30 Aralık 2009 Çarşamba

İyi Seneler...

2009 yılı acılarımızla, sevinçlerimizle geride kalacak. Dileğim; 2010 yılı hepimize daha fazla umut, daha fazla sevinç, daha fazla mutluluk getirsin.

Yaşamınızda güzel yıllar, mutlu yarınlar, gerçek dostluklar hep sizinle olsun. Yeni yılın size ve tüm sevdiklerinize sağlık, mutluluk, neşe, başarı, bolca para, sevgi ve huzur getirmesini temenni ederim. Kucak dolusu öpücüklerimi yolluyorum; Mutlu Yıllar!..

28 Aralık 2009 Pazartesi

2010'da mutlulukla gülümseyin!..


B İ R G Ü L Ü M S E M E

Bir gülümseme ; sevginin ve insan olmanın anahtarıdır.

Bir gülümseme ; iç dünyamızın güzelliklerini , dışa yansıtır.

Bir gülümseme ; külfeti yoktur , fakat çok şey kazandırır.

Bir gülümseme ; evde saadet , iş yerinde muvaffakiyet.

Bir gülümseme ; başkalarına ikramda bulunmak demektir.

Bir gülümseme ; vereni fakirleştirmeden , alanı zenginleştirir.

Bir gülümseme ; bir an sürer , ama ebediyen yaşar.

Bir gülümseme ; yorgun olan insanı dinlendirir.

Bir gülümseme ; ümitsiz olana neşe ve hayat bahşeder.

Bir gülümseme ; karanlık bir çehreyi aydınlatabilir.

Bir gülümseme ; satın alınmaz , rica ile elde edilemez.

Bir gülümseme ; ödünç verilmez , çalmak da mümkün değildir.

Bir gülümseme ; kendiliğinden verilmedikçe işe yaramaz.

Bir gülümseme ; ona ihtiyacı olanlara ilaç gibi gelir.

Bir gülümseme ; sevgi köprülerini sağlamlaştırır.

Bir gülümseme ; bazen bir hayat kurtarır.

Bir gülümseme ; bazen bir savaşı dahi önler.

Bir gülümseme ; bazen gülümseyemeyeni gülümsetir.

Bir gülümseme ; sadaka yerine geçer , sevap kazandırır.

Bir gülümsemeyi , gülümsemeye ihtiyacı olana bol bol verin.

Bir gülümsemeye, gülümseyemeyenlerin ihtiyacı olduğunu unutmayın!

Bir gülümseme için hiç kimse , ona ihtiyaç duymadan yaşayacak kadar zengin ve kuvvetli değildir.

İKİ İNSAN ARASINDAKİ EN KISA MESAFE GÜLÜMSEMEKTİR.

27 Aralık 2009 Pazar

50.Hafta PORSELEN DEMLİK ÇAY SAATİ - Tramisu


TRAMISU tarifimi PORSELEN DEMLiK CAY SAATi 50. HAFTAYA ev sahipliği yapan sevgili arkadaşım Nurşen´e - http://nursen-yemek.blogspot.com - gönderiyorum. Davetinden dolayı kendisine teşekkürler ediyorum. Mutfaktakizaman arkadaşım, sana gelemeyince kendim yaptım canım; bir dahakine kapını çalabilirim biliyosun:))

MALZEMELER:

* 200 gr kedidili bisküvisi
* 1 paket labne peyniri
* 1/2 lire süt
* 1,5 su bardağı toz şeker
* 1 çorba kaşığı nescafe
* 3 çorba kaşığı Sinangil Un
* 1 su bardağı ılık su
* 1 çorba kaşığı kakao
* 1 paket Dr.Oetker şekerli vanilin

YAPILIŞI:

* Süt, toz şeker, vanilya ve Sinangil un bir kapta muhallebi kıvamında pişirilir.
* Ateşten alınır ve içine 200 gr. labne peyniri ilave edilerek iyice karıştırılır.
* 1 su bardağı ılık suda 1 çorba kaşığı nescafe karıştırılarak eritilir.
* Bu suyla kedidili bisküvileri iyice ıslatılır.
* Islatılan kedidillerinin üzerine biraz soğumuş olan krema dökülür.
* En üste bir süzgeç yardımıyla kakao gezdirilerek serpilir.
* Buzdolabında soğutulduktan sonra servis edilir.

Afiyet şeker olsun...

