27 Mayıs 2010 Perşembe

MIRRRR...

Aralarındaki anlaşma şuydu; Kavga ettikleri zaman kim kendini haksız görürse, ötekini arayacak ve kedi diliyle konuşacaktı.

Yani ona "Mırr" diyecek ve barışacaklardı.

Birbirlerini çok seviyorlardı.

Her seven gibi ara sıra münakaşaları, gerginlikleri oluyordu.

Ama her defasında bu "Mırrlama" harikulade bir maymuncuk gibi bütün gerginlikleri açıyor, işler yoluna giriyordu.

Evliliklerinin altın parolası buydu.

Küçük bir kedi "Mırrlaması"...

Kendi deyişleriyle, "Böylece aralarındaki gerginlik yumuşatılıyor, normal hayata dönüyorlardı".

Bu aslında, "Senin çabanı takdir ediyorum" anlamına geliyordu.

Öteki için de "Özrünü kabul ediyorum"...

Bu anlaşmanın tek şartı vardı.

İkisinden birisi mutlaka "Mırr" diyecekti.

* * *

Sonra bir gün ilginç bir şey oldu.

Yine bir gerginlik günüydü.

Arada negatif rüzgárlar esmiş, gergin elektrikler gidip gelmişti.

Hafiften bir küskünlük yani.

Herkes kendi yoluna gitmişti.

Durumu düzeltmek için, ikisinden birinin ötekini arayıp "Mırr" demesi gerekiyordu.

Ama bunu kim diyecekti?

Kadın, düşündü.

Derinlemesine düşündü.

Tarafsız olmaya çalıştı.

Sonunda kararını verdi.

Kabahatli kendisiydi ve onun telefonu açıp "Mırr" demesi gerekiyordu.

* * *

Statüsü şuymuş, buymuş hiç umurunda değildi.

Kadınlık gururuymuş, erkeğin alttan alması gerekirmiş gibi, kıymeti kendinden menkul psikolojik kanunların hiçbirine sığınmadı.

Eli telefona gitti ve numaraları çevirdi.

O daha telefon açılıp karşıdan "Alo" sesi gelmeden, parolayı verdi:

"Mırrr..."

Hayret...

Karşıdan soluk sesi bile gelmedi.

Bunun üzerine tekrarladı.

"Mırrr..."

Yine ses yok.

Oysa o, bir "Mırr" değil, iki, üç, hatta beş "Mırr" sesi bekliyordu.

Kendi kendine derin bir iç muhasebeye girişti.

Acaba onu gerçekten bu kadar çok mu kırmıştı?

Gerçekten bu kadar ağır sözler mi söylemişti?

Artık geri dönüş yok muydu?

İşte tam bu muhasebenin ortasında, ahizenin öteki tarafından, çok cılız bir ses geldi:

"Mırr..."

Ses çok ama çok cılızdı.

Hatta o günün teknik imkánlarında, telefonun zırıltısı bile o "Mıırr"dan daha kuvvetliydi.

Gerçek bir "Mırr" mı yoksa "zoraki" biri mi?

Sorunun gerçek cevabını akşam evde öğrenecekti.

* * *

Erkek, Türkiye'nin en büyük, en efsane şirketinin başındaydı.

Çok önemli bir toplantıdaydı.

Etrafı şirketin en baba isimleriyle doluydu.

Sekreterine, "Telefonda kimseyi bağlamayın" talimatı vermişti.

İşte telefon böyle bir ortamdaydı.

Sekreter, ürkek bir sesle, "Ama efendim, arayan Hanımefendi" diyordu.

Ahizeyi eline aldı ve gelen sesi duydu:

"Mırr..."

Etrafına baktı.

Şirketin bütün büyük müdürleri kendine bakıyordu.

Bir tarafta dünyalar kadar sevdiği karısı.

Öteki tarafta kendisi kadar sevdiği karizması.

Bir saniye bile düşünmedi.

Telefonu ağzına yapıştırdı ve ancak onun duyabileceği bir sesle "Mırrr" diye fısıldadı.

Olayın gerisini akşam evde karısına anlattı.

* * *

Kocasını arayan kadın Suna Kıraç'tı.

Koç topluluğunun en efsanevi isimlerinden biri.
Vehbi Koç'un kızı.

Aradığı kişi kocası İnan Kıraç'tı.

Koç Grubu'nun en üst düzey yöneticisi.

Suna Kıraç yıllar sonra şunu söyleyecekti:

"Her çiftin gündelik yaşamda kendilerine özgü bir dilinin olduğuna inanırım."

Onlarınki "kedi diliydi".

Bana göre de bir kadınla erkek arasındaki en etkili dil.

(*) Suna Kıraç: "Ömrümden Uzun İdeallerim Var." Yayına hazırlayan Rıdvan Akar, 2007.
Güzel bir Cuma akşamına daha yaklaşırken herkese şimdiden hayırlı cumalar diliyorum ve önemli bir rica da bulunmak istiyorum. Umarım yalnız bırakmazsınız;

Sevgili Muazzez arkadaşım, sen de bloguma hoşgeldin. Bir önceki konuda yazmış olduğun yorumu okuyup bloguna ulaştığımda çok üzüldüm, en kısa zamanda can dostunun iyileşmesini temenni ediyorum. Buradan güzel yüreğinle başlattığın destek çağrısını tüm arkadaşlarımla paylaşmak istedim. Bu güzel günde fatihalar, ihlaslar, YÂ ŞÂFİ,YÂ SELÂM ismiyle istiyoruz Rabbim arkadaşına ve bütün hastalara acil şifalar versin inşallah. Dualarımız onunla, sevgiler...

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Dua...

Ortanca kız kardeşimin kayınpederi vefat etti. Allah rahmet eylesin, günahlarını affetsin, mekanını cennet etsin inşallah... Yaşı 70'in üzerindeydi hatırladığım kadarıyla... Çok fazla görüşememiş olsak da gelinine, torununa kıymet veren, espirili, hem çok misafirperver hem de çok sevilen biriydi. 5 sene önce eşini kaybetmiş, kızları ve oğluyla hayata tutunmaya çalışıyordu.

Her şey çok hızlı oldu; 15 gün önce o evlerden uzak hastalığa yakalandığını öğrendik. Aniden yürüyememeye başlamıştı ve acile kaldırıldı 2-3 gün testler için hastanede yatırdılar sonra eve gelince yatışının yapılıp kemoterapi olması için bütün hastanelere başvurdular. Öncelikle büyük hastanelerde yer bulunamadı. Okmeydanı'na sevk için çabalıyorlardı. Bu arada kendini azıcık iyi hissettiği geçen hafta sonunda 1 gün kızlarıyla balık yemeye 1 günde oğluyla hava almak için gezmeye gitmişler ve Pazar gecesi acile kaldırılıp Çapa'nın özel bölümünde yoğun bakıma alınmış. Sebep; vücut zayıf düştüğü için zaturre olmuş demişler. Pazartesi 5 kez kalp krizi geçirmiş, hayata her döndüğünde kalbi daha çok zayıflamış ve dün akşam hayata gözlerini yummuş. Dün iş çıkışı anneme uğradığımda minik yeğenim Emir'in dedesini hasta diye üzülerek anlattığı sırada, kardeşim annemi arayıp "doktorlar aile yakınlarını çağırdı" dediğinde anlamıştık; bir ömür daha akıp geçmişti bu hayattan.. Yusuf Dedesi bu amansız hastalıktan çok çekmeden göçüp gitti dedik ama her ölüm, erken ölüm; bu acıyı yaşayan için çok zor... Rabbim kabrine genişlik, yakınlarına sabırlar versin, bütün hastalara da acil şifalar nasip etsin inşallah.

