog Award'' ödülüne layık görmüşler. Kendilerine bu güzel ödül için çok çok teşekkür ediyorum. Ben de bu ödülü vakit kısıtlılığından dolayı daha fazla bekletmeden beni izleyen ve okuyan herkese gönderiyorum...
Mutlu ve sağlıklı tatiller.

22 Ekim 2010 Cuma

Herşey gönlünce olsun yeni yaşında, hep sevdiklerin olsun yanıbaşında...


Bugün uykusuzlukla beraber daha sakince bir gün yarına kadar...

Saatler birbirini kovalıyor, hep bir plan içinde yola devam ediyoruz.
Bir iki gündür çok şükür öksürüğüm azaldı fakat hala boğazımdaki ağrı sürüyor. Sık sık koşturmacalarım oldu geçen hafta ve bu hafta, hep yetişmesi gereken bir şeyler oluyor. Sanırım bu yüzden toparlanmam da uzun zaman alıyor. Tatlı telaşelerimizi sayacak olursam; Bu hafta kızımın doğum günü vardı, artık biraz daha büyüdükleri için her sene aldığımız Pamuk Prensesli, Barbie'li, Tinkerbell'li masa örtüleri, bardak, tabak, bilimum doğum günü süslemelerini istemedi. "Sade bir yemek yiyormuşuz gibi olsun sofra" dedi Prensesim... Ben de öyle yaptım, menüye de çok detaylı şeyler yerine çocukların seveceği türden şeyleri seçmiştim; her doğum gününde olmazsa olmaz elmalı tart, sosisli makarna salatası, milföy böreği, zeytinyağlı yaprak sarması zaten tanıdıkları lezzetlerdendi. 20 Ekim doğumlu tipik terazi burcu kızım sınıf arkadaşlarını ağırlarken çok eğlendi; birlikte gitar çaldılar, şarkılar söylediler, dans ettiler. Arada ben de onlara katıldım, her doğum gününde yavaş yavaş büyüdüklerini farkettiğim arkadaşları da artık genç kız olmaya başlamışlar, serpilmişler de "Dilek teyzeee, kızıl saçların çok yakışıyordu sanaaa..." diye yorum yapıyorlardı:)) Şöyle bir an durup izledim de kızlar oynarken, hepsinin ilkokulun minik sıralarında nasıl mızmızlandıkları, pıtırcık halleri gözümün önüne geldi. Şimdi maşallah hepsi bizi geçmişlerdi, toz pembe bir coşkuyla büyüyorlardı. Hayatları boyunca herşey gönüllerince olsun, hep böyle gülsünler inşallah dedim içimden... Hilalciğim de sabah kendisini dersaneye bırakıp 3 saatte herşeyi yetiştirmeme, organizasyonu tamamen yapıp, üzerine onlarla karşılıklı dans etmeme, şarkılarına eşlik etmeme çok mutlu oldu; ortanca teyzemiz, büyük kuzenimiz İpek ve küçük kuzenimiz Emir de çok eğlendiler. Doğrusu ben de gün sonunda bayağı yorulmuştum ama herkesin memnun kalması, yüzlerindeki tebessüm herşeye değerdi. Sevdikleriyle daha nice yeni yaşlar diliyorum güzel kızıma, sağlıkla sıhhatle, mutluluk ve başarılarla dolu, güzel bir geleceğin olsun.




Bu Cumartesi de yeğenim Emir Köksal'ın doğum günü, dün önce hediyesini aldık sonra başbaşa güzel bir yemek yedik, eve geldiğimizde geç bir saat olmasına rağmen bütün gece DVD maker ile müzikli bir slayt gösterisi hazırladım bebekliğinden 5 yaşına kadar çektiğimiz fotoğraflarla... Sonra saat 02,30'da büyük ekranda nasıl gözükecek acaba diye karşısına geçip eşimle birlikte bu harika filmi izledik. İkimizin de gözleri doldu, ne güzel büyümüş maşallah, kimbilir anneciği (kızkardeşim) nasıl duygulanacak, biz böyle olduysak dedik:))

Ve dua ettik; Rabbim sağlıklı, hayırlı uzun ömürler versin, yolunu, bahtını açık etsin bütün yavrularımızın inşallah. Allaha emanet olsunlar...
Herkese hayırlı, bereketli cumalar, mutlu hafta sonları diliyorum şimdilik.