Pazar Güncesi

Bugün, dün ki yoğunluğun aksine hep evdeyim;
sadece yemek ve tatlı zamanı:))


Kıymalı Ev tarhanası


Etli Lahana Sarması ve Şapkalı Patates Dolması:))

Cumartesi hikayesi


Çok hızlı bir gün oldu diyebilirim. Ordan oraya... Önce kitabevlerini dolaştık; iki kitabı bulamadık, pahalı olanların hepsi kitapçılarda var, 5-6 tl'nın altında olanlar niyeyse yok; sanki hepsi birlik olmuş velilere eziyet olsun diye... Artık onlara da Gülperi'yle bakacağız kitapyurdundan. Sıra alışveriş için sahile inmekteydi, fotoğraf makinasını yanıma almam da iyi olmuş doğrusu:)) Rengarenk her şey...

Deniz kenarı biraz serindi ama sahilin nefis havası, Adaların güneş altında muhteşem parıltısı sayesinde her yer cıvıl cıvıl, çoluk çocuktu. Herkes pür neşe geziyordu.
Arabadan iner inmez bizi karşılayan restoranların balkonlarında ki çiçeklereyse bayıldım; aşağıdaki resme tıklarsanız bu güzel çiçekleri siz de görebilirsiniz.



Gün içinde en çok hediye alırken oyalandık diyebilirim, bayanlar için olan reyonları transit geçerken kızım ve eşim için koşturdum durdum. Bakar bakmaz beğendiğim, çok hoş baklava dilimli bir kazağı hediye olarak aldıktan sonra, kızımın hediyesi için kabin önünde beklemelerim bir türlü bitmek bilmedi:)) Kurdaleli kızlı bluze bayıldım illa alalım dedim ama ne yaptıysam aldıramayınca, eh ben de giyinemeyeceğime göre resmini çekeyim bari dedim; fena mı oldu konu başlığında kullandım:))


Yok o dar geldi, bu bol, bu sade, bu küçük... derken, aldı da bir şeyler mağazadan çıkabildik. Bizim zamanımızda annem garson boy diye arardı kıyafetlerimizi, bulmakta zorlandığında da "bu yaşlarda kıyafet bulmak ne zor çocuklara" diye babama dert yanardı. Şimdi kıyafet bol ama çocuklar bir değişik; hem zor beğeniyorlar, hem süslü püslü olsun istiyorlar. Neyse ki; Hilal hanım söylensede sınırlarını biliyor Allaha şükür, beni çok uğraştırmıyor, onu da bunu da istiyorum diye...

Sonra Migros'a girdik, alışverişimizi yaptık. Kasalarında anormal bir yoğunluk olduğundan çıkar çıkmaz kendimizi Adalar'a bakan güzel bir çay bahçesine attık. Ufak bir atıştırmadan ve soluklanmadan sonra evimizin yolunu tuttuk. Yorulmuştum ama balık ve salata yapmaya gücüm kalmıştı sanırım. Üzerine de tembellik ettiğimden eşim tulumba tatlısı alıp gelmişti, iyi oldu. Bir o kalmış zaten resme yansımayan bugünden:))


İsteyene hamsi pilaki, isteyene tekir balığı kızartması

26 Aralık 2009 Cumartesi

Gününüz aydın olsuuuunnn:))


Sinangil Un'dan hediyelerim geldi, sıra güzel tariflerde:)) Sinangil Limon aromalı Kek tarifimle yılbaşında yapılacak yarışmalarına katılmıştım. Benim gibi katılan bütün arkadaşlarıma teşekkür eder, yarışmacılara başarılar dilerim:)) Sinangil Lezzet Ekibine de ayrıca teşekkürlerimi gönderiyorum, sofralarımızı bu pratik unlarla tanıştırdıkları için... Bakınız kolide ne varsa sizlerle paylaştım arkadaşlar:))

Bir haftanın yorgunluğunun ardından bu akşam yemek yapmak zor geldi ben de Perşembe akşamı yaptığım kuru fasülyenin yanına güzel bir tereyağlı pilav yaptım. Yanınada salata ve yoğurt, tamamdır. Bu arada bir püf noktası paylaşayım; pirinçleri kavurursanız daha tane tane oluyor.
1'e 1,5 ölçüsü de hiç bir zaman şaşmıyor.