Bugün öğleye doğru eşimle işyerinden izin alıp Kandilli'de ki cenaze evine gittik. Bayanların hepsi bahçede erkekler de dışardalardı. Hepsine başınız sağolsun diyerek taziyelerimizi ilettik. Ama dikkat ettiğim şöyle bir şey vardı ki bu pek hoş değildi. Bayanların çoğunda bir eşarp bile yoktu, askılı tişörtlerle kısa eteklerle gelenler vardı. En azından cenaze aracı helallik almak için kapının önüne geldiğinde biraz dikkatli davranıp başa alınan bir şal ile, uygun bir uslupla karşılanabilirdi. Herkesin fikri farklı olabilir bizim de hatalı veya dalgın davrandığımız zamanlar elbette vardır tamam ama cenazede böyle olmamalıydı. Birkaç yaşlı teyze, annem ve bizlerde namaz örtüleri vardı ama cenaze merasiminin nasıl olması gerektiğini bilmeyen aklı başında, bizlerden büyük bir sürü insan vardı o ortamda... Üstelik aynı grup hiç tereddüt etmeden cenazenin ardından camiye ve mezarlığa da gitti. Amacım kesinlikle kimseyi yadırgamak veya eleştirmek değil, herkesin günahı sevabı kendine; ama en azından birazdan kabre uğurlayacağın meftaya, okunan Fatiha'ya, amin diyerek ellerini açtığı duaya saygısı olmalı herkesin! Yoksa olan kalana değil, ameliyle başbaşa kalan gidene oluyor, başka kimseye değil... Herkes yarın koşturmacasına devam edip, bir süre sonra kendi derdine, günlük telaşelerine düşüyor. Hiç olmazsa o ana saygı duymalı ve gereği gibi davranılmalı diye düşünüyorum, hepsi bu...

Yuvalarımızdan huzur, sofralarımızdan bereket, bedenlerimizden sağlık sıhhat eksik olmasın. Cümlemizin ölmüşlerinin kabri nur, mekanları cennet olsun, Lailahe illallah imanla sabır, Muhammedün Resullullah azapsız kabir, amin.

"Kimseye baki değil, Mülk-i dünya sim-ü zer,
Bir harap olmuş gönül Tamir etmektir hüner,
Buna fani dünya derler, Durmayıp daim döner,
Ademoğlu bir fenerdir, Akıbet bir gün söner."


* sim-ü zer; altın ve gümüş anlamındadır.

Bugün yaşayacağım her şeyi ben seçeceğim;

Bugün erken kalktım.
Gün boyunca yapabileceklerimi düşündükçe heyecan
sarıyor her yanımı...
Yerine getireceğim sorumluluklar var. Kendimi önemli hissediyorum.
Yapmam gereken ilk şey nasıl bir gün yaşayacağıma karar vermek!
BUGÜN, yaşayacağım her şeyi ben seçeceğim;
Ya kızacağım yağmura etrafı ıslatıyor diye,
Ya da seveceğim onu çiçeklerimi suladığı için.
Ya sıkılacağım param yok diye,
Ya da harcamalarımı planlayıp, müsriflikten uzak kalmaya çalışacağım.
Ya sızlanacağım bozulan sağlığıma,
Ya da hayatta olmayı kutlayacağım.
Ya içli içli sitem edeceğim anne babama, beni büyütürken veremedikleri şeyler yüzünden,
Ya da onları yürekten seveceğim beni dünyaya getirdikleri için.
Ya sıkıntı basacak dikenli güllere katlanmak zorundayım diye,
Ya da dikenlerin gülleri var diyerek umut dolacağım.
Ya kaybettiğim dostlar için yas tutacağım,
Ya da yeni insanlarla yeni dostluklar peşinde koşacağım.
Ya işe gitmek zorunda olduğum için mızırdanacağım,
Ya da gidecek bir işim olduğu için sevinç dolacağım.
Ya ev işleri yapmak eziyet olacak bana,
Ya da işlerini yaptığım o evde aklımı, ruhumu ve bedenimi barındırabildiğim için minnettar olacağım.
Belki yeni şeyler öğrenmek istemeyecek canım,
Ya kızgın olacağım -öğrenmek gereken ne çok şey var- diye,
Ya da ufak tefek de olsa faydalı ne varsa öğrenmeye çalışacağım.

( YASEMİN SUNGUR'dan alıntıdır. )

21 Mayıs 2010 Cuma

"BARDAGI YERE BIRAKIN BUGUN! "

Profesör elinde içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı.

Herkesin göreceği bir şekilde tutuyordu ve ardından sordu :

“Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?”

'50gm!'... '100gm!'...'125gm'... diye öğrenciler yanıtladı.

“ Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem,” dedi profösör, “ama, benim sorum şu ki :

“Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?”

‘Hiçbir şey'… diye yanıtladı öğrenciler.

“Tamam peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?” diye sordu profesör bu kez…

“Kolunuz ağrımaya başlardı efendim” diye öğrencilerden biri yanıtladı

“Haklısın, peki şimdi ben 1 gün boyunca tutsam ne olurdu?”

“Kolunuz iyice ağrır, kas spazmı, batar vs gibi sorunlar yaşardınız ve hastaneye gitmek zorunda kalırdınız!”…..

Tüm öğrenciler çeşitli yorumlar yaptı ve gülüştüler

“ Çok iyi. Peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme olur muydu? ” diye sordu profesör.

“ Hayır….” diye yanıtladı herkes ...

Peki o zaman kolun ağrımasına ve kas spazmına neden olan neydi?”

Öğrenciler bulmaca çözermişçesine düşünmeye başladılar.

“ Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda? ” diye tekrar profesör sordu.

“ Bardağı bırakın düşsün! ” diye öğrencilerden biri yanıt verdi.

“Kesinlikle!” dedi, profesör.

“Hayatın problemleri de böyle bir şeydir. Onları kafanda birkaç dakika tutarsın. Bir sorun yokmuş gibi görünür.

Uzun bir süre düşünürsün. Başınız ağrımaya başlar.

Daha uzun düşünün. Artık seni bitirmeye ve hiçbir şey yapamamana neden olur.

