29 Eylül 2010 Çarşamba

Monçiçilerin minik hayatlarını hatırlıyor musunuz?

Ne kadar sevimliler değil mi? Ayacıklarına bakın poti poti:))

Bulutların üstünde Monçiçiya diye bir ülkede yaşıyorlardı. Bunların tüm derdi yaşadıkları ağaçların dallarına kuyruklarıyla tutunup daldan dala atlamaktı. Her zaman mutluydular... "Mutlu işler fabrikası" vardı hatırlıyo musunuz? Ağaçların üzerine kurulan evler gibi ama daha karmaşık bir yapıydı. İçerisinde çarklar falan dönerdi. Monçiçilerin yaşam kaynakları bu fabrikaydı diye hatırlıyorum. Arasıra bişeyler olurdu bu fabrikaya pof pof pof diye dumanlar çıkıp sallanırdı falan. Herkes telaşa kapılıp yanlış giden şeyi düzeltmeye çalışırdı. Hani şirinlerde köyün ayakta kalması için gerekli işleri, yemek, odun tarım falan şirinler yapıyodu ya; burada bu işler fabrikasyondu bir nevi. Millet iş yapmıyordu. Monçiçiler sistemi kurmuş oturuyorlar, bütün işleri fabrika yapıyordu. Yani fabrika çalıştığı sürece Monçiçiya da işler yolunda gidiyordu. Bir de yanlış hatırlamıyorsam kötü monçiçiler böyle daha kara kara kötü suratlı tiplerdi ve bu mutlu işler fabrikasını ele geçirmeye sabote etmeye falan çalışıyorlardı. Ama hep iyiler kazanırdı.

Eşimle Limango'da satışa sunulduğunda yukardaki monçiçileri almaya çalışmıştık, fakat stokta kalmadığı için alamadık. Yurtdışındaki sitesinden getirelim dedik o da bayağı tuzluya malolacak diye vazgeçmiştik. Kızım bu çabalarımıza bir türlü anlam verememişti, oysa biz aynı kuşağın çocukları olarak ne çok severdik bu şirin şeyleri izlemeyi... Geçen akşam Erman Kuzu'nun "Biz Monçiçi miyiz?" diye çıldırdığını görünce çok güldük. Biz monçiçiyiz diye diye kahkahalara boğulduk:)) Eskiden çizgi filmler daha güzeldi şiddet, kavga yerine daha eğlenceli, daha öğreticiydi. Her bölümden ayrı bir ders çıkarılabiliyordu doğrusu...

Çocukluk anılarımızda yer alan bu cici monçiçiler eğer tekrar satışa sunulursa kesinlikle kaçırmayacağız anlaşılan:))

26 Eylül 2010 Pazar

Suzancığım'da sevgi dolu bir kahvaltı keyfi...

Özenle hazırlanmış cicili bicili rengarenk soframız...
Fırında patatesli içinde yok yok pizzamız:))
Pofuduk pofuduk patlıcanlı böreklerimiz, yeşil zeytin salatamız
Peynir çeşitleri ve zevkli sunumuyla söğüş salatamız
Çikolatalı kalpli muffinlerimiz ve tadına doyulmaz diğer lezzetler eşliğinde
şeker gibi bir sohbet:))

Bu sıcacık sofra ve birbirinden güzel lezzetler için teşekkürlerimi gönderiyorum tekrar, ellerine, emeğine sağlık canım. Şirin yuvanızdan ömür boyu sevgi, mutluluk ve huzur eksik olmasın.

Patlıcanlı börek tek kelimeyle nefisti, benim gibi ilk kez deneyecekler için tarifini arkadaşımdan hemen aldım;

Malzemeler:

4 adet patlıcan
1 adet soğan
3 adet yeşil biber
4 adet domates
Biraz sıvı yağ (soğanı ve biberi kavurmak için)
Tuz karabiber
3 adet yufka
½ su bardağı süt
2 yumurta
½ su bardağı sıvı yağ
Susam/çörek otu

Yapılışı:

Önce böreğin iç malzemesini hazırlayalım.

Patlıcanları alacalı soyup küp şeklinde doğrayın ve 15 dakika kadar tuzlu suda bekletin.

Soğanı ve biberleri yemeklik doğrayın.

Domatesleri rendeleyin.

Büyükçe bir tavada soğan ve biberleri yeteri kadar sıvı yağ ile kavurun.

Tavaya suyunu süzdüğünüz patlıcanları da ekleyip kavurmaya devam edin.

Patlıcanların rengi değişip yumuşayıncaya kadar kavurun.

Sonra rendelediğiniz domatesleri de ekleyip bir 5 dakika kadar kavurun.

Tuz ve karabiber ekleyip ocaktan alın. Patlıcanlı içimiz hazır.

Yufkaları dörde bölün. 3 yufkamız var toplam 12 parça elde etmiş olacağız.

Yumurtanın birinin sarısını üzerine sürmek için ayırın.

Sütü kalan yumurtayı ve sıvıyağı derince bir kapta çırpın.

Bir yufka parçası alın sütlü karışımı fırça yardımı ile yufkanın üzerine sürün.

Hazırladığınız patlıcanlı karışımdan düz köşelerden birine bir sıra koyun.

Rulo olacak şekilde sarın.

Her bir yufka parçası için aynı işlemi yapın.

Fırın tepsisine dizin üzerlerine yumurta sürün ve isteğinize göre susam ya da çörek otu ile süsleyin.

Yaklaşık 200 derece fırında böreklerin üstü kızarana kadar pişirin.