20 Ekim 2010 Çarşamba

Gülümsemek için tıklayın ve okuyun:))

Her ne kadar antibiyotik tedavimle beraber yoğunluğum devam etse de Pazartesi günü sevgili arkadaşım limonçiçeklerim'e söz verdiğim gibi en çok sevilen, okunan blog paylaşımlarımı yayınlamaya karar verdim. Geçmişteki kayıtları şöyle bir inceledim de yorum alsın veya almasın o anki ruh halimle blogumda yerini almış bu sayfaların herbirinin çok değerli anılardan olduğunu anladım. Ve sizler için 5 tanesini buraya ekliyorum. Limonçiçeklerim'e mim daveti için tekrar teşekkür ediyor, ben de aşağıdaki arkadaşlarımı mimliyorum, hadi bakalım sıra sizde...
Önce benim sayfalarım, sonra sizinkiler:))

1- Aşk Kurabiyesi...
2- Suzancığım'da sevgi dolu bir kahvaltı keyfi...
3- Mevlid Kandilinde ettiğim dua...
4- Güzel bir alıntıyla yeni güne Merhaba!
5- 2010'da mutlulukla gülümseyin!..

Sıralama yapmadan kimlere gittiğini hemen paylaşayım;

http://minikmisafir.blogspot.com/
http://kayracem.blogspot.com/
http://aysegulgenciz.blogspot.com/
http://zencefilvetar.blogspot.com/
http://piriltilicadi.blogspot.com/

12 Ekim 2010 Salı

Valencia dedi ama kararsız kaldım, Sizce?

Gün boyu hem çalışıyor hem hafif hafif öksürüyorum, okuldan gelen mikroplar yine sorumlusu sanırım:(( Başımda da bir ağrı var dayanılmaz.. Sinüzit mi oldum, yoksa gene sinsi sinsi boğazımı tırmalayan ağrı faranjitten midir çözemedim. Kızımda 1-2 gündür burnunu çekip duruyor, okul başladı sıkıntılar beraberinde hepimizin evine konuk oldu. Allah sağlık, sıhhat versin hepimize; vitamin falan almak lazım bu dönemde, güzel bir çorba içmek lazım yine, bitkisel çaylarla takviyelenmek gerek acilen...

Sizlerden bir fikir almak istiyorum. Okulda kurslarımız başladı, bu sene velilerin katkılarıyla bir de müzik odası hazırlandı. Normal derslerin yanısıra gitar
kursu da verilecekmiş. Kızım da katılmak istiyor. Buraya kadar herşey güzel de yarın başlayacaklarmış. Öncelikle klasik gitar istemiş öğretmenleri, "Kadıköy'e bir bakın kaliteli olanı seçin" diye eklemiş. Fakat gitar dinlemeyi seven bendeniz bu işin püf noktalarından hiç anlamıyorum. Az önce internetten araştırdım envayi çeşit marka var, fiyatlar farklı farklı, su geçirmez kılıf, dvd vs. gibi hediyeli olanları var. Ama hangisi iyidir, çok uzun süre kullanılmasa da hem kaliteli hem lise yıllarında da tekrar almak gerekmeyecek klasik gitar hangisi olmalıdır? Veya hem kaliteli hem uygun fiyatlı olan nerede satılır? Bunları bilemiyorum:) Hilal hanım aramış HoşSada'da Valencia varmış, sor diyor, eh hadi akşam sorayım dedim ne de olsa yakın, ama marka fiyatlarını bilmiyorum ki şu uygun bu uygun değil diyeyim de seçeyim...

Ne dersiniz hangi kriterlere dikkat edilmeli, tercihimiz ne yönde olmalı?

Hayata meydan okumanın öyküsü...


Günaydın, gününüz güzel geçsin diyerek Xing mesaj kutuma Danışmanlar Grup Bülteni'nden gelen Sn.Başar Erkli'nin anlamlı davetini sizlerle paylaşmak istedim. Kendisine duyarlılığı için çok teşekkür ediyor, tavsiyelerine sonuna kadar katılıyorum. Konferans İzmir'de yapılacak ama kitaba hemen ulaşabiliriz, bilginize...