Hayatınızdaki mücadeleleri ve problemleri düşünmek önemlidir, fakat DAHA ÖNEMLİSİ onları her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır (bardak gibi).

Bu şekilde strese girmez, ve her gün taze bir beyin ile uyanır ve her konuyla ve yolunuza çıkan her mücadele ile başa çıkabilecek güçte olursunuz!

Bu yüzden bugün ofisten ayrıldığınızda,

Sevdiklerinize şunu hatırlatın :

" Bardağı yere bırakın bugün! "

"Ağlamak ve Gülmek"


Bir ikilidir ağlamak ve gülmek. Ağlamak, sanılanın aksine çaresizlik, zayıflık, güçsüzlük demek değildir bence.

Gariptir belki… Ama ben ne zaman ağlayan birini görsem, içim gerçekten acısa dahi bir miktar da sevinirim.

Çünkü üzülmeyi becerebilen bir kişi, sevmeyi de bir o kadar iyi becerebilir. Çünkü, ağlayabilen bir insan gülmenin

o mükemmel kıymetini belki de daha iyi anlıyabilir.Bilirim ki, ağlayan bir kişinin kalbi henüz nasır tutmamıştır.

Yüreği katılaşmamış, duyguları bitmemiştir. Hani derler ya, “Kalp ağlamazsa göz yaşı da akmaz…” İşte böyle bir şey…

Sevindiğinizde, mutluluktan uçacak olduğunuzda nasıl kahkahalar atarsınız ya! Üzüldüğünüzde de dökülen

gözyaşları bir o kadar değerlidir. Sinirli ve kibirli olduğumuzda, öfke ve intikam duygusu dolacağımıza, kalbimizi

nasırlaştıracağımıza, gözlerimizle ağlama olgusu yerine getirmek belki de en iyisidir. Belki hakikati değiştirmez,

ama… Kalbinizin doğru ateşi bularak yumuşamasına vesile olur.Ağlayan bir kişi gördüğünüzde, ona samimi

birkaç söz, birkaç dokunuş ya da uzatılan bir mendil ona yapılacak en büyük destektir. Bunlar, bin türlü sözcük,

davranıştan belki de daha önemli, daha kıymetlidir..Bence, ağlamak insanın insan olmasını gerektirdiklerinden

biridir. Ve… Ağlamakla gülmek olmazsa olmaz bir ikilidir.
Tıpkı evrende bulunan diğer zıtlıklar gibi....

Güzel bir deneme yazısından alıntıdır.

16 Mayıs 2010 Pazar

BURSASPOR ŞAMPİYON, TEBRİKLER ERTUĞRUL SAĞLAM VE EKİBİNE!!!


23 Nisan'ı birleştirerek gittiğimiz Bursa'da tüm halk ve esnafın BURSASPOR'a verdiği desteği bizzat gözlerimizle görmüş, teknik direktörü bir Türk olan bu başarılı Anadolu takımımızın Yeşil Bursamız'a şampiyonluğu getirmesini canı gönülden istemiştik. Maçları izlerken Bursalılar kadar heyecanlandığımız da kesin.
Fenerbahçe 1-1 Trabzonspor ; Bursaspor 2-1 Beşiktaş

Veee BU SKORLA BURSA BİR TARİH YAZDI!

Sonuna kadar hakedilmiş bu zaferlerinden dolayı BURSASPOR'a emek veren teknik direktör Ertuğrul Sağlam ve tüm futbolcuları tebrik ediyorum, daha nice şampiyonluklar diliyorum.

YEŞİL BEYAZ ŞAMPİYON BURSA!!!

Bursa gezimizi merak eden varsa tıklayın derim:))

>

Dostlukla iç içe!

Sevilciğime bu güzel paylaşımı için teşekkürler...


MEVLANA OĞLUNA DER Kİ;

“Bahaeddin! Eğer daima cennette olmak istersen,
herkesle dost ol, hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma!
Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma!
Merhem ve mum gibi ol! İğne gibi olma!
Eğer hiç kimseden sana fenalık gelmesini istemezsen,
Fena söyleyici!
Fena öğretici!
Fena düşünceli olma!
Çünkü bir adamı dostlukla anarsan, daima sevinç içinde olursun.
İşte o sevinç cennetin ta kendisidir.
Eğer bir kimseyi düşmanlıkla anarsan, daima üzüntü içinde olursun.
İşte bu gam da cehennemin ta kendisidir.
Dostlarını andığın vakit içinin bahçesi çiçeklenir,
gül ve fesleğenlerle dolar.
Düşmanları andığın vakit, için dikenler ve yılanlarla dolar,
canın sıkılır, içine pejmürdelik gelir.
Bütün peygamberler ve veliler, böyle yaptılar,
içlerindeki karakteri dışarı vurdular.
Halk onların bu güzel huyuna mağlup olup tutuldu,
hepsi gönül hoşluğu ile onların ümmeti ve müridi oldular.”
Düşmanını sevmek, düşmanının da seni sevmesini istersen,
kırk gün onun hayrını ve iyiliğini söyle, o düşman senin dostun olur;
Çünkü gönülden dile yol olduğu gibi, dilden de gönüle yol vardır.
Allah’ın sevgisini de onun aziz isimleriyle elde etmek mümkündür.
Kalbinizde arınma olması için beni pek çok anmaktan geri durmayın.
Kalbinizde arınma ne kadar çok olursa,
Allah’ın nurunun parlaklığı da kalpte o nispette fazla olur.
Nitekim ekmekçinin tandırı ne kadar sıcak olursa,
o kadar ekmek alır, soğuk olunca ekmek almaz.

SAĞLIK, DOSTLUK, SEVGİ VE MUTLULUK
DOLU HAFTALAR HERKESE...

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Tatlısın, Tatlıyım, Tatlıyız:))


2. Sweet Blog ödülüm güzel arkadaşım Sevil'den geldi, kendisine çoook teşekkür ediyorum. Ödül göndermek istediğim o kadar çok arkadaşım var ki, ama hemen hepsi daha önce bu ödülü aldığı için mümkün olduğunca bu ödülü daha önce hiç almamış olan İkinci On blogcanımı açıklıyoruuuum:))
Seçim yapmak yine çok zor olacak...

http://sihirlitatlar.blogspot.com/
http://icimdengeldigigibii.blogspot.com
http://beyazbalonlar.blogspot.com
http://yemekplanet.blogspot.com/
http://dilekkmutfakta.blogspot.com/
http://casminella.blogspot.com/
http://nohutodabaklasofra.blogspot.com/
http://annemineli.blogspot.com/
http://enguzeltatlar.blogspot.com/
http://halimcegunce.blogspot.com/

8-9 Mayıs Anneler Günümüz'ün en güzel hediyesi prensesimden geldi...