Fırında sucuklu patatesli karışık pizza

Malzemeler:

2 büyük boy patates
Sosis, sucuk göz kararı
1 adet domates
1 adet dilimlenmiş biber
1 küçük konserve mısır
1 su bardağı kaşar peyniri
Tuz, sıvı yağ

Yapılışı:

Patatesler küp küp doğranır ve tuz eklenerek az yağda kızartılır.
Kızaran patateslerin yağı alınarak servis tabağı büyüklüğünde kestiğimiz yağlı kağıdı borcamın ya da fırın tepsinin altına serilir ve patatesler üstüne döşenir.
Ayrı bir yerde sosisler, sucuklar doğranarak sıvı yağda sotelenir. (Çok kurumaması için sotelenmeden de direkt fırında pişirilebilir)
Daha sonra patateslerin üzerine döşenir.
Domates rendelenir tuz eklenerek az bir yağda sos haline gelene kadar pişirilir ve tepsinin üzerine domates sosu gezdirilir.
En üste mısır taneleri ve arzuya göre baharat serpilir.
Pişmesi için 15 dakika 180'C ısıtılmış fırına verilir.
Rendelenmiş kaşar peyniri fırından çıkarmadan 5 dakika önce eklenir.
Kaşar eriyip hafif pembeleşince fırından çıkarılıp sıcak servis yapılır.
Yumuşaklığını koruması için servis yapana kadar üzeri folyo ile sarılabilir.
Ve yine arzunuza göre domates sosu hazırlanırken tereyağında hafif kavurulup, 1 diş sarımsak da eklenebilir. Malzemelerle oynamak tamamen sizin damak zevkinize bağlı...

Kahvaltı sofraları için son derece lezzetli, içinde yok yok pizzamız hazıırr,
ismi bizzat bana, el emeği güzel arkadaşım Suzan'a aittir duyurulur:))

Çikolatalı kalpli muffinler

Malzemeler:

3 adet yumurta
1 su bardağı toz şeker
½ su bardağı sıvı yağ
½ su bardağı süt
6 çorba kaşığı bitter kakao
1 paket vanilya
1 paket kabartma tozu
2-2.5 su bardağı un

Yapılışı:

Yumurtalar kırılıp, toz şekerle beraber yaklaşık 15 dk karıştırılır.
Karıştırmaya ara vermeden, sıvıyağ, süt, kakao eklenip iyice karıştırdıktan sonra iki su bardağı un ilave edilir. Unu az gelirse kıvamından anlaşılır, yavaş yavaş ½ su bardağı un ilave edilebilir.
Yumuşak kıvamdaki kek hamuru minik kalpli kalıplara eşit şekilde paylaştırılır.
İstenirse her bir muffinin üzerine damla çikolata serpiştirilebilir.

Önceden 175'C ısıtılmış fırında yaklaşık 40 dk pişirilir. Soğuyunca kalıplardan çıkarılıp şık bir servisle sunuma hazır hale gelir.

Mutlaka deneyin, afiyetler olsun.

Bu kadar tarifi özel istek üzerine sayfama eklediğime göre Fatoş arkadaşımın KAHVALTILIKLAR etkinliğine katılayım dedim,
buyrun siz de katılın, tık tık:))

"İyi ki varsın İyi ki sevmişim seni..." pastası:))


16/08/1975 17.45 & 2010 Bol çikolatalı, frambuazlı pasta tadında daha nice sağlıklı, mutlu yeni yaşlara sevdiklerimle beraber neşeyle kavuşurum inşallah... Bu çok anlamlı günde beni yalnız bırakmayan tüm dostlarım güzel dilekleriniz için hepinize çok çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız ve iyi ki yüreklerimiz bir... Gülümsemenin ışıltısı dudaklarımızda, Mutluluk hep yanımızda olsun. Sevgilerimle...

24 Eylül 2010 Cuma

Gülen gözler...

Bir çok şey var paylaşılmayı bekleyen, bol resimli yemekler, geziler... Ama bir türlü fırsat bulamıyorum, hala hep yapılacak bir şeyler çıkıyor. Geçen hafta dersane başladı. C.tesi kahvaltı yapıp 08,30'a yetişelim diye çabaladık öğlen de kızı alıp Ataşehir'de bir randevum vardı ona yetişeyim dedim Küçükyalı'dan başlayan trafik yüzünden Bostancı'da telefon edip yetişemeyeceğimi söylemek zorunda kaldım ve taaa Ekim ayına ertelediğim bir randevu bu... Haydii oraya kadar gitmişim Carrefour şurası deyip alışverişe dalmışım, Pazar hep beraber gezelim sonra da köyden gelen rengarenk ürünlerimizi alıp yerleştirelim demişim... Bir bakmışım hafta sonu bitmiş, bir bakmışım hafta başlamış ve yine güzel bir Cuma'yla hafta sonunu karşılamak üzereyiz. Göz açıp kapayıncaya kadar geçen zamanın kıymetini iyi bileceğimiz hayırlı bereketli bir Cuma, mutlu ve neşeli güzel bir haftasonu diliyorum herkese...

Fotoğraf kızımın İnebolu'da yapmış olduğu meyve şölenine ait:))

"Niçin "Mış Gibi" Yaşıyoruz?" Doğan Cüceloğlu


Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine alıp okuduğum bir kitap
"Korku Kültürü" herkese alıp okumasını tavsiye ediyorum. Doğan Cüceloğlu'nun, "Mış Gibi" Yaşamlar adlı kitabının devamı... Kendisiyle tanışma fırsatını 2001 yılında 3 günlük Durusu Park Resort "Biz Bilinci" eğitiminde yakalamıştım. O gün bugündür bütün kitaplarını okudum diyebilirim, hepsi okunmalı ve okutulmalı düşüncesindeyim. Arkadaşımda öyle yapmış ve bu güzel kitapla ilgili fikrini şöyle aktarmıştı, kendisine geç te olsa teşekkürler;

"Doğan Cüceloğlu'nun en son kaleme aldığı bir üçlemenin 2. kitabı olan KORKU KÜLTÜRÜ'nü alıp okumanızı tavsiye ederim. Türkiyemizde yaşanan 'her konudaki kirlenme' , 'kabadayı kültürü' , 'biz okumuşlar niye müdahale etmiyoruz, edemiyoruz' gibi konulara çok güzel açıklamalar getiriyor. Aşağıdaki yazı, ana hatları ile bir derleme şeklinde (Kitabı okumak çok daha keyifli.......)"