"PROF. DR. DOĞAN CÜCELOĞLU'NDAN KONFERANS"

"Merhabalar,

Türkiye Görme Özürlüler Kitaplığı yararına Prof. Dr. Doğan CÜCELOĞLU, Swissotel Grand İzmir Oteli’nde 3. Kasım 2010 Çarşamba Günü Saat 18:00’de “Gizli Kahramanlarımız ve Değerler konulu” bir konferans verecektir. Davetiyeler 20 TL olup Türkiye Görme Özürlüler kitaplığından temin edilmektedir.

Adres: Gürsel Aksel Bulvarı. No: 35. Üçkuyular/ İZMİR

Tel 2242627 , 2243233

ONLAR BENİM KAHRAMANIM

TÜRGÖK Kitaplığı'nın değerli destekçisi Sayın Doğan CÜCELOĞLU’nun son kitabı “Onlar Benim Kahramanım” Remzi Kitabevi tarafından yayımlandı. Kitap, Başkanımız Gültekin YAZGAN’ın yaşamını Doğan Bey'in Kaleminden anlatıyor. Sayın Doğan CÜCELOĞLU kitap gelirinin yarısını TÜRGÖK’e bağışlamıştır. Kendisine ve kitabı basan Remzi Kitabevi'ne sonsuz teşekkürlerimizi sunarız.

Görme engellilerin kahramanı olan Gültekin Yazgan, Doğan Cüceloğlu’nun ‘Onlar Benim Kahramanım’ adlı kitabının da kahramanlarıydı. Şimdi de benim kahramanlarım. GÜLTEKİN YAZGAN KİMDİR Gültekin Yazgan 11 yaşında geçirdiği bir kaza sonucunda görme yeteneği kaybetmiş bir kahraman, bir fark yaratan. Bakın nasıl anlatıyor, hastaneden çıkışını. "İki ayı aşkın bir süredir yattığım Cerrahpaşa Hastanesi'nden taburcu olmuş, annemin kolunda çıkıyordum. Ne var ki, bu çıkış hastaneye gelirken geride bıraktığım yaşantıma dönüş değildi. Allahaısmarladık bile diyemeden ayrıldığım sınıfıma, kitaplarıma, defterlerime ve de aydınlığa geri dönmüyordum. Yarım kalan oracıkta yarım kalmıştı. Yeni bir yola çıkıştı bu: Kör uçuş başlıyordu." Bu duyguyu ve sizi bekleyen zorlukları bir saniye hayal edin. Bu zorlukları şu anda Türkiye’de 450.000 görme engelli vatandaşımız yaşıyor. Yazgan, görme engelli olmanın bütün zorluklarını aşmış ve fark yaratmış bir kahraman. BAŞARILARI Görme engeline karşı bütün okulları en iyi derecelerle bitiren, üniversitede hukuk eğitimi almış ve avukatlık mesleğini hakkıyla icra etmiş bir avukat Yazgan. Kendi çabalarıyla İngilizce öğrenmiş ve zamanın bakanını ikna ederek, öğretmen olmayı başarmış ve hayatının büyük bir bölümünde aynı zamanda öğretmenlik yapmış gerçek bir öğretmen Yazgan. FARK YARATAN KAHRAMAN. Başarılı olmak ve fark yaratmak/lider olmak farklı şeyler. Yazgan sadece başarılı değil, aynı zamanda fark yaratmış bir lider. Hayatını görme engellilerin eğitimine adamış, bu yolda mücadele veren bir kahraman. Altı Nokta Körler Derneği’ni ve Türkiye Görme Özürlüler Kitaplığı’nı kurarak büyük bir fark yaratmış. ONLAR BENİM KAHRAMANIM; Doğan Cüceloğlu bu kahramanların sıradışı öykülerini anlatırken, bize hayata dair önemli noktaları sunuyor. Başarının ve fark yaratmanın kodlarını veriyor. Bize azmin ve var olmanın öyküsünü anlatmış Doğan Cüceloğlu. Bize hayata meydan okumanın öyküsünü anlatmış. Bize fedakarlığın öyküsünü anlatmış. Tülay Hanım ve annesinin benim gözlerimi yaşartan fedakarlığı. Bize hayal kurmanın öyküsünü anlatmış. Bize fark yaratmanın öyküsünü anlatmış. 450.000 görme engellinin hayatını değiştirme savaşını anlatmış. GERÇEKLE YÜZLEŞME; En önemlisi de bize gerçekle yüzleşmenin öyküsünü anlatmış Doğan Cüceloğlu. Düşünün gerçekleri kabul edemeyen ne kadar çok insan var çevremizde. Aslında bahanelerin arkasına sığınarak acizliğimizi nasıl da örtüyoruz. Yazgan, görme engelinin arkasına sığınmamış, gerçeği kabullenmiş ve fark yaratmış bir insan. EĞİTİMCİLERE TAVSİYE; Bu kitabı herkes okumalı, özellikle öğretmenler. Öğrencilere okutmalı. Bu hikayeyi bilmeli. Çünkü diğer insanları ve engellileri önemseyen bir nesil yetiştirmekten hepimiz sorumluyuz. İnsanlık için hayal kurabilen öğrenciler yetiştirmekten hepimiz sorumluyuz. Bu kitap sayesinde engellilerin dünyasında fark yaratmak için ben ilk adımımı attım. Sıra sizde.