Bulaşık makinamı yerleştirdim, çamaşırlarda makinaya yolculandı, her yer toparlandı ve evden çıkıyoruz artık;
"Bu kız beni görmeli, bana kazak örmeli" modunda ki kocama öremesem de bir kazak almaya:))

25 Aralık 2009 Cuma

Yılın son hafta sonu, güzel geçsin...


Hazır çayımı elime almışım, biraz Cumartesi planı yapmanın sakıncası yok dedim ve yazdım.

Yarın alışveriş yapma vakti, Muharrem ayının 10.günü bereketli olsun diyelim ve yapılacaklar listesine geçelim;

Önce hızlı bir kahvaltı yaparız ailecek; rafadan yumurta mutlaka olmalı, çünkü özledim:)) Sonra TÖDER'in sınavlarına katılması için küçük hanımla beraber en yakın Uğur Dersanesi'nde kayıt yaptırmaya gideriz, hem orda yavrukuşunun deneme sınavı için gelen Gülpericim'le buluşuruz, biraz sohbet edip kahve içeriz. Sonra bulamadığımız kitaplarımızı alıp, marketten alışverişimizi yaparız; öncelik aşure malzemelerinde tabi ki... Hediyeleşmek güzeldir diyerek eşime ve kızıma güzel kazaklar alıp, şıkır şıkır hediye paketine sardırdık mı, evin yolunu tutarız ana kız:))

Öğlen yemeğini işyerinde yedikten sonra gelen eşim için öğle yemeği yapma telaşımız olmaması da ayrı bir güzellik katıyor cumartesilerime:) Akşam içinse çayın yanına elmalı tart, yemek olarak balık veya daha kolay yapılacak bir şeyler buluruz diyorum. Ana menü azıcık çaylı tatlar gibi oldu farkındayım ama 50.PORSELEN DEMLİK ÇAY SAATİ ETKİNLİĞİ'ne katılacağım içindir haberiniz olsun. Bakalım aklıma ne eserse yapacağım bir şeyler Nurşencim.

Bu arada Cevahir'de buluşacaklara sesleniyorum, bir dahakine bu taraftayız haberiniz olsun, hepinizi öpüyorum:)) 2009 yılının bu son hafta sonunu çok iyi değerlendirip, sevdiklerinizle mutlu, sağlıklı, umut dolu iki günü coşkuyla paylaşmanızı dilerim, malum haftaya 2010'dayız inşallah. Sevgiler...

Küçük bir not: Şimdi olsa da yesem modunda mutfaktakizaman arkadaşımın nefis, leziz tramisu'suna talibim, tatlı krizine girdim de azıcık:)))


http://mutfaktakizaman.blogspot.com/

KARINCANIN DERSİ


Bir gün Süleyman (as) bir karıncaya bir yıllık yiyeceğinin miktarını sorar. Karınca da “Bir buğday tanesi yerim!” diye cevap verir. Cevabın doğru olup olmadığını kontrol etmek isteyen Süleyman Peygamber karıncayı bir şişeye koyar, yanına da bir buğday tanesi bırakarak hava alacak şekilde şişeyi kapatır. Ondan sonra da bir yıl bekler. Müddeti dolunca şişeyi açtığında bir de bakar ki, karınca buğday tanesinin yarısını yemiş, yarısını da bırakmış.

Kendi kendine meraklanır. Acaba neden yemedi? Bunun üzerine karıncaya buğday tanesini tamamen neden yemediğini sorar. Karınca da şu hikmetli cevabı verir. “Daha önce benim yiyeceğimi yüce Allah verirdi. Ben de O’na güvenerek bir buğday tanesini tamam olarak yerdim. Çünki O beni aslâ unutmaz ve ihmâl etmezdi. Fakat bu işi sen üzerine alınca doğrusu, nihâyet bu âciz bir insandır diye sana pek güvenemedim. Belki beni unutup yiyeceğimi ihmâl edebilirdin. O yüzden bir yıllık yiyeceğimin yarısını yiyerek diğer yarısını da ertesi yıla bıraktım!”

Suz~i Dilâra'ya teşekkürler

24 Aralık 2009 Perşembe

Arkadaş Dayanışması


Arada sırada kızım blogumu merak edip ne yorumlar almış, neler yazmışım diye inceler. Dün de okuldan döndüğünde bulamadığım için canımı sıkan kitaplarla ilgili paylaştığım yazımı okudu. "Neredeyse her yazın yorum almış ama kimse benimle ilgili konuda bir şey yazmamış" dedi prensesim. Seni tanımıyorlar da ondan dedim. "Demek ki benden yeterince bahsetmiyorsun" dedi:)) Hak verdim doğrusu arkadaşlar, hemen bilgisayarımda olan yeni resimlerinden birini eklemek istedim. Polenezköy'de okulun düzenlediği bir piknikte sevdiği bir arkadaşıyla görünüyor yeşil bluzlu Ballı Cimcimem, MAŞALLAH demeden geçmeyin sakın...