"Korku içindeyiz. Sürekli birşeylerden korkuyoruz. Yarın gözümüzü ekonomik krize açıp bir anda borçlarımızın katlanmasından… Durakta beklerken bir bombayla paramparça olmaktan… Hiç beklemediğimiz bir anda işsiz kalmaktan… Tüm yaşamımızın bir anda değişmesinden… Çocuklarımıza karanlık bir dünya bırakmaktan… Korkuyoruz! Korktukça içimize kapanıyoruz, yalnızlaşıyoruz, mutsuzlaşıyoruz! Tam da mutsuzluğun dibine vurduğum birgünde bir kitapçı vitrininde karşılaştım Doğan Cüceloğlu'nu son kitabıyla. Kitap adıyla tavladı beni : Korku Kültürü! Kitabın alt başlığı adından bile güzel: Niçin Mış Gibi Yaşıyoruz? Psikoloji Profesörü Cüceloğlu ile TV8'de Cumartesi sabahları yayınlanan programının çıkışında konuştuk. Uzun ve epey öğretici konuşmanın sonunda anladım ki Türkiye'nin suyu hasta! Niye mi? İşte Doğan Cüceloğlu'nun ağzından nedenleri… Bir arkadaşım anlatmıştı. Japon balığı almış. İşten sonra evine gidip balığını seyrediyormuş. Şahaneymiş seyretmesi, böyle dalga dalga gidiyormuş balık. Ama bir süre sonra balık yan yatmış, debelenmeye başlamış. Kavanoza koyup deniz biyoloğu olan bir arkadaşına götürmüş. Biyolog incelemiş, demiş ki;
- İyi haberim var, kötü haberim var, hangisinden başlayayım?
- Hangisinden istersen
- İyi haberim balık hasta değil. Kötü haberim suyun hasta.
- Su hasta olur mu ya?
- Evet olur, iyi oksijen almıyor bu su. Bundan dolayı bir bakteri girmiş. Ve bu bakteri balığın sinir sistemini böyle etkilemiş.
- Ne yapmam lazım?
- Balığın suyunu değiştireceksin, bir de pompanı değiştireceksin.
Su değişince, pompa sistemi değişince gerçekten de balık iyileşmiş bir süre sonra. Yine şahane biçimde dalga dalga gitmeye devam etmiş!
Bizim suyun hastalığı ne peki?
Korku kültürü.
Korku kültürü kavramını biraz açabilir misiniz?
Korku kültürü yaşamda gücü temel olarak kabul eder. Hayatta en önemli şey güçtür. Bu nedenle yaşam sürecinin kendisini sıfırlar. Mutluymuşsun, coşkuluymuşsun, zevk alıyormuşsun hiçbir önemi yok. Seni güçlü kılıyor mu kılmıyor mu ona bakacaksın. Bu da sonuçlarla belli olur. Mevki edindin mi, para kazanıyor musun, şöhretli misin, göster bana! Böylelikle yaşamın bir süreç olarak değeri yok, güç temel değerdir. Güçlü olan haklıdır, çünkü o güçlüdür. Güçlü olanın denetleme hakkı vardır, çünkü o güçlüdür. Yönlendirir. Böylelikle tüm ilişkiler ve yaşam onun üzerine oluşmaya başlar. O nedenle böyle bir toplumda insan insana ilişki yoktur, güçlü güçsüz ilişkisi vardır. Kadın erkek ilişkisi yoktur, güçlü güçsüz ilşkisi vardır. Patron işveren ilişkisi yoktur, güçlü güçsüz ilişkisi vardır. Bir toplumda 'Sen benim kim olduğumu biliyor musun?' diye soruluyorsa o toplumda güçlü güçsüz ilişkisi vardır!
Korku kültüründe insanların ilk karşılaştıklarında akıllarından geçen şudur: Şimdi burada kimin borusu ötecek. O yüzden kolay kolay gülümsemezler, başka tarafa bakarak el sıkarlar. Yani diyor ki: Yersen, burada baba benim. Böyle durumlarda ben kendimi nasıl tanıtacağım. Profesör Doktor Doğan Cüceloğlu. Mutlaka mevkimi söyleyeceğim. Yani işte 15 kitap yazdım, tv programı yapıyorum, filan, filan… Bir kıdem listesi yapacağım sana güçlü olduğumu göstermek için. Çingeneler kavga ettiğinde bende bu var diye sende ne var diye atışırlarmış ya… Bizdekinin aynı. Adam kitap yazıyor, üzerine Prof bilmem kim diye titrini yazdırıyor, ne gerek var?

Korku kültüründe eşit ilişki yoktur, kim daha güçlü, kim daha üstün ilişkisi var. Daha evlenirken bu karı koca ilişkisinde kendini belli eder, ilk gece gözünü korkutuyor, ilk gece. Anne baba çocuk ilişkisinde de öyle.

Anne baba ilişkisinde nasıl?
Çocuk bir kere 0 - 7 yaş arasında müthiş bir mücadele veriyor.
Ne mücadelesi veriyor? Varolma mücadelesi veriyor. 'Yemiyeceğim' diyor, 'Doydum' diyor. 'Yiyeceksin' diye ağzına tıkıyoruz kaşığı. 'Aç değilim' diyor. 'Hayır açsın' diyoruz. Düşünebiliyor musun ya? Şu işkenceyi düşünebiliyor musun?

Geçen gün üniversite öğrencilerinden oluşan 70 kişilik bir gruba konuştum. Bir kız öğrencinin önüne gittim. 'Merhaba' dedim ama görüyorum nasıl korkuyor. İnşallah doğru cevap veririm kaygısı var yüzünde. 'Sabahleyin karşılaşsak ben sana sorsam 'Uykunu alabildin mi?' diye. Uykunu alıp almadığını bilebilir misin?' dedim. 'Bilmem, belki' dedi. Bu çok acı birşey. 'Peki' dedim 'Senin uykunu alıp almadığını senden daha iyi bilecek kim var?' Ona da cevap veremedi. Üniversite öğrencisi bu! Yandaki arkadaşa döndüm. 'Aç mısın tok musun bilir misin?' dedim. Cevap veremedi, ııığğğ filan yapıyor. 'Senin aç ya da tok olduğunu senden daha iyi bilebilecek biri var mı?' dedim. 'Lokantacı 'dedi. Bunlar üniversite öğrencisi! Bunlar bu kadar sınavdan sonra üniversiteye girebilmiş seçilmiş insanlar! Ama düşünün öyle bir yaşamı boşaltma durumu var ki çocuk aç mı uykusuz mu bilmiyor.