Cumartesi harıl harıl bir hediye telaşı vardı; Yalnız kalabalık şekilde soluğu sahilde aldık; Annem, Elazığ'dan gelen teyzem, kızım ve yeğenim... Çocuk reyonunda daha önce bazı bloglarda rastladığım bu şirin tişörtü görünce hemen fotoğrafladım:)


Sportive'den bayıldığım bu Reebok eşofmanı ve yeni çıkan bir spor ayakkabıyı almak istiyordum, fakat ayakkabı önümüzdeki günlerde mağazaya geleceği için kısmet kızıma bir Nike spor ayakkabı almaktaymış. İsteklerimi daha sonraya ertelediğime bakmayın; kendi hediyemi kendim almaktan gocunmayan, Pazar sabahı güzel bir kahvaltı hazırlayıp, çiçek ve yemekle günü devam ettiren kocaya şükreden biri olarak annelerime hediyelerini aldıktan sonra kendime aldığım hediye işini abartıp, ince trikodan şirin beyaz bir hırka, pembiş çiçekli şifon gömlek, fırfırlı bir gömlek ve bluzle alışveriş defterini kapattım:) Böylelikle ben daha karlı çıkıyorum diye de gülüştüm annemlere; en son altın bir kolye almıştı da onu bile değiştirmiştim çünkü, beğene beğene almak en güzeli derim hep:) Emir bey de maşallah bayağı eğlendi; hamburger, dondurma, oyuncaklar, rastladığı kedilerle sahilboyu oynadığı oyunlar ve mağazalarda yaptığı türlü şebekliklerle... Ne zormuş dedim bazen çocuk kovalamak:))


Akşam kayınvalideme gittik ertesi gün yukarıda anlattıklarımızı yapabilelim diye:) Günü bitirirkense hep beraber Yuşa'ya gittik, dualar ettik. Allah büyüklerimizi başımızdan eksik etmesin, uzun ömürler versin hepsine; sarılmak, sevilmek ne güzel onlar tarafından. Babacığımı da nur içinde yatırsın Rabbim, mekanı cennet olsun. Anacığıma sarılırken bir yanı hep hüzünlüydü...

9 Mayıs Pazar; benim sevdiğim lezzetlerden güzel bir kahvaltı, mis kokan güller ve güzel sözlerle devam etti. Birtanecik kızım ve aşkım iyi ki varsınız, her şey için teşekkürler...

Bu şirinemden anneler gününün en güzel gönül tadı bu da ağız tadı, Allah'a çok şükür... Sağlıcakla kalın dostlar:))

CiciBebeden cici ödülüm:))

Şeker mi şekerr ilk Sweet Blog Ödülüm

Sevgili CiciBebeden Ciciler bana bu tatlı ödülü göndermiş; kendisine çok teşekkür ediyor ve hemen benim için zor olacak ilk on blogcanıma kurallara uyarak ödülümü ışınlıyorum:))
2. On için 1-2 gün daha lazım, zira mümkün olduğunca aynı ödülü daha önce almayanları arıyorum. Şimdi herkesi haberdar etmeye kaçtım:))

http://tuzluvesekerli.blogspot.com/
http://ojeliparmaklar.blogspot.com/
http://kendimceyemek.blogspot.com/
http://www.cafederins.com/
http://kayracem.blogspot.com/
http://inciyemek.blogspot.com/
http://merababendilek.blogspot.com/
http://nanekokusu.blogspot.com
http://www.huysuzbalik.com/
http://mucizemsinbebeim.blogspot.com/

7 Mayıs 2010 Cuma

Papatya kadar güzel Annelere...


Hafta sonu yoğun geçebilir düşüncesiyle, bütün arkadaşlarımızın anneler gününü şimdiden kutluyorum. Daha nice 9 Mayıs'lara yavrularımızla ve annelerimizle beraber sağlıcakla, neşeyle kavuşmamızı diliyor, sevgilerimi öpücüklerimi yolluyorum.

Duanın gücüyle kalmak için buyrun okuyun. Hilalciğimin ellerine, yüreğine sağlık... Mutlu hafta sonları herkese:))

BAHAR YEMEKLERİ

Sn. Dr. Nevin Halıcı'dan :

"Damlardaki kar, saçaklardaki buz
Kanı kaynayan suya dar geliyor.
Haberin var mı, oluklardan sonsuz
Akan su sesinde bahar geliyor"
Cahit Sıtkı Tarancı

Her ne kadar karı ve kışı fazla görmesek de bahar yüzünü göstermeye başladı. Takvimlerin belirttiği, Anadolulu teyzelerin çok iyi takip edip söylediği gibi cemreler havaya, suya düşmüş, sonuncusu da yakında toprağa düşecek ve bahara kesinlikle kavuşacakmışız! Şarkıda "Baharı görmeden yaz geldi geçti" der, biz ise kışı görmeden bahar geldi, şarkıları terennüm ediyoruz. Bahara kim hayır diyebilir ki? Aydınlık yüzü ile yağmuru ve rüzgarı ile Sultan Nevruz'u, Hıdırellez'i, kır gezmeleri ile baharın başımızın üstünde yeri var; gelsin, içimizi ferahlık ve neşeyle doldursun.

Anadolu'da bahar her yerde coşku ile karşılanır, kırlara gidilir, gülünür, eğlenilir. Kır gezmeleri için her yerde özel yemekler hazırlanır. Kuzu çevirme, tandıra çebiç veya büryan asmaları, sac kavurmaları gibi et yemeklerinden tutun da her türlü börek, zeytinyağlı dolmalar, sarmalar, çağla, erik gibi bahar meyveleri, çerezler, tatlı kurabiyeler, tuzlu çörekler gibi çeşitli yiyecekler bahar sofralarını süsler. Kabuklarını soyarken "dertlerimizden soyulalım" diye yumurta, patates haşlamaları ihmal edilmez; yarışma amacıyla yumurtalar tokuşturulur; "vücudumuzu tazelesin" diye taze koyunun sütü içilir; "vücuttaki kötü enerjiyi attırmak amacıyla çıplak ayaklarla yeşil çimenlere basılır, neşelenmek için küplerden çekilen maniler okunur, bazı bölgelerde evlenecek gençler kır eğlencelerinde birbirlerini seçerler, buna benzer daha neler neler yapılır, çünkü bahardır gelen...

Mart'ın yirmi birinci günü kutlanan Sultan Nevruz'da "Sultan"ın "S"si için S ile başlayan simit, susam, soğan, sarımsak, sirke, su, süt gibi yedi yiyecek yenilmesi gerektiğine inanılır. Hıdırellez'de ise Hızır Aleyhisselam'ın kardeşiyle buluşmaya giderken elini nereye sürerse bereket dağıttığına inanıldığı için kilerlerdeki bütün yiyecek küplerinin ağzı Hızır Aleyhisselam'ın elinin değmesi için açık tutulur. Bazı bölgelerimizde, bir yılı ferahlık ve mutlulukla geçirmek için, beyaz renkli yiyecekler yenilmesi gerektiğine inanılır. Bu nedenle sofradan süt, ayran, peynir, pirinç pilavı, top yumurta gibi yiyecekler eksik edilmez.