İyi haftasonları,
Başak Erkli "

Çocuklarınızın kitaplığında aynı bilinci kazandırmak adına mutlaka bulunması gereken M.E.B. onaylı diğer iki kitabı da isim ve yazarlarıyla bizzat tavsiye ediyorum;

Sol Ayağım - Christy Brown
Bitmeyen Gece - Mithat Enç

11 Ekim 2010 Pazartesi

Aşk Kurabiyesi...

Gece vakti Balböcüğümün canı un kurabiyesi ister; hiç üşenmeden bembeyaz kalpli, çiçekli, Ay ışıklı kurabiyeler yapılıırr, afiyetle yeniiirr,
misss gibi tereyağı ve sevgi kokar...

UN KURABİYESİ

Malzemeler:


1 paket margarin (ben tereyağı ve margarin kullandım)
1 su bardağı pudra şekeri yoksa tozşeker olabilir
1 yumurta
1 su bardağı un
Aldığı kadar nişasta
1 paket kabartma tozu

Yapılışı:

Yumuşak margarin ve pudra şekerini iyice karıştırın, ardından yumurtayı ilave ederek hızlı hızlı karıştırmaya devam edin.

Un ve kabartma tozunu da ekleyerek aldığı kadar nişasta ile yoğurun. Hamurdan parçalar kopararak yuvarlayın. (kalıp kullanarak istediğiniz şekli verebilirsiniz)

Yağlı kağıt serilmiş veya yağlanmış tepsiye dizin. 160-170 derecelik fırında pişirin. Hatta pişerlerken dayanamayıp resimlerini çekin:))
Altları çok hafif pembeleşince fırından çıkarıp, ılıkken derin bir kaba alın. Üzerlerine pudra şekeri serperek soğuduktan sonra servis edin.
Afiyetler olsun...

1 Ekim 2010 Cuma

Ayvaz Öğretmenlerin çoğalması dileğiyle...

Ayvaz Öğretmen ve Tijen (*)

“Bir Ayvaz öğretmenin vardı, hatırlıyor musun?” dedi babam.
“Hatırlamaz olur muyum? Ayvaz öğretmenimi hiç unutmadım ki…”
“Geçenlerde çarşıda karşılaştık. Seni sordu, selamı var.”
“Yaa, buralarda demek, emekli olmuş mu?”
“Olmamış, çalışıyormuş hala. Kendi köyünde çalışıyormuş. İstersen bir ziyaret et gelmişken.”
“Tabii ki giderim Ayvaz öğretmenimi ziyarete. Çok iyi olur.” deyip daldım geçmişe.

Yirmi yıl önceydi. Altıncı ve yedinci sınıflarda matematik dersimize gelmişti Ayvaz öğretmen. Matematik hayranı olmuştum onun sayesinde. Her ders beni tahtaya kaldırır, en zor soruları çözdürürdü. Ben çözdükçe o keyiflenir, övgü dolu sözlerle oturturdu sırama.