Ve ben psikolog olarak şunu söylüyorum. Bir insanın yaşamının temeli 0 - 7 yaş arasında atılıyor. Bir vatandaşın vatandaşlığının temeli de 0 ile 7 yaş arasında atılıyor. Neye benziyor bu biliyor musun, eğer siz bir çocuğa 0 - 7 yaş arasında Türkçe öğretemezseniz, ondan sonra da düzgün Türkçe konuşamaz, ona benziyor. Eğer çocuklarınıza 0 ile 7 yaş arasında vatandaş olma bilinci veremezseniz ondan sonra ikinci dil öğrenirmiş gibi zorlukla aksak öğreneceklerdir.

O zaman o üniversitelinin aç olup olmadığını bilmemesinin nedeni de annesinin çocukken aç olmadığı halde zorla yedirmesi mi? Onun adına kararlar vermesi mi?
Bu ufak bir örnek. Genel olarak çocuğa verilen mesaj önemli. 'Sen küçüksün bilmezsin büyükler bilir. Sen kimsin ki…' Bu genel mesaj yerleşince' Ben kimim ki, otorite daha iyi bilir' inancına dönüşüyor. Korku kültürünün özü bu! Öyle olunca yaşam tamamıyla gerçeğin araştırılması değil, özgürce bir yolculuk değil, bireylerin, grupların, cemaatlerin birinden daha güçlü olma mücadelesine dönüyor.

Türkiye'de siyasal anlamda yaşanan da bu değil mi?
Evet! İşte bu korku kültürünün aksi olan saygı kültüründe çok temel bir değer vardır. O da gerçeğe saygıdır. Üniversite neden vardır? Gerçeği keşfedip,öğrenip, yaymak için vardır. Oysa bu korku kültürünün umurunda değil. Korku kültüründe üniversite makam için vardır, mevki için vardır, daha güçlü olmak için vardır. Araştırma yapmaktan daha çok nasıl kulis faaliyetleriyle, ayak oyunlarıyla makam elde edileceği öğrenilir. Ayakta kalanlar, mevki, makam sahibi olanlar bunlardır. Ve bunlar bir öğrenci çok akıllı ve yetenikliyse korkarlar, onu asistan almazlar. Sadece üniversitelerde değil, hiçbir yerde çok akıllı adam istemezler Türkiye'de. Evet, çünkü tehlikesin. Ama ben 25 yıl yurtdışında bulundum. Orada adamın seni sevmesi veya sevmemesi üçüncü dördüncü derecede ilgilendiği birşey. 'Sevmem ama harika bir kafası var, ondan dolayı buraya getirmek zorundayım' diyor. 'Arkadaşım olarak görmem ama hakkını veririm' diyor.

Şöyle düşünmek lazım. Hepimiz bir ekibin parçasıyız. Ben şu çocuğun (parkta oynayan çocuğu işaret ederek) daha mutlu olmasının bir parçasıyım. Herkes böyle düşünmeli. O çocuk mutsuzsa emin ol şu veya bu şekilde o mutsuzluk benim hayatımı etkiler. Trafiği düşün, herbir kişinin araba kullanışının kalitesi diğerinin hayatını etkiler. Sarhoş ise, yorgun ise, hızlı ise trafikteki herkes etkilenir. Toplumda da öyle. Ben buna biz bilinci diyorum. Korku kültüründe biz bilincinin gelişmesi mümkün değil. Ya ben bilinci denilen arsız saldırgan kültür gelişir, ya da sen bilinci denilen ezik kişiliksiz kültür gelişir. Arsızlar ezikleri daha da eziyor yani o zaman? Zaten sen diyenler 'Meee' diyor, 'Çoban yok mu? Uykum var mı yok mu bana söylesin, biri benim hakkımı korusun.' Mesela sınıfa girin öğretmen olarak. Korku kültürüyle yetişmiş çocuğa güleryüzlü davranın, 'Günaydın çocuklar nasılsınız?' filan deyin. Üç dört ders sonra size parmak atmaya kalkarlar. Siz üzülürsünüz ben bunlara insan muamelesi yapıyorum, yaptıklarına bak diye. Size süratle öğretirler nasıl öğretmen olunması gerektiğini. Demek ki korku kültüründe korkutulma ihtiyacının giderilmesi için korkutan birisinin olması lazım. El ve eldiven gibi. Ve bu bir yaşam felsefesi. Mesela korku kültüründe yetişmiş kadınlar da korkutan erkek ister. Onları korkutmayana 'Ne biçim erkek' derler. Türkiye'de yüzde kaç korku kültürü hakim? Şimdi belirli bir azınlık grup var. İnsan hakları, çocuk hakları diyen, insanca bir yaşam isteyen, birbirlerine 'Günaydın' demek isteyen, trafik kurallarına uyan… Benim gördüğüm kadarıyla çok az… Ve bu insanlar çok yalnız. Eğer Türkiye'de uygar insan gibi yaşamaya çalışırsanız süratle kendinizi keriz olarak görürsünüz. O sınıfa girip de 'Günaydın' diyen öğretmenin durumuna düşersiniz. Başınıza gelmedik kalmaz yani? Kendinizi korursunuz ama o zaman da kendinize yabancılaşırsınız. Bir mutsuzluk yaşamaya başlarsınız. Ve altını çizmek lazım. Kimsenin kabahati yok. Kimse kötü niyetle yapmıyor bunu. Bildiği başka bir şey yok.
0 - 7 yaş aralığında bunu öğreniyor. Bildiğini de gelecek nesle bağırta çağırta aktarıyor. Bu böyle gidiyor. Nasıl ki alfabeyi değiştirmek için seferberlik yaptık, köy köy gezip anlattık. Bence bizim ana babalığı öğrenmemiz için de aynı şey lazım. Çok ciddi olarak ve bilimsel olarak. Ve bunu herhangi bir ideolojinin herhangi bir güç kapma yarışının parçası haline getirmeden yapmak çok önemli. Türk politika tarihinde korku kültürü ne kadar hakim? Hep korkutularak mı yönetilmiş Türkiye? Korku kültürünün dışında başka bir akım olmamış. Avrupa'nın yaşadığı aydınlanma, birey olma hakkı mücadelesi olmamış. İşte Atatürk devrimleriyle bunu yapmaya çalışmış. Fakat korku kültüründe yetişmiş insanlar onu da hemen bir canavar haline getirip iki kampa ayrılmış, hangisi güçlü olacak mücadelesi yapıyor. İki tarafında anlaştığı temel değerler nedir konusunda bir araştırma içerisine girmiş değiliz. Ben şimdi olanların hepsini korku kültürü içinde bir mücadele savaşı olarak görüyorum, Bu da bana acı veriyor. Bir de bu savaşın, bu en tepedeki güç savaşının bizlerde, sıradan insanlarda yarattığı korkular var. Herkes endişeli, kaygı içinde ve mutsuz.