Bahar sofraları her türlü bahar çiçekleri ile süslense de baharın çiçeği Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da nergistir. Hanımlar sofraları kurarken delikanlılar, yüksek tepelerde karlar arasında açan nergisleri toplayarak sofraları nergislerle süslerler. Nergis bulamayanlar için ise nergisleme adı verilen yumurta salatası sarı beyaz renkleriyle sofrada nergisin yerini alır. Baharın hepimize sağlık, neşe, mutluluklar getirmesi dileğiyle bu hafta Hz. Mevlânâ'nın

"Bu sözü bırak artık; ört tandırın üstünü ört; ört de ekmeğini tirit haline getirsinler" dediği, Konya'da türlü çeşitleri olan, kırlarda kolaylığı nedeniyle çok uygulanan tiritlerden birini, Konya Yemek Kültürü ve Konya Yemekleri kitabımızdan sunalım. Ağız tadıyla, bahar aydınlığı içinde kalın, sevgili okuyucularım.

***


Et Tiridi

Ayşe Tırıs Hanımefendi'yi dinleyelim: "Kemikli eti pişirip didecen. Doğranmış tandır ekmeğinin üzerine soğanı değirmi değirmi doğrayıp, tuzla öldürüp, yayacan. Didilmiş eti ve suyunu ekmeğin yüzüne dökecen. Maydanoz kıyıp, sumak atacan."

4 kişilik

Pişme süresi: 40-50 dakika

½ kg kemikli koyun eti

4 sb su

1 çay kaşığı tuz

3 tandır ekmeği (kuşbaşı doğranmış)

4 baş soğan (ince halka doğranmış)

1 tatlı kaşığı tuz

1 tatlı kaşığı sumak

1 su bardağı maydanoz (kıyılmış)

Yapılışı: Eti yıka, ateşe koy. Kaynamaya başlayınca üzerine biriken köpüğü kevgirle al, kapak ört, etler dağılıncaya kadar pişir. Tuz at, beş dakika sonra ateşten al. Ekmekleri lengeriye koy. Soğanı tuzla, iki dakika beklet, avuçla ov, yıka, iyice sık, ekmeklerin üzerine yay, sumak serp. Ilınan etlerin kemiklerini ayır, etleri dit, lengerideki ekmeklerin üzerine gezdir; maydanozu üzerine serp veya tabağın etrafına düzenle, sofraya al.

Günaydın, Hayırlı Bereketli Cumalar...

Allahumme Salli Ala Seyyidina Muhammedin Ve Ala Ali Seyyidina Muhammed.

Hz. Muhammed (s.a.v) şöyle demiş:

Bir kul bir defa "Elhamdü lillah" dediği zaman yer ile gök arası sevap ile doldurmuş olur.

2. İkinci defa "Elhamdü lillah" dediği zaman, yerin yedi kat göklerin üstüne kadar olan bu arayı sevap ile doldurmuş olur.

3. Üçüncü defa "Elhamdü lillah" dediği zaman, Allah-ü Teâlâ, bu kuluna "Ey kulum, işte al" buyurur. Yani Yüce rabbimiz "Ey kulum, dilediğini dile, dileğin verilecektir, muradını iste, muradın yerine getirilecektir. Dilek ve muradın gerçekleşecektir. Sen hemen iste..." buyurmuş demek olur. (İmam-ı gazâli, İhyâ).

Elhamdülillah
Elhamdülillah
Elhamdülillah

Eve gelinirrr, hızlı hızlı organik mamalar pişirilir:))

Menüde yaz lezzeti karnıyarık, taze bakla ve salata var;

Çok leziz bir zeytinyağlı; bol sarmısaklı yoğurt ve dereotuyla...

Kapya biberler, çarlistonların yanına çok yakıştı:)

Tomurcuk çayın yanına halis muhlis tereyağı ve tatlı lor eşliğinde haşhaşlı katmer hazırlanıp, afiyetle tadına bakılır:))

6 Mayıs 2010 Perşembe

Dilek tutmayı unutan Dilek:))


Dün işlerden fırsat buldukça Hıdırellez dileklerini paylaşan dostlarıma yorum bırakmış, acaba ben ne dilesem diye düşünüp durmuştum. Eve gidince durum hiç de beklediğim gibi olmadı. Akşama kadar sevgili blogcanlarımın Dolmabahçe Et ve Kebap toplantısının resimlerine bakıp, herbirine yorumlar yazdığımdan kendimi saç kavurma ve taze fasulye yaparken buldum. Yanına da bol salata:)) Yemek biraz ağır gelmiş olacak ki eşim biraz erken yattı, ben de Sakarya Fırat'ı ardından Canım Ailem'in bir kısmını izleyip, uyudum kaldım. Dilek milek hak getire:) Oysa gül ağacına neler neler asacaktım, uğur paraları gömcektim toprağa, öğlen sahile gidip denize bırakacaktım dileklerimi... Hatta sabah bir arkadaş "deniz kenarında kumların üzerine istediklerimizin resmini çizeceğiz" diyordu, ne güzell... Sağlık, mutluluk, başarı, huzur, neş'e her daim bizlerle ve sevdiklerimizle olsun diliyorum geç te olsa:)) Ömrümüze, sevgimize, yuvamıza bereket hepimizin...

Bu sabaha dönersek Nazilli'den tazecik siparişlerim geldi; Özdenciğim sağolsun hatırlattı da, şirketten sürekli sipariş veren bir arkadaşımla aklımıza gelen şeyleri isteyivermiştik. Mis gibi tereyağı, zeytinyağı, tatlı lor, bezelye, kapya biber, bakla, taze fasulye, patlıcan, domates, biber salçası, ıspanak benimkilerdi.
Bir daha ki sefere üzüm pekmezi, kuşburnu reçelini ben de deneyeceğim. Teşekkür ederim Pınar hn. emeğinize sağlık, bahçenizden bu tatlarla bizi tanıştırdığınız için:)

Bugün okullarda ön SBS sınavı yapıldığı için kızım öğlen eve gelmiş. İyi geçtiğini söylüyor, dün akşam bayağı heyecan yapmıştı. "Bu sene soruları Devlet hazırladığı için kolay olacak, geçen sene TÜBİTAK hazırladığı için çok zordu" diyor. Geçen sene maaşallah 434 almıştı, dersaneye göndermemiştim, bu seneyi de öyle sayıyorum ve inşallah sağlıcakla daha yüksek not alır diye de dua ediyorum prensesime... Tüm çocuklarımıza sınavlarında Allah zihin açıklığı versin, dışardan konuşmak kadar kolay değil... Öğlen önce eve uğrayıp kızıma değiştirmesi için kıyafetlerini aldım ve anneme bıraktım. Hem de ev yapımı yemeğimi yedim. Gelir gelmez aldığım yeni mamaları da dolaba koydum. Allah ağız tadıyla hepsini tüketmemizi nasip etsin. Taaa nerelerden geldiler sofralarımıza...