Ben de ona özenir, kravatımı onun gibi bağlar, tahtayı onun gibi kullanırdım. Kara tahtaya yazdığım rakamlar onunki gibi hep aynı hizada olur, santim oynamazdı aşağı, yukarı. Şimdiki simetri hastalığım da oradan kalma herhalde.

Sınavlarda sınıf arkadaşlarım sağıma soluma oturmak için yarışırlar, kağıdımı göstermem karşılığında tostlar, gazozlar vaat ederlerdi.

Ayvaz Bey sadece matematikçimiz değildi. Aynı zamanda sınıf öğretmenimizdi. Rehberlik dersinde bizimle sohbet eder, kitap okumamızı sağlardı. Çalıkuşu’nu o okutmuştu bana. Ben, Çalıkuşu’nun Feride’sinin erkek versiyonu olarak görmüştüm Ayvaz öğretmenimi. Sadece Çalıkuşu’nu değil, sayısız romanı okumamı sağlamıştı Matematik öğretmenim Ayvaz Bey. Matematiği sevdirdiği gibi, edebiyatı da sevdirmişti bana. Edebiyat öğretmenliğini tercih etmemde onun etkisinin olduğunu şimdi fark ediyorum.

Cüneyt Arkın’ın “Öğretmen Kemal” adlı bir filmi gelmişti sinemaya. Okul müdürü filme gitmemizi istemişti, biz de sınıf olarak gitmiştik Ayvaz öğretmenimle. Ben param olmadığı için gitmek istememiştim de Ayvaz öğretmenim almıştı biletimi.

Sekizinci sınıfa başladığımızda başka biri geldi matematik dersimize. Ayvaz öğretmenin tayini çıkmış, gitmişti. Adını hatırlamıyorum; ama lakabını hiç unutmuyorum o yıl dersimize gelen matematik öğretmeninin: Tijen!

O yıllarda bir opera sanatçısı tiplemesi vardı Türk filmlerinde. “Tijen” adlı bu karakter, bed sesiyle kulakları tırmalıyordu, sesi gibi suratı da meymenetsizdi. Hani vardır ya her okulda, her öğretmenin bir lakabı, bu öğretmene de Tijen ismi öğrenciler tarafından uygun bulunmuştu.

Ayvaz Bey’den onlarca anı kalmışken, Tijen’le ilgili, tüm zorlamalarıma rağmen, hiçbir şey bulamıyorum hafızamda. Sadece “ciyaklama”yı andıran bir ses ve yüzümüzdeki parmak izleri… Bir de altı ve yedinci sınıfta takdir alırken sekizinci sınıfta matematik dersinden, tek dersten, bütünlemeye kalışım ve liseye matematikten borçlu geçişim. Sonra matematikten ipleri koparışım, çarpım tablosunu dahi unutuşum…

On sekiz yıl olmuştu Ayvaz Hoca’mı görmeyeli. Üniversiteyi bitirmiş, askerliğimi yapmış, edebiyat öğretmeni olarak göreve başlamıştım yıllar önce. Öğretmenliğe başladığım ilk gün, ilk derse girerken Ayvaz öğretmenim gelmişti gözlerimin önüne. Her zaman bize gülümseyen, sevecen, babacan Ayvaz öğretmenim. Her zaman traşlı, takım elbiseli, tertemiz giyimli Ayvaz öğretmenim… Sonra bir de Tijen geçti zihnimden. İğrenç sesli, suratsız, sevimsiz, boyalı ve ojeli uzun tırnaklarıyla yüzümüzdeki şamar izleri… O an söz verdim kendime: Yeni bir yolun, yeni bir hayatın ilk adımındaydım. Ayvaz öğretmen olmak da vardı, Tijen olmak da… Ben “Ayvaz Öğretmen” olacaktım!

Öğretmenliğimin onuncu yılını tamamlarken, ilk gün kendime verdiğim sözü tutmanın mutluluğunu yeniden yaşıyorum. Her ne kadar diğer meslektaşlarım beni eleştirseler, öğrenciyle kurduğum diyalogdan rahatsız oldukları için zaman zaman uyduruk bahanelerle beni üst makamlara şikayet etseler de asla “Ayvaz Öğretmen”likten vazgeçmeyeceğim. Öğretmenliğin yüz karası “Tijen”lerle de sonuna kadar mücadele edeceğim.