Gelelim asıl mevzuya; bir kaç kitabı bulduk Osmancığı da dersaneden bir arkadaşıyla karşılıklı kitap değiş tokuşu yaparak okuyacaklar. Ne güzel fikir değil mi? Bunu düşünmüş olmaları ne güzel; birbirlerinde olan kitapları okuyup diğer arkadaşıyla paylaşabilmek... Belki MEB'le ilgili söylenmelerim esnasında kütüphaneden alıp değiş tokuş yapma fikri etkili olmuştur, aralarında böyle bir yardımlaşma yapmaları için ama her ne için olursa olsun, bu biliçte olmaları çok güzel. Çocuk kalbi bu işte; saf ve temiz, paylaşımcı yürekler...

15 Şubat'a az kaldığından biraz yetiştirme kaygısı da taşıyor tabii; ama yapacak bir şey yok; bulamadıklarımı hafta sonu araştıracağım artık...

Sevgiyle, sağlıcakla kalın.

Divan Oteller zincirinden güzel bir yeni yıl kartı aldım:)

Yeni yıla güzel başlayın, tüm yılınız aynı güzellik ve mutlulukla geçsin. UMARIM... Henüz o modda değilim:))

Geçen akşam Neomarin Alışveriş Merkezi'ne gittiğimizde görmüştüm yeni açılan Divan İstanbul Asia'yı; konum olarak çok güzel, otel olarak da çok gösterişli olmuş. Özellikle girişi çok güzel dizayn edilmiş, lobisindeki avizelerin ışıl ışıl görüntüsü gayet davetkardı. Direk Adalar'a bakan odalar sanıyorum suit odaları ve manzaraya son derece hakim gözüküyorlardı. Fiyatlar biraz daha makul olsa, özel günlerde cezbedici bir konaklama imkanı sunuyor diyebilirim.

Yılbaşı için yapılan kampanyalarında ise;

Tek & Çift Kişilik Oda
€ 99 / Gecelik
0-12 yaş ücretsiz*
Brunch
€ 25 / Kişi Başı
*12 yaş ve altındaki çocuklar ebeveynleri ile aynı
odayı paylaşmaları halinde ücretten muaftırlar.
*Parolu kart sahiplerine 2 kat parapuan hediye

Anadolu Yakasında Titanic, Divan Otel gibi elit oteller açılması hem istihdam, hem tanıtım açısından çok faydalı oldu doğrusu...

Neomarin'e gelince; ilk kez gittik. Süslemeler çok güzel ama karmançorman bir alışveriş merkezi, hiç sevmedim. Mağazalarda bile raflar dağınık, insanlar aldıklarını atmışlar, kabinler çoğunlukla temiz değil veya yığınla kıyafetler var. Market tarafına hiç girmedik, mağazaların kasalarında bu kadar bekliyorsak marketi hiç düşünemiyorum diyerek:((

Görevli bulmak çoğunlukla çok zor... Dön dolaş dur bir karışıklık var mağazaların konumlandırılışında; rahatlıkla birbirini kaybedebilirsin, çıkış kapıları da çok karışık. Hazır böyle bir konuyu açmışken; Viaport'da Neomarin gibi memnun kalmadığım yerlerden ve onun gibi uzak... Bana Optimum, Carrefour veya Paladium'a gitmek daha akılcı geliyor artık. Gerçi Pendoria'yı da merak etmiyor değilim, hazır yeni açılmışken:) Bir gün de ona uğrayacağım artık, sevdiğim markaların hatırına...