Ohh.. Şirket klimalarında yaz uygulamasına geçildi nihayet, teras katta olduğumuzdan cam falan fayda etmiyordu; sıcaktan uyuşukluk geliyordu çalışırken, kendimize geldik, gözümüz açıldı çok şükür. Ara ara kısarım soğuğunu, daha yeni açıldı:))

Fotoğraflar ve hikayeler evde hala bekliyor, fırsat buldukça paylaşacağım. Şimdi 5 çayı vaktim, sonra işe devam...

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Herkese Günaydın:)) Bugün güzel bir gün ve hep böyle sürsün.


Nilüfer - Büyük Aşkım

Kucağını aç bana
Kollarına al beni
Çok aradım zor buldum
Artık bırakmam seni

Sımsıkı sarıl bana
Bir yudum yaşat beni
Unutmak istiyorum
Kollarında her şeyi

Öyle mesut et ki
Tatlı sözlerinle
Öldür gözlerinle
Öp beni büyük aşkım

Büyük aşkım büyük aşkım

Yıldızlar kayarken
Akşamın koynunda
Martılar kıskansın
Uçur beni büyük aşkım


Işıl'cım beni nerelere götürdün seeeen? Harikasın...

Biz rahmetli babamı kaybettikten kısa bir süre sonra evlendiğimiz için nikah yapmıştık. Ama eğer düğünümüz olsaydı Mudanya Kaşıkara Restaurant'ın merdivenlerinden inerken Nilüfer'den Büyük Aşkım'ı çıkış şarkımız olarak seçerdik, nerden mi biliyorum Kaşıkara'da katıldığımız muhteşem bir düğünde birbirimize sarılmış havai fişeklerin açtığı çiçekleri izlerken acaba ikinci kez gelinlik ve damatlığımızı giyinip havuz başında böyle güzel bir düğün mü yapsak, çıkış şarkımız Büyük Aşkım, dans şarkılarımız da .......... mı olsa? demiştik:))

Sevdiğimiz dans şarkılarımız o kadar çok ki onu da sizin
hayal gücünüze bırakıyorum. Herkesin mutluluğu daim olsun,
sevgilerimle...

4 Mayıs 2010 Salı

“Servet iki bardak sudan ibarettir”


"Zamanın birinde bir hükümdar varmış, zenginliği tüm dünyaca bilinirmiş. Hükümdar her gittiği yere hazinesinin bir bölümünü götürür ve bunları sergilemekten büyük onur duyarmış.

Etrafında bir sürü insan olmasına rağmen, hükümdarın en çok güvendiği ve yegane dostu bir bilge kişi varmış. Bir gün otururlarken, hükümdar bilge kişiye şöyle bir soru sormuş:

“ Sen ki göğün gizemine ermiş, bilime yön vermiş bir adamsın. İnsanlar ister hükümdar kadar güçlü, ister savaşçılar kadar onurlu olsun sana danışır ve ağzından çıkacak bir sözü beklerler. Şimdi senin gibi bilge bir adamın fikrini merak etmekteyim, benim hükümdarlığım ve servetim hakkında ne düşünüyorsun?”

Bilge bu soru karşısında hükümdarın gözlerinin içine bakarak şu sözleri söylemiş:

- “ Diyelim ki hükümdarım uçsuz bucaksız kızgın bir çöldesiniz. Ölmemek için, size uzatacağım bir bardak suya servetinizin yarısını verir miydiniz?”

- “ Verirdim tabii.”

“Zaman geçti diyelim ki susuzluğunuz arttı, size uzatacağım bir sonraki bardağa servetinizin öteki yarısını da verir miydiniz?”

Hükümdar biraz düşünmüş ve ardından “Ölmemek için evet” demiş. Bunun üzerine bilge kişi gülerek şu sözleri söylemiş:

- “Madem öyle, o zaman düşünmeye gerek yok fazlaca. Çünkü haşmetlim, sizin servetiniz yalnızca iki bardak sudan ibarettir.”"

3 Mayıs 2010 Pazartesi

En Sağlıklı Altmış Besin Maddesi


BESİNLER NELERİ İÇERİYOR? NEYE YARIYOR?

ELMA Pektin, Bioflanovoid, C vitamini Kolesterol düzeyini düşürüyor, bağışıklık sistemini güçlendiriyor.

ENGİNAR Cynarin, bol miktarda B ve C vitamini Kan şekerini düzenliyor. C vitamini kalbi güçlendiriyor.

AVOKADO Doymamış yağ asidi Kalp ve kan dolaşımı için birebir. Kansere karşı koruyucu.

MUZ Potasyum, B6 vitamini, Serotonin, Magnezyum Rahatlatıyor ve uyumaya yardımcı oluyor.

FASULYE Demir, Kalsiyum, B ve C vitamini, Protein Kan ve hücre yapımına yardımcı oluyor.

BROKOLİ Magnezyum, A ve C vitamini, Potasyum Kansere karşı koruyor, kasları güçlendiriyor.

ESMER BUĞDAY Lysin, Lezithin Beyni ve sinirleri besliyor, öğrenmeyi güçlendiriyor.

MANTAR Sodyum, Potasyum, Kalsiyum, Magnezyum Kasları güçlendiriyor, saç ve tırnakları besliyor.

ACI MARUL Yaşamsal önem taşıyan maddeler, Eser element, Potasyum, Fosfor Yağ metabolizmasını düzenliyor, felç riskine karşı koruyor.

BEZELYE Bitkisel protein, Magnezyum Kolesterol düzeyini düşürüyor, bağırsak kanser riskini azaltıyor.

ÇİLEK C vitamini, Kalsiyum, Potasyum Bağışıklık sistemini güçlendiriyor, metabolizmayı harekete geçiriyor.

REZENE C vitamini, Uçucu yağlar, Demir, Potasyum, Kalsiyum Öksürüğü önlüyor, vücuda oksijen alımını artırıyor.

KÜMES HAYVANLARI Protein, Potasyum, Magnezyum, B vitamini, Çinko Baş ağrısı sorununa karşı etkili, stresten arındırıyor.

GREYFURT Folikasit, C vitamini Kan basıncını azaltır, kan yapımını artırır.

YULAF Karbonhidrat, Demir, Magnezyum, B vitamini Enerji sağlıyor, kas kramplarını önlüyor, idrar söktürüyor.

KUŞBURNU Likopen, C ve E vitamini, Demir Soğuk algınlığı ve gribe karşı önleyici etkiye sahip.

RİNGA BALIĞI Omega3 yağ asidi, Sodyum, Potasyum Damar sertliğini ve yüksek tansiyonu önlüyor.

AHUDUDU C vitamini, Potasyum, Kalsiyum, Demir, Folikasit Virüs ve bakterilere karşı koruyor, tümör oluşumuna engel oluyor.

MÜRVER Potasyum, B1 vitamini, C vitamini Terleten ve öksürüğü azaltan etkiye sahip. Kabızlığa iyi geliyor.