Babaannem hastalanıp ölüm korkusuna kapılınca “Torunumu istiyorum, ölmeden onu göreyim” demiş. Babamın “Önemli bir şeyi yok.” sözüne rağmen izin alıp gelmiştim babaannemin yanına. Birkaç gün daha kalacaktım memlekette. O zaman Ayvaz öğretmenimi de görebilirdim.

Ertesi gün gittim öğretmenimin köyüne. İki katlı okula girdiğimde bir hademe karşıladı beni. Ayvaz Bey’i sordum, “Gel!” deyip düştü önüme. Üst kata çıktık, koridorun sonuna doğru yürüdük. Herhalde öğretmenler odasına gidiyoruz diye düşünürken, bir sınıfın önünde durup tıklattı kapıyı:

“Ne yapıyorsun? Dersteyse teneffüsü beklerdik, dersi bölmeyelim” diyordum ki sınıfın kapısı açıldı. Bir çift mavi göz gördüm önce. Sonra beyaz saçlar… Ayvaz öğretmenim yaşlanmış!..

“Buyurun!” dedi her zamanki nezaketiyle.
“Öğretmenim, dersinizi böldüğüm için özür dilerim. İstemeden oldu. Arkadaş aldı getirdi buraya.” dedim mahcubiyet içinde.

“Önemli değil efendim, nasıl yardımcı olabilirim?”
“Ben sizi ziyarete gelmiştim öğretmenim, Merkez İlköğretim Okulu’ndan öğrenciniz Mustafa Resüloğlu.”

Bir an durakladı Ayvaz öğretmenim, birkaç saniye baktı dikkatlice, sonra kollarını açıp sarıldı sımsıkı. O an ağladığını fark ettim öğretmenimin. Benim de tutamadı gözyaşlarım daha fazla kendini. Bu tabloya şaşıran öğrenciler de yerlerinden kalkmış, yaklaşmıştı bize.

Kolumdan tutup sınıfa çekti beni. Öğrenciler koşuşturup oturdular sıralarına meraklı bakışlarla. Ayvaz Bey, öğretmen masasına yöneldi, sandalyeyi çekip oturttu beni. Sınıfa döndü:

“Benim öğrencim!” dedi gururla. “Yıllardır görmemiştim onu. O da öğretmen, hem de iyi bir öğretmen. Nereden mi biliyorum? Ancak iyi bir öğretmen, öğretmenlerini ziyaret eder de ondan.”


(*)Sn.Mustafa KUVANCI'dan alıntıdır.

Not: 03 Mart 2009'da okula yeni tayin olan bir öğretmenin yanlış tavrına ithafen, konu başlığına aynı dileği yazarak okul web sayfasında yayınlanmak üzere hazırlanan sayfaya kopyalamıştım bu yazıyı, fakat hiç yayınlanmamıştı... Yaşadığımız tatsızlığı bilen müdürümüz bile okul sayfasındaki paylaşımlar kısmında
onaylanacak kadar değerli bulmamıştı bu hikayeyi... Ya da öğretmenle paylaşmakla yetinmişte olabilir diye temennide bulundum hep...

Emzirme Reformu Başlasın!

Nil İdil Eriş » Blog Archive » Emzirme Reformu Başlasın!

BlogcuAnne, ÇalışanGebe, Nil İdil Eriş ve katılan bütün arkadaşlara teşekkürler. Anneler ve bebekleri için, siz hala desteklemediniz mi?

Sevgili Elif'in paylaşmış olduğu "Nilay'ın süt macerası"'nı okuyunca bu maceraya çok benzer on yılı aşkın süre önce yaşadığım zorlukları hatırladım, buyrun siz de okuyun;

"İşte Emzirme Reformu Bu Yüzden Gerekli"

Bir düsünmek lazım derim.