23 Aralık 2009 Çarşamba

Acil kitap aranıyorrrr:))


Okuldan bir kitap listesi verilmiş kızıma; 15 Şubat'a kadar hepsinin özetleri çıkarılacakmış, performans notu olarak geçecekmiş. Yalnız internetten kitap özeti falan döküp yazmak asla olamazmış, zira onlar Türkçe öğretmeninin elinde varmış:)) Bütün kitaplar alınacak, okunacak ve özeti güzelce yazılacakmış. Bu arada yoğun ödevler, proje çalışmaları, diğer performans ödevleri, testler vs. harala gürele devam ediyor. Neyse kitap listesine gelelim arkadaşlar;

1)Bitmeyen Gece-Mithat Enç
2)Osmancık-Tarık Buğra
3)İnsan Neyle Yaşar-Tolstoy
4)İnci-John Stainbelg
5)Semaver-Sait Faik Abasıyanık
6)Robinhood-Howard Pyle
7)Yürek Dede ile Padişah-Cahit Zarifoğlu
8)Dede Korkut Hikayeleri

MEB'in önerdiği kitaplarmış. Madem MEB önerdi yollasaydı ya her birinden 2-3 tane okul kütüphanesine, çocuklar da sene başından bu yana dönüşümlü olarak okuyup yerine bıraksalardı. Bütün çocuklar toplamda 70-80 TL.yı geçen bu kitapların hepsini alıp okuyabilecekler mi gerçekten? Şahsen araştırdım çoğu kitabevinde 1-2 tanesi dışında büyük kısmı stokta yok gözüküyor. Yani parayı da boşverin, kitapları bulmakta çok büyük sorun! Çözemedim bu işi...

Bu arada bütün eserler çok güzel ama Yürek Dede ile Padişah'ın arka kapağında yazılı olan konusu çok hoşuma gitti, hemen paylaşayım istedim. Ben bulamadım ama bulabilirseniz mutlaka çocuklarınızla okuyun derim, sevgiler..

"Bir masal düşünün. Masaldan çok öte bir masal. İçimizdeki bir yerlerde hep var olan ama bazen eskiyen, unutulan güzel duyguları canlandıran, iyileştiren. İnsan olmanın muhabbetini, erdemini hatırlatan. Tevazu nedir, gerçek zenginlik nedir öğreten, öğretmekle kalmayıp sevdiren. Bir ömür hatırlanacak tatlı bir masal.


Yürek Dede ile Padişah, bizleri alıp başka bir diyara, başka bir zamana götürüyor. Orada bir gül bahçesinde kalbimizi sakinleştiriyor, dinlendiriyor. Yüzümüze de bir gülümseme konduruyor.

Cahit Zarifoğlu Yürek Dede ile Padişah'ı 0-75 yaş arası çocuklar için yazmış. Bu güzel kitabı Mavi Uçurtma yayınları içi kıpır kıpır, sevinçle sunar..."

Türkiye'nin 340 Kadın Girişimcisinden Biri Olun!..

Uluslararası yatırım bankası Goldman Sachs’ın 2008 yılında başlattığı 10.000 Kadın projesi Türkiye’de Özyeğin Üniversitesi işbirliği ile 10.000 Kadın Girişimci Sertifika Programı adıyla hayata geçiyor.

Goldman Sachs’ın 10.000 Kadın projesi kapsamında Özyeğin Üniversitesi Girişimcilik Merkezi tarafından yürütülecek olan 10.000 Kadın Girişimci Sertifika Programı’nın toplam süresi 3 yıldır. Bu üç yıllık süre içerisinde toplam 340 kadına ülkenin ekonomik büyümesine ivme kazandıracak küresel girişimciler olmaları için eğitim verilmesi hedeflenmektedir.

2008 Küresel Girişimcilik Monitörü (GEM) raporuna göre:

Türkiye’de girişimciler yeni iş kurmak için gerekli beceriye sahip olduğuna inanıyor (%44). Ancak gelecek 3 yıl içinde yeni bir iş kurma beklentisi % 21 oranında kalıyor.
Türkiye verimlilik bazlı ekonomiler sıralamasında %10.7 ile 12. sırada yer alıyor, ancak dünya genelinde ortalamanın çok altında ve 33. sırada yer alıyor.
Türk girişimciler yeni bir iş kurmak için gerekli beceriye sahip olduklarına inanmakla birlikte, eğitime önem vermiyor.
Türkiye’de okulda gönüllü olarak girişimcilik eğitimi almış kişi oranı %1.9, zorunlu girişimcilik eğitimi almış kişi yüzdesi ise sadece % 0,6. Yani toplamda sadece % 2,5 oranında kişi gönüllü ve/veya zorunlu girişimcilik eğitimi almış bulunuyor. Oysa bu oran Şili, Slovenya, Kolombiya’da % 24 mertebesinde. Bu açıdan bakıldığında Türkiye girişimcilik eğitiminde en alt sırada bulunuyor.