YOĞURT Kalsiyum, Riboflavin, B12 vitamini Bağırsak kanserine karşı bağışıklık sistemini güçlendiriyor.

FRENK ÜZÜMÜ C vitamini, Niasin, Kalsiyum Sinir ve bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlıyor.

PEYNİR Protein, Sodyum, Potasyum, Kalsiyum Kemikleri güçlendiriyor, sinirleri koruyor.

HAVUÇ A vitamini, Selenyum Sperm üretimini sağlıyor, vücudu enfeksiyonlara karşı koruyor.

PATATES Mineraller, C vitamini, Bitkisel Protein, Potasyum Kansere karşı koruyucu, vücudu toksinlerden arındırıyor.

KEFİR Asit laktik, Asit laktik bakterileri Bağırsak enfeksiyonuna, kabızlığa ve gaza iyi geliyor.

KİVİ C vitamini, Karotionid, Flavonoid Zayıflatıyor, bağışıklık sistemini güçlendiriyor.

SARIMSAK Quercetin, Ajoene ve Allisin Kansere karşı bağışıklık sistemini güçlendiriyor.

SOM BALIĞI Omega3 yağ asidi ve D vitamini Kemikleri güçlendiriyor, meme kanseri riskini azaltıyor.

PIRASA Allisin, Çinko, Manganez, Selenyum Kan basıncını düşürüyor, kalbi ve damarları güçlendiriyor.

MERCİMEK Çinko ve Aminoasit Yorgunluğu gideriyor, strese karşı etkili.

MISIR Çinko, Magnezyum ve B vitamini Stresle savaşıyor, bağırsak kanserini önlüyor.

USKUMRU Omega3 yağ asidi, D, B6-B12 vitaminleri ve İyot Kan basıncını düşürüyor, moral yükselten etkiye sahip.

MANGO A ve B vitamini, Çinko Cinsel enerjiyi yükseltiyor,orgazm yeteneğini artırıyor.

DENİZ BİTKİLERİ Omega3 yağ asidi, Pantothenik asit Kolesterol düzeyini düşürüyor, kalp krizi riskini azaltıyor.

SİYAH TURP C vitamini, Kalsiyum, Potasyum, Demir Bağışıklık sistemini ve kan dolaşımını güçlendiriyor.

KAVUN Mahnezyum, Potasyum ve Kalsiyum Vücuttaki su düzeyini ayarlıyor, idrar oluşumunu artırıyor.

SÜT Kalsiyum, D, A ve B2 vitaminleri Kemik oluşumunu teşvik ediyor, bağırsak kanserine karşı koruyor.

PEYNİR SUYU Sodyum, Potasyum, Kalsiyum, Laktik asit bakterileri Sindirim sistemi şikayetleri ve mide yanmasına karşı iyi geliyor.

CEVİZ, FISTIK, FINDIK B ve E vitamini, Çinko, Demir sakinleştiriyor, uyumayı sağlıyor, stresi azaltıyor.

ZEYTİNYAĞI Doymamış yağ asidi, E vitamini Kötü huylu kolesterol düzeyini düşürüyor, hücreleri koruyor.

PORTAKAL B ve C vitamini, Potasyum, Kalsiyum, Selenyum Vücuttaki fazla suyun atılmasını sağlıyor.

PAPAYA Karotinoid, Enzimler, C vitamini Kalp hastalıklarını önlüyor, stresi azaltıyor.

YEŞİL-KIRMIZI BİBER Capsaicin, A ve C vitamini, Çinko Baş ağrısı ve migrene karşı koruyucu etkiye sahip.

ERİK Potasyum, Demir, B vitamini Vücuttaki fazla suyun atılmasını sağlıyor, enerji veriyor.

KIRILMAMIŞ PİRİNÇ Protein, Potasyum, Kalsiyum, Magnezyum Mide anması ve gaza karşı etkili.. Vücuttaki fazla suyu atıyor.

RAVENT Magnezyum, Manganez, Kalsiyum, B vitamini Sağlıklı kemiklerin oluşumuna katkıda bulunuyor.

DANA ETİ Demir, Protein ve Potasyum Soğuk algınlığı, öksürük ve gribe karşı iyileştirci etkiye sahip.

LAHANA TURŞUSU Laktik asit bakterileri ve B12 vitamini Tümör oluşumunu önlüyor.

KEREVİZ Potasyum, Sodyum, Kalsiyum, Magnezyum Kabızlık, mide ve bağırsak sorunlarına karşı etkili.

SHIITAKE MANTARI Lentinan, D vitamini Bağışıklık sistemini güçlendiriyor, kanser oluşumunu engelliyor.

SOYA Yağ, E vitamini ve Protein E vitamini hücreleri koruyor, kanser riskini azaltıyor.

ISPANAK A vitamini, Folik asit, Magnezyum, E vitamini, Manganez Sinirleri güçlendiriyor. Özellikle hamilelikte tavsiye ediliyor.

TOFU Protein, Potasyum, Kalsiyum, Magnezyum Metabolizmayı uyarıyor. Kemik yoğunluğu için önemli.

DOMATES Likopen, Folikasit, Tyrosin Likopen kansere karşı koruyor, folikasit hücre yapımını uyarıyor.

TON BALIĞI Omega3 yağ asidi, D vitamini, Potasyum, İyot Kolesterol düzeyini düşürüyor, sinir hücrelerini koruyor.

KABA ÖĞÜTÜLMÜŞ ÇAVDAR Magnezyum, Karbonhidrat, B vitamini Enerji sağlıyor, stresi azaltıyor.

KABA ÖĞÜTÜLMÜŞ BUĞDAY B vitamini, Demir ve Magnezyum Bacak kaslarındaki krampları yok ediyor. Uyku süresini azaltıyor.

KIRMIZI ÜZÜM Phyto-östrojen, Potasyum, Kalsiyum Yüksek tansiyona karşı iyi geliyor, trombozları önlüyor.

BEYAZ-KIRMIZI LAHANA C vitamini, az oranda B vitamini, Kalsiyum Bağışıklık sistemini güçlendiriyor, stres semptomlarıyla savaşıyor.

LİMON C vitamini ve Glucarate Bağışıklık sistemini güçlendiriyor, mide kanserini önlüyor.

Günaydın, mutlu bir hafta olsun...


"Sormuşlar bir âlime:

HAYAT ne? diye
Demiş âlim; iki yönlü bir yol
devam eder bilinmeze...
Sen görmemezlikten gelsen de
vardır bir yoldaş her köşesinde
Bazen çıkarsın zorlukla dar bir yokuştan
bazen de aşarsın dertleri
sanki uçuyormuş gibi inerek buradan.

Peki SEVGİ nedir? Demiş biri
Kalbine sığmayacak kadar geniş
Dedikodusunu ...yapamayacağın kadar temiz
Kokusunu alamayacağın kadar uzak
Hayal edemeyeceğin kadar yakın...