Gerçeğe saygı bir değer olarak kurumlarda yaşamıyorsa o zaman benim çok dikkat etmem gereken şeyler var. Ailem var, işim var, düzenim var. Yaşamımı devam ettirmek için benim ya çok güçlü olmam lazım ya da çok güçlü bir ekibin parçası olmam lazım. Bütün mücadele böyle dönüyor şimdi Türkiye'de. Karşı tarafın hakları umurunda değil, zerre ilgilendirmiyor. Bir onların gözüyle bakayım diye kimse demiyor. Çünkü bakarsa gücünü kaybediverir. O yüzden herkes yüzde 100 haklı olduğunu iddia ediyor. O yüzden de diyalog imkanı ortadan kalkıyor. Diyalog imkanının olabilmesi için herkesin 'Arkadaş sen de ben de farklı bakıyoruz ama müşterek bir gayemiz var' diyebilmesi lazım. Müşterek kabul ettiğimiz kriterler olması lazım. Bu kriterler yok. O yüzden ben sana baktığımda acaba hangi taraftan diyorum. Sana da sormuyorum, güvenim yok, alttan alttan anlamaya çalışıyorum. Benim gördüğüm kadarıyla hem parti içi hem partiler arası politika güç mücadelesinden başka birşey değil. Kim mevkiye makama gelirse nemalanma durumu olarak görüyorum bunu. İçten içe hepimiz de bu böyle olur diye kabul etmişiz. O nedenle korku kültürünü bizim en önemli baş belamız olarak görüyorum. Henüz daha farkında değiliz nasıl ki balık suyun farkında değil, biz de korku kültürünün farkında değiliz.
Bizim de suyumuz mu hasta? Aynen öyle, akvaryumun suyu aynı olduğu sürece yeni balıklar koysan bile bir süre sonra onlar da hastalanır. Şimdi biz ne yapıyoruz, milletvekillerini suçluyoruz. Sanki onlar gökten zembille indi. Onlar da bizim balığımız! Peki suyu iyi etmek için ne yapmak lazım? Suyun ilacı ne? Değerler! İlk değer gerçeğe saygı. Anne baba olarak çocuğunun gerçeğine saygı duyacaksın. İkinci değer, gerçeğe sevgi. Anne baba olarak çocuğunu seveceksin. En önemlisi de yaşama saygı. Çocuğun kendi yaşamında kendisi olarak var olabilmesine saygı duyacaksın!"

Kitap özeti ve Cüceloğlu'nun birbirinden değerli eserleri için bu adresten de faydalanabilirsiniz; http://www.dogancuceloglu.net/

23 Eylül 2010 Perşembe

Abraham Lincoln'un, Oğlunun Öğretmenine Yazdığı Mektup


"Öğrenmesi gerekli biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını,
fakat şunu da öğret ona:

Her alçağa karşı bir kahraman, her bencil politikacıya kendini adamış bir
lider vardır.

Her düşmana karşı bir dost olduğunu da öğret ona. Zaman alacak biliyorum, fakat eğer öğretebilirsen, kazanılan bir doların, bulunan beş dolardan daha değerli olduğunu öğret.

Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve kazanmaktan neşe duymayı. Kıskançlıktan
uzaklara yönelt onu. Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona.

Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını... Eğer yapabilirsen; ona kitapların mucizelerini öğret. Fakat ona; gökyüzündeki kuşların, güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği zamanlar da tanı...

Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.

Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi...

Nazik insanlara karşı nazik, sert insanlara karşı sert olmasını öğret ona.

Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma.

Tüm insanları dinlemesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret...

Eğer yapabilirsen üzüldüğünde bile nasıl gülümseyebileceğini öğret ona.

Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret. Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini... Ona, kuvvetini ve beynini en yüksek fiyata satmasını, fakat hiçbir zaman kalbine ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.

Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret.

Ona nazik davran ama onu kucaklama. Çünkü, ancak ateş çeliği saflaştırır. Bırak sabırsız olacak kadar cesaretine sahip olsun, Bırak cesur olacak kadar sabrı olsun.

Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret. Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacaktır... Bu, büyük bir taleptir, ne kadarını yapabilirsen bir bakalım... O ne kadar iyi, küçük bir insan, oğlum..."

Alıntı

22 Eylül 2010 Çarşamba

Günaydııın:))


Tarkan'ın karizmatik ve yepyeni fotoğrafıyla güne başlarken Adımı Kalbine Yaz albümüyle ilgili Belginciğimin yorumuna katılarak Tarkan'ın albümünde hiç bıkmadan evir çevir zevkle dinlediğim Top 5'in sıralamasını sonunda yapıyorum;

1- SEVDANIN SON VURUŞU
2- 10.şarkı; Adımı Kalbine Yaz - Mix (2.den daha hareketli)
3- 3.şarkı; İşim Olmaz
4- 5.şarkı; Öp,öp,öp do-ya-ma-dım:))
5- 4.şarkı; Kayıp

Günümüz güzel geçsin hepimizin...