Saat 10'u geçiyordu kızımın okulundan aradılar "Hilalin karnı çok ağrıyor, burun ve geniz akıntısı var gelip alabilir misiniz" diye. Hemen okula gittim aldım karnının ağrısından ağlamış yanakları yüzü gözü kıpkırmızı olmuştu. Bebekliğinden beri alerjik hassas bir cildi olduğu için hemen kızarır, en ufacık esintide de sinüziti tekrarlar. Onu öyle görünce çok üzüldüm ama kendini daha fazla bırakmaması için hiç belli etmeden 'ben kızıma tarhana çorbası yaparım hemen iyileşir' dedim. İnebolu'dan gelirken eşimin halası kızılcık tarhanasıyla(mora yakın renkte) köy tarhanası yapmıştı, kızılcık tarhanasının sindirim sistemi rahatsızlıklarında daha iyi olduğunu da kayınvalidemden öğrenmiştim.

Eve gelir gelmez uflayıp puflanmalar devam etti, "ben yoğurtlu makarna istiyorum sadece" dedi, tamam onu da yaparım ama hepsinden yemen gerek sonra benim işyerine dönmem lazım dedim. Karnı aç olduğu ve ağrısı olduğu için benimle kal anne diye ısrar etti, kızım baban erken gelecek merak etme deyince sustu. Önce patateslerin kabuklarını soyup iri iri doğrayarak haşladım, çok hafif tuz ve karabiber serptim lezzetli olsun diye. Kıymayı erittim 1 kaşık salçayla beraber kavurup kızılcık tarhanası çorbamızı pişirdim. Yoğurtlu sarmısaklı boncuk makarnamızı hazır edip nazlı kızımın başını okşayarak yemek yiyince bir şeyinin kalmayacağını söyleyip sofraya getirdim. Mıy mıy keyifsiz keyifsiz çorbasını içse de makarnasını canı istediği için güzelce yedi, patateslerin azıcık ucundan tırtıkladı. Meyve olarak dilimlenmiş yarım elmayı zorla, yemesen daha iyi dediğim yeşil mandalinasınıysa keyifle yedi. Hafif ateşi yükselmesine rağmen biraz daha iyi gibiydi, nasıl rahatsızlandığını itiraf etmek istediğini söyledi; Eee.. konuş bakalım ben de bekliyordum kesin dondurma yemişsindir dün terliyken dedim. "Ona yakın bir şey" deyip güldü; "dün beden dersinde hava serindi kaç tur koştuğumuzu hatırlamıyorum atletim su gibi olmuştu yavaş hareketler sırasında da terim sırtımda buz gibi oldu ama sınıfa gidince yanımdaki yedek atleti değiştirmedim kantine gidip su aldım, çok soğuktu. Ozan bana -o suyu sakın içme çok terlisin, bir kere içersen bir daha canın ister hasta olursun- dediği halde bir şey olmaz deyip içtim gerçekten de öyle oldu. Daha ilk dersten üşümeye başladım dünden beri kendimi iyi hissetmiyordum zaten, bugün Matematik dersinden sonra da çok kötüydüm" dedi. Ne kadar hassas bir bünyen olduğunu bildiğin halde nasıl böyle sorumsuz, dikkatsiz davranıyorsun hilal üstelik kaç kerede uyarıyorum, arkadaşın bile uyarmış dedim. Bana verdiği cevap; "anne zaten sınıfta, dersanede çoğu kişi grip, sinüzit, boğaz enfeksiyonuydu mutlaka bana bulaşıcaktı ne yapabilirim" olunca ben de sadece biraz daha kendini koruyabilirdin, göz göre göre sinüzite davetiye çıkardın, soğuk suları içip bir de mideni üşütmüşsün hiç yapılcak şey mi? diye söylendim durdum. Sonra da bir kaşık ilaç verip 12,15'de işyerine döndüm gerçi bütün aklım evde kaldı. Allaha emanet... Bütün çocuklar iyi olsun, sağlıklı olsun, hasta olanlar da şifa bulsun inşallah.

Gelen maillerimi kontrol ederken bir arkadaşımın gönderdiği bu anlamlı yazıya rastladım, kimin yazdığını bilmiyorum, yazanın ellerine sağlık. Çok doğru ve güzel bir yazı; Allaha şükür birçok şeyin doğalına ulaşabiliyoruz hala, onlarında kıymetini bilelim. Hayırlı, sağlıklı, bereketli cumalar...