Ya KORKU nedir? Diye atılmış diğeri
Bir yağmur damlasındaki barut kokusu.
Belki de saklanılan bir hayal yontusu
ya bir miniğin haykırırışı
ya da yüreği yaralı bir kuşun feryadı....

Peki ya UMUT nerededir? Diye atılmış bir umut avcısı.
Bilinmezde değildir bilirim demiş yerini kaygılı ve tasalı.
Aradın boşuna heryeri ama unuttun en kolay yeri besbelli
bunu derken işaret etti insanın en derinden yaralanan yerini...

Peki DOST kimdir? Diye sormuş biri.
Demiş; paylaştın mı sevgini korkunu ümidini ve yenilgini
verdin mi desteğini sordun mu halini
yolladın mı yüreğini ağladın mı onun gibi.

Hissettin mi DOSTLUĞU? Demiş diğeri.
Âlim demiş:
Karşılığı olmadan verilir mi hiç yürekteki sevgi?
Dostluk dediğin; tek bir ruhun iki ayrı bedende dirilmesi..."

1 Mayıs 2010 Cumartesi

23-25 Nisan Tatilimiz

01 Mayıs 2010 Cumartesi'ye ait yazımdır; elektrik ve internet kesintileri yüzünden bu kadarını taslağa kaydetmiş, devamını en kısa zamanda aktaracağım. Sonunda ekledim:)

Sabahtan beri balkonumuzdaki gereksiz malzemeleri toparlayıp çöpe attım. İşe yarar diye tuttuğum ıvır zıvırları bundan sonra bekletmemeye karar verdim. Apartmanımıza mantolama boya yapılacağı için balkonda hiç bir şeyin kalmaması gerekiyormuş. Ellerim ağrıdı uğraşmaktan, çok yoruldum. Şimdi de işçilerin matkap sesleri kulağımda çınlıyor. Onlara birer çay verdim, ben de artık dinleniyorum. Geçen hafta neredeydik bugün neredeyiz, neyle uğraşıyoruz? İnsanoğlu kuş misali işte...

Tatile Cuma sabahının kahvaltı keyfiyle başlamak ne güzelmiş:))
Sonra da yola koyulmak sevdiklerinle sevdiğin yerlere...

Önce Gemlik; sahilinde yürüyüş yapmaya bayıldığım yerlerden biri... Çay Bahçelerinde güneşin batışını izlerken denize sıfır bir masada ağır ağır çayımı, kahvemi yudumlamak, Özdilek'ten havlu, zeytin, hediyelik almak, kafesinde bir şeyler atıştırmak çok hoşuma gidiyor. Marmara denizinin sakin bir körfez ilçesi...


Sonra Mudanya, gelir gelmez kalacağımız otele yerleşiyoruz. Temiz, küçük bir aile oteli olan Ferah Otel, hemen sahil kıyısında. Her sene burada 1 gece kalıyoruz. Yalnız odanızın deniz manzaralı olması için önceden telefon edip ayırtmalısınız. Yoksa yer bulamayabilirsiniz.


Mudanya akşamları güzel bir yürüyüş yapabileceğiniz, deniz kıyısındaki kafelerde ister tavla oynayıp, ister internette dolaşabildiğiniz, çayınızı, kahvenizi keyifle yudumlayacağınız, taze balığınızı, leziz cantık pidenizi yiyebileceğiniz muhteşem bir tatil cenneti diyebilirim. İnsana huzur veren bir sahili var. Tarihi Mudanya Evlerini görmeniz ve sokaklarında bir nebze de olsa gezmeniz için Gönülçelen Şanslı'nın yeni eklediği güzel paylaşımını mutlaka tıklayın derim; kendisine çok teşekkürler...

Bursa'ya dönmeden önce bu manzarada da bir çay içmek çok iyi gelmişti. Gecesi de gündüzü de ayrı güzel Mudanya'nın...

Mudanya'ya yakın ilçeleri de dolaştıktan sonra Bursa Kervansaray Otel'e gittik. Bu arada Çekirge'de ki termal kaplıcası girişi otel müşterilerine bedavaydı. Normalde giriş 20 TL Kese 15, Masaj 15 TL idi. Havuzu ve ortamı İnegöl'de bulunan Oylat Kaplıcaları Yeni Çağlayan Oteli'nki kadar büyük olmasa da çok güzeldi. Tek cümleyle müthiş dinlendiğimi hissettim:))

Bursa çok güzel bir şehir, çocukluğumda neredeyse her hafta sonu akrabalarımız olduğu için giderdik, bu yüzden çok seviyorum. Her ilçesinde ayrı bir tat, ayrı bir güzellik var benim için... Ailecek şehir merkezini gezdikten sonra tarihi Kayhan Çarşısı'nda ki Pidecioğlu'nda da Bursa'ya özgü cantık pidemizi yedik. Mudanya'da ki Ferah Pide'ninkiler de çok güzeldi ama eşim CNN Lezzet Durakları'nda izlediğinden beri yemeyi kafaya koyduğu bu tarihi pide lezzetini Pidecioğlu'nda da mutlaka denemek istedi ve daha çok beğendi. Diğer çarşı gezilerimizi kalabalıktan dolayı daha sonra ki bir Uludağ gezimize bıraktık.

İstanbul yollarına düşmeden önce 700 yıl öncesinde bulduk kendimizi; evet doğru tahmin ettiniz Cumalıkızık'a gittik. Hemen her karışını fotoğrafladık diyebilirim. Ama profesyonel bir fotoğraf makinası yanımızda olsaymış eminim her şey çok daha net olacakmış. Köyün çok etkileyici bir atmosferi var, tanıtımında Kınalı Kar, Yeşeren Düşler gibi dizilerin faydası da çok olmuş şüphesiz...

Ufacık köyde Osmanlı tarihinin kokusunu alıyorsunuz sanki... Hatta eşim bir ara kendini bir zaman tünelinde hissettiğini söyledi:)) Resimlere tıklarsanız siz de öyle hissedebilirsiniz:))

Cumbalı evler renk renk boyalı; mor, yeşil, sarı, turuncu.. Sarmaşıklar her yanı sarmış. Köyün teyzeleri el emeği göz nuru reçeller, mis gibi gözlemeler, ev erişteleri, daha neler neler satıyorlar kapılarının önünde...

Bu da Yunanlılar'ın korktuğu ünlü Cin Aralığı...

300 yıllık özgün ahşap evlere sahip bu güzel köy, Osmanlı'dan kalma bozulmamış tek örnek. Umarım hedeflenildiği gibi restore edilerek bu tarihi dokuyu 3000 yıl daha koruyabiliriz. Sokaklarında ki hayat dolu su sesi, hep kulaklarda çınlasın!..











Dönüş yolunda çok sevdiğimiz İmam Aslan Tesisleri'nde mola verdik. Orhan Köfte'nin nefis inegöl köftesine kızımla ben, üzüm şırasına da eşim bayıldığı için:))