Dün akşam neler oldu derseniz işyerinden biraz geç çıktım, eve yetişip kuru temizlemeciden gelen eşim ve bana ait bilumum ceket, trençkot, palto türü eşyaları teslim aldım, yerleştirdim. Fırında soslu tavuk ve mercimek çorbasını ülüttükten sonra, 8 gibi Carrefour'da okul alışverişi keşmekeşine katıldım, hatta yetinmedim alamadıklarımızı kırtasiyeden almak için bir de oralara uğradım. Eve geldiğimde 10'a geliyordu, yorgun bitkin vaziyette 4-5 defter kitap kapladım, nasıl uyuduğumu bilmiyorum. Kuzu yorgundu ama keyfine diyecek yoktu maşallah.

20 Eylül 2010 Pazartesi

Başarılı, mutlu bir öğretim yılı olsun...


Bugün güzel güneşli bir Pazartesi; yeni eğitim-öğretim yılının bütün öğrencilerimiz için sağlık, mutluluk, neşe ve başarı dolu bir yıl olmasını temenni ediyorum. Allah zihin açıklığı versin hepsine...

Biz de her ne kadar Çarşamba gününe yetişmesi gereken raporlar var ise de, bu özel günü kutlamak adına şirketten arkadaşlarımızla yiyelim, içelim, güzelleşelim diyerek Ali Usta'ya gittik. Anlayacağınız çocuklar okulda biz doyurucu bir telaşdaydık; Aylin, Aysu, Dürdane, Gülperi, Nalan, Serap ve Ben:)) İyi ki varsınız dostlar...

Döner dönmez künefenin ballı tadı ağzımdan kaybolmadan ve yoğun işlere başlamadan sizlere çok etkileyici bir paylaşımla Merhaba demek istedim, sanırım iyi de ettim:)) Keyif dolu güzel bir hafta olsun.

ÖĞRENDİM
İnsanlara kendimi zorla sevdiremeyeceğimi öğrendim
Yapabileceğin tek şey sevilebilecek biri olmak
Gerisi onlara kalmış
İnsanları ne kadar düşünürsen düşün,
Onların seni o kadar düşünmediklerini öğrendim
Güven elde edebilmek için yılların gerektiğini öğrendim
Ama yok etmek için saniyelerin bile yettiğini öğrendim
Önemli olanın hayatındaki eşyaların değil
Hayattaki kişilerin olduğunu öğrendim
İnsanın ancak 15 dakika çekici olabildiğini
Ondan sonra alışıldığını öğrendim
Kendimi karşılaştırmak için başkalarının en iyi yaptığını değil
Kendi en iyi yaptıklarımı kıstas almam gerektiğini öğrendim
İnsanlar için olayların değil onların daha önemli olduklarını öğrendim
Her ne kadar ince kesersen kes
Kestiğinin her zaman iki yüzü olacağını öğrendim
Sevdiğin kişilere sevgi dolu sözler söylemen gerektiğini
Belki bunun onu son defa görüşün olabileceğini öğrendim
Her ne kadar onu çok düşünsen de
Yine de gidebileceğini öğrendim
Kahramanların, yapılması gerekenleri ne pahasına olursa olsun,
Yapanlar olduğunu öğrendim
İnsanların seni hep hesapsız sevdiğini ama bunu nasıl gösterebileceklerini bilmediklerini öğrendim
Sinirlendiğimde gerçekten buna değse bile asla acımasız olmamam gerektiğini öğrendim
Gerçek dostluğun ve gerçek aşkın aramızda uzak mesafeler olsa bile büyüdüğünü öğrendim
Birisinin seni istediğin gibi sevmemesi
Onun seni tüm benliğiyle sevmediği anlamına gelmediğini öğrendim
Bir arkadaşın ne kadar iyi olursa olsun seni üzeceğini
Ve senin yine de onu affetmen gerektiğini öğrendim
Bazen başkaları tarafından affedilmenin yetmediğini öğrendim
Kendinde affetmeyi öğrenmelisin
Kalbin ne kadar kırılmış olursa olsun,
Dünyanın senin acılarından dolayı durmayacağını öğrendim
Geçmişimiz ve durumumuzun olduğumuz kişiliği etkilediğini
Ama olmamız gerekene karşı sorumlu olduğumuzu öğrendim
İki kişinin tartışması birbirini sevmedikleri anlamına gelmediğini öğrendim
Ve tartışmadıkları zamanda sevdikleri anlamına gelmediğini
Bazen kişiliğini eylemlerin önüne koyman gerektiğini öğrendim
İki kişinin tamamen aynı olan şeylere baktıklarında bile
Farklı şeyler görebildiklerini öğrendim
Hayatlarında her zaman dürüst bir şekilde daha ileriye gitmek isteyen
kişilerin sonuçları önemsemediklerini öğrendim
Seni doğru dürüst tanımayan kişilerin
Hayatını birkaç saat içinde değiştirebileceklerini öğrendim
Verebileceğin bir şey kalmadığında bile arkadaşın ağladığında
Ona yardım edebilecek gücü bulabildiğini öğrendim
Yazmanın konuşmak kadar duygusal gayret gerektirdiğini öğrendim
En fazla önemsediğim kişilerin, benden hep uzaklaştırıldıklarını öğrendim
İnsanları üzmeden duyarlı olarak kendi fikirlerini söylemenin
Çok zor olduğunu öğrendim
Sevmeyi
Ve sevilmeyi öğrendim
Öğrendim...