Haliyle panik halindesiniz...

“Nasıl anlarız? Genetiği değiştirilmiş organizma yemekten nasıl kurtuluruz?” filan.
Şöyle...

Annaneniz öpülesi elleri parçalanırcasına, ovalaya ovalaya tarhana yaparken, siz, “Aman annane be, boş versene” deyip, marketten hazır çorba alıyordunuz ya... Annane rahmetli oldu ve siz, o tarhananın tarifini annaneden alıp, bir kenara yazmadınız ya... İşte o nedenle, siz, genetiği değiştirilmiş organizma yemekten kurtulamazsınız maalesef.
*
Ne verirlerse...
Onu yiyeceksiniz.
*
Kız evlat yetiştiriyorsunuz, en iyi okullara gönderiyorsunuz...
Piyano çalıyor, İngilizce konuşuyor, Grammy alanları tek tek biliyor. Bilmeli... Ama alt tarafı limon, şeker ve su kullanıp, limonata yapmasını bilmiyor! Yoğurdu çırpıp, ayran yapamıyor, ayran...
İşte o nedenle, kızınız, genetiği değiştirilmiş meşrubat içmeye mahkûm maalesef... Torunlarınız da.
*
Zahmet edip sütlaç yapmadığınız için, kek yapmaya üşendiğiniz için...
İçinde ne olduğunu bilmediğiniz gofretleri, mısır patlaklarını kemiriyor sizin oğlan!
Hamur tutmayı, şöyle mis gibi ıspanaklı bi börek yapıp, çantasına koymayı bilmediğiniz için, hamburger bağımlısı oldu.
Tahin-pekmezi “köylü işi”, vıcık vıcık yağ fışkıran kremaları “modernite” sandığınız için, daha 10 yaşında ayıya döndü, yuvarlana yuvarlana yürüyor, tıkanıyor, merdiven çıkamıyor.
*
Size zor geliyor ama, zor mu evde yoğurt yapmak? zor mudur İzmir'de, Antalya'da, Adana'da evde salça yapmak?
Şikâyet edip duruyorsun, içine katkı maddesi konuyor, zorla beyazlatılıyor diye...
İster tam buğday unundan, ister çavdardan, hakikaten zor mudur evde ekmek yapmak? Bütün ailen kabız...
Tonla para verip, abuk sabuk ambalajlı-meyveli saçmalıklardan medet umacağına, niye öğrenmiyorsun kabak tatlısı yapmayı?
*
Güya, çoluğunu çocuğunu düşünüyorsun, taze taze yesinler diye, pazara gidiyorsun...
Eğri büğrü biberlere, doğal olduğu için tuttuğunda ezilen domateslere ağız burun kıvırıyorsun, hormonlu, tornadan çıkmış gibilerini alıyorsun...
Ne işe yaradı senin pazara gitmen?
*
Kocanız da, bu satırları okuyup, size akıl verecek şimdi... Söyleyin ona, ukalalık etmesin, götürün aktara, hatmi çiçeğiyle zencefili birbirinden ayırt etsin, ondan sonra konuşsun!
*
Enginar, börülce, radika, cibes pişirmekten haberin yok; gazetelerin tiraj almak için kıçından uydurduğu kıçımın uzmanlarından fıldır fıldır brokoli tarifleri öğreniyorsun...
Brüksel lahanası yiyerek mi AB'ye gireceğini sanıyorsun?
*
Çin'den bal getiriyorlar mesela...
Taaa Arjantin'den, Meksika'dan bal getiriyorlar.
Neymiş efendim, içinde genetiği değiştirilmiş organizma olabilirmiş falan... İçinde tavuk ibiği, maymun kulağı olmadığına şükredin!
*
Uzatmayayım.
Mutfak genetiğimizi kaybettik biz.
*
Elin adamı, mısırdan, soyadan, domatesten önce beynimizin DNA'sını değiştirdi!
*
Hurrraaa diye köyden kente göçerken, dışarda tıkınmayı şehirleşme zannettik. Ambalajlı ürün tüketmeyi, zenginleşme zannettik.
*
Dolayısıyla, ya kafayı değiştirip, özümüze döneceğiz... Ya da ne verirlerse onu yiyeceğiz.