(alıntı)

17 Eylül 2010 Cuma

Cuma keyfi bu olsa gerek:)

Fonda sabırsızlıkla raflara yerleşmesini beklediğim, çıkar çıkmaz albümlerini aldığım Tarkan, Sertab Erener ve Yaşar var bu aralar... Müziği severim, beni dinlendiriyor, keyiflendiriyor, üstelik hepsi birbirinden güzel albümler herkese tavsiye ederim, almadıysanız mutlaka alın. Mega Vizyon'da cama yapıştırılmış "Tarkan'ın yeni albümü Sevdanın Son Vuruşu çıktı" afişini görünce nasıl heyecanlandığımı anlatamam 4-5 şarkı var ki aylardır beni dinlerken mutlu ediyor... Biz aşkı her ne kadar çiçekle, böcek gibi dolu dolu yaşamayı sevsek te bu şarkının bıraktığı ilk sorularına pozitif cevap verme hissi muhteşemm:))
Tarkan - Sevdanin Son Vurusu

Sertab'ın albümünü benzin alırken cicili bicili albüm kapağını görünce farketmiştim, kaçırır mıyım hiç? O ne muhteşem keyifli bir şarkı, aşk tazeletir cinsten, süperr; Renga Rengarenk:)) Yaşar'ı ilk albümlerinden beri ezber yapıp, ailecek çok sevdiğimiz için ve seyahat esnasında radyoda dinlerken koyulaştırdığım sözleri mırıldanıp bana baktığını farkettiğim aşkıma emrivaki hediye modunda aldırdım:)) İyi de etmişim, harika bir albüm, hayran kaldım. Yüreğinizden sevgi, gözlerinizden ışıltı, yüzünüzden neş'e eksik olmasın, sevgiler...

Yaşar – Yüreğimi Kaybettim

Yüreğimi kaybettim
Yüreğim yerinde yok ki
Bir elim sana uzanıyor
Tutamıyor seni

Gece yarısında mı
Sokak arasında mı
Çalışmayan telefonla mı arıyorsun

Gece yarısındayım
Hece arasındayım
O güzel gözlerinin karasındayım

Sen beni yanlış yerlerde arıyorsun canım
Sen beni bazen bazen de hiç aramıyorsun gülüm

İçindeyim senin
Hani o tatlı serserin
Hatırına eski günlerin
Ah sevgilim ay sevgilim

Sen hangi hasretim
Hangi aydan kalan
Kardan sonra açan
Güneşim çiçeğim ay sevgilim

Sen çırpınan denizde
Sen aranan liman
Ben ümitli gemi
Ararım seni ararım seni bıkmam

Mutlu hafta sonları herkese...


Her zaman yaşam nehriyle birlikte git. Asla akıntıya karşı gitmeye, nehirden hızlı akmaya çalışma. Sadece mutlak bir rahatlık içinde, her an kendini yuvada, rahat ve varoluşun içinde huzurlu hissederek git.

Unutmaman gereken şey yaşamın kısa değil sonsuz olduğu ve bu yüzden de aceleye hiç gerek olmadığıdır. Acele etmek yalnızca bir şeyleri kaçırmana neden olur. Varoluşun acele içinde olduğunu gördün mü hiç? Mevsimler zamanında gelir, çiçekler zamanı gelince açar, ağaçlar hayat kısa diye hızla büyümek için koşuşturmazlar. Tüm varoluş yaşamın sonsuzluğunun farkında gibi görünür. Biz hep buradaydık ve hep burada olacağız; tabi ki aynı biçimlerde, aynı bedenlerde değil. Yaşam evrimleşmeye, daha yüce evrelere erişmeye devam ediyor. Ama bunun bir sonu olmadığı gibi bir başlangıcı da yok. Başlangıçsız bir yaşamla, sonsuz bir yaşamın ortasında var oluyorsun. Daima bu iki taraflı sonsuzluğun ortasında yer alıyorsun. Varoluşun gizemlerini soruşturmaya bıraktığın anda varoluş kapılarını sana açar, seni buyur eder. Ve varoluşun gizemlerine bir misafir olarak girmek onurlu bir şeydir. Doğaya saldırmak, doğayı zorlamak ise barbarlıktır. Altın gelecek işte bu olacaktır; bilim varoluşla bir mücadele veya çekişme yerine bir aşk ilişkisine girdiğinde; onunla tezat olarak değil, derin bir ahenk, derin bir dostluk içinde var olabildiğinde...

OSHO - Altın Gelecek

13 Eylül 2010 Pazartesi


Bu bayram da İnebolu'daydık. Dalından incir, domates, biber, bol bol fındık, ceviz, tatlılar yedik. Ahmet Maranki'yle meşhur pilav gününde birlikteydik. Geleneksel kutlamaları çok güzeldi, gelini olduğum bu şirin ilçenin... Her ne kadar dün dönüş trafiğine yakalansakta güzel bir tatil geçirip, çok şükür evimize dönebilmenin sevincini yaşadık; babamın dediği gibi gittiğin yer saray bile olsa En Evim Şen Evim'miş:)) Azıcık
geç kalmış olsam da; sağlık, neşe, sevgi dolu ve huzurlu daha nice bayramlara hep beraber kavuşmak dileğiyle, tekrar merhaba diyorum.

Can Yücel'in kaleminden BAYRAM;


Zamanla anlıyor insan: 3-4 güne sıkışmış bir tatilden öte bir şey bayram... Hayata rasgele serpiştirilmiş ilahi ikramlar, kıymet bilen kullara her daim bayram yaşatır. Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz kalınca anlar insan... Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir; sevmeninkini yalnızlık... Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır. Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayıp "Çok şükür bugünü de gördük" diyebilmek... Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır. Küsken barışmak, ayrıyken kavuşmak, suskunken konuşmak bayramdır. Bir kitabı bitirmek, bir binayı bitirmek, bir okulu bitirmek, kâbuslu bir rüyayı, kodeste ağır cezayı bitirmek bayramdır. Yoğun bakımda sancılı geceyi ya da kangren olmuş bir ilişkiyi bitirmek de öyle... Vuslat da bayramdır öte yandan... Endişe içinde beklediğinden mektup almak, telefonda ansızın sesini duymak, deli gibi burnunda tütenin boynuna sarılmak bayramdır.

En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun köşesini bölmek, korktuğunda güvendiğine sarılabilmek, dara düştüğünde dost kapısını çalabilmek bayramdır.

Bir sürpriz paketinden çıkan hediye, tatlı bir şekerlemede üstüne serilen battaniye, saçlarını müşfik bir sevgiyle okşayan anne bayramdır. "Ona güvenmiştim, yanılmamışım" sözü bayramdır.

Hiç aldatmamış, aldanmamış olmak bayram... Yeni bir sözcük öğrenmek, bir tünelin sonuna gelmek, müzmin bir işin kapısını çarpıp uzun bir yola çıkıvermek bayramdır.

Zorluklara tek başına göğüs gerebilmek, gereğinde haksızlığın üstüne yalın kılıç yürüyebilmek bayramdır. Yeni eve asılan basma perdeler, alın teriyle kazanılmış ilk rızkın konduğu çerçeveler, yüklü bir borcun son taksiti ödenirken sıkılan eller bayramdır.

Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi, akşam kapıda karşılayan yavuklu busesi, sevdalı bir elin tende gezmesi, nice adağın ardından çınlayan çocuk sesi bayramdır.

Sonrasında gelen ilk diş bayramdır, ilk söz bayram, ilk adım, ilk yazı, ilk karne bayram...

Güne gülümseyerek başlamak bayramdır. "İyi ki yanımdasın" bayram, "Her şeyi sana borçluyum" Bayram, "Hiç pişman değilim" bayram... Evlatların mürüvvetini görebilmek, eve dolu bir torbayla gidebilmek, konu komşuyla yarenlik edebilmek, akşamları eskimeyen bir keyifle çay demleyebilmek bayramdır.

Zamanı donduran eski fotoğraflara nedametsiz bakabilmek, altı çizilmiş eski kitapları aynı inançla okuyabilmek, yol arkadaşlarının yüzüne utanmadan bakabilmek bayramdır. Alnı açık yaşlanmak bayramdır; ulu bir çınar gibi ayakta ölebilmek bayram...

Bunların kadrini bilirseniz, kıymet bilmeyi öğrenirseniz her gününüz bayram olur. Meraklanmayın, öyledir diye size deli demezler. Deseler de böyle delilik, bayram artığı günlerdeki nankör akıllılıktan evladır.

Her gününüz bayram olsun..!

5 Eylül 2010 Pazar

Bin aydan hayırlı Kadir Gecemiz mübarek olsun.


Kur'an-ı Kerim'de Cenab-ı Hak, bu mübarek gecenin kıymet ve faziletini şöyle beyan buyurmaktadır:

"Biz onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır.. O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrail), her iş için iner dururlar. O gece, esenlik doludur. Tâ fecrin doğuşuna kadar." (Kadir Suresi )

Resul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz buyuruyor:

"Kim Kadir Gecesi'nde inanarak, ihlas ile o geceyi ibadetle geçirirse, geçmiş günahları bağışlanır."

Bu gecede nasıl dua edelim?

Bunu da Müminlerin annesi Hazret-i Âişe (r.a.) vasıtasıyla yine Peygamberimizden, öğrenelim:

"Dedim ki, 'Yâ Resulallah, Kadir Gecesine rastlarsam nasıl dua edeyim?’
Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam "Allahümme inneke afüvvün kerîmün tuhibbü'l afve fa'fu annî (Allah’ım, Sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affeyle) dersin' buyurdu"

RABBİM HEPİMİZİN GÜNAHLARINI AFFETSİN, BU MÜBAREK GECEDE DUALARIMIZI KABUL ETSİN, DAHA NİCE KADİR GECELERİNE SEVDİKLERİMİZLE SAĞLIK, MUTLULUK VE SELAMETLE KAVUŞMAMIZI NASİP ETSİN, AMİN. DUALARDA UNUTULMAMAK DİLEĞİYLE HAYIRLI KANDİLLER...

2 Eylül 2010 Perşembe

RENGARENK


Ben suysam o ateş
Ruhu var ruhuma eş
Griler hep düşmanım
Kırmızılar bana kardeş

Dilimde o nağmeler
Seviyorum demeler
Saçlarım hep boynunda
Ha hay… Ne güzel kareler

Gözüm kara kalmadı yara

Oldum renga renga rengarenk

Bazen her şey sararıp solar

Biz hep renga rengarenk:))

Mevlana'dan elimizdekilerin kıymetini bilmek için güzel bir şiir; herşeye rağmen hayat çok güzel...


‎"Üzülme!..
Dert etme can!..
Görebiliyorsan,
dokunabiliyorsan,
nefes alabiliyorsan,...
yürüyebiliyorsan...
Ne mutlu sana!..
Elinde olmayanları söyleme bana...
Elinde olanlardan bahset can!…
Üzülme!..
Geceler hep kimsesiz mi geçecek?..
Gidenler dönmeyecek mi?..
Yitirdiğin her ne ise;
bir bakarsın yağmurlu bir gecede..
Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış...
Bil ki! Güzellikler de var bu hayatta...
Gel Git’lerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin?.. “
Hüzün olgunlaştırır” ...“
Kaybetmek sabrı öğretir”.."

Mevlana

"Annemi Seviyorum" çekilişi Alya Dua'dan...

Efendim bir tembelliktir gidiyor, farkındasınızdır. En güzel olan her akşam ki iftar sofralarının telaşeleri; maşallah ne bereketli çeşit çeşit sofralar... Ramazan'ın huzuruyla ev-iş arasında mekik dokuyan arkadaşınız bloguna pek fırsat bulupta vakit ayıramasa da arada sizleri takip etmeye çalışıyor. İlk adım derslerine başlangıç, iftarlar, misafirler, gezmeler, yemekler, sofralar derken paylaşılacak ne çok şey var aslında bilseniz... İlk boşlukta buralardayım yine:) Birazdan kızımın ortodondist randevusuna gideceğiz, yani koşturmacalar aynen devam. Herkese hayırlı cumalar, bereketli, sağlıklı ramazanlar dilerim. Sevgilerimle...

Bu arada yeni bir çekiliş hakkında size duyuruda bulunmak istiyorum. Hediyeleşme etkinliğini tatlı mı tatlı bir bebiş yapınca daha eğlenceli oluyor. Bu şirineyle tanışmak ve çekilişe katılmak isterseniz buyrun tıklayın. http://alyaduaylaadimadim.blogspot.com/