Dünyada 10.000 Kadın

10.000 Kadın, yerel pazarlarda 60’ı aşkın akademik kurum ve sivil toplum kuruluşundan oluşan bir ağ tarafından yürütülmektedir. Financial Times’ın dünyanın en iyisi saydığı 10 işletme okulundan yedisi de dahil olmak üzere, 37’i aşkın lider işletme okulu 10.000 Kadın projesinde yer almaktadır. Akademik ortaklar arasında Harvard Business School (ABD), the Wharton School of the University of Pennysylvania (ABD), Fundação Getulio Vargas Escola de Administração de Empresas (Brezilya), Saïd Business School of the University of Oxford (İngiltere), the Indian School of Business (Hindistan), Tsinghua University of School of Economics and Management (Çin) ve Özyeğin Üniversitesi Girişimcilik Merkezi (Türkiye) bulunmaktadır.

Programın hedefleri şöyle sıralanabilir:

Yüksek kaliteli bir işletme eğitimi alamamış kadınları güçlendirmek
Sadece girişimci değil, ülke ekonomisine ivme kazandıracak küresel girişimciler yetiştirmek
Kadınlara işletme ve yönetim eğitimi vererek paylaşımcı ekonomik büyümeyi desteklemek
Kadınların kendi işlerini kurarak yeni iş alanları yaratmasına ve ailelerine, toplumlarına ve uluslarına daha fazla zenginlik kazandırmalarına yardımcı olmak
Pazarlama, insan kaynakları yönetimi, finans & muhasebe, ağ kurma, finansman ve iş planlama konularında eğitim programları sunarak girişimci kadınların kapasitelerini arttırmak
Eğitim gören girişimci kadınları birer küresel oyuncu olarak yetiştirebilmek için mentorluk, koçluk ve ağ oluşturma faaliyetleri ile onlara kapsamlı destek hizmetleri sunmak
Ölçme ve değerlendirme
En iyi uygulamaları paylaşmak ve programla ilgili iyileştirmeleri yapmak

2010 Yılı Eğitimleri için Proje Takvimi:

Kasım 2009-Ocak 2010: Başvuru dönemi
Ocak-Mart 2010: Başvuruların değerlendirilmesi ve adayların seçimi
Mart-Aralık 2010: Eğitimlerin verilmesi

Program İçeriği ve Amaçları

Projenin ilk yılı olan 2010 içinde 3 grup halinde toplam 100 kadına girişimcilik eğitimi verilecektir. Eğitimler 6 modülden oluşmaktadır.
Eğitimin toplam süresi 3 aya yayılmış şekilde 6 haftadır (150 saat). Ders programları girişimci kadınların sosyal ve çalışma hayatları dikkate alınarak tasarlanmıştır.

Eğitim Programı

iş planı hazırlama
temel girişimcilik becerileri
muhasebe ve finans
finans kaynaklarına ulaşma
satış ve pazarlama
üretim planlaması ve organizasyonel planlama

Eğitimler her katılımcıya program süresince sağlanacak dizüstü bilgisayarlar desteğinde gerçekleştirilecek ve eğitim dili Türkçe olacaktır. Derslerin verilmesinde hem Özyeğin Üniversitesi akademisyenleri; hem de profesyonel danışman/eğitmen ve konuk konuşmacılardan yararlanılacaktır.

Günümüzde pek çok iş kadını; mentorlar, ağlar, danışmanlık ve diğer önemli destek hizmetlerinden yoksundur. Sertifika alan her bir kadın girişimci, mezun olduğu günden itibaren en az bir yıl süre ile izlenecek ve kendisine gerekli olacak mentorluk ve koçluk hizmetleri de verilecektir.

http://www.10000kadin.org/assets/files/10000Kadin_brosur.pdf
http://www.10000kadin.org/form.php?q=Basvuru

Özyeğin Üniversitesi Girişimcilik Merkezi

Kuşbakışı Caddesi 2 Altunizade 34662 Üsküdar / İstanbul
Telefon: 0216 559 2354 E-posta: info@10000kadin.org

Arkadaşlar düşünenler için kaçırılmaz bir fırsat, lütfen başvurunuz için acele edin. Sevgilerimle...



21 Aralık 2009 Pazartesi

Canım Annem...

Bu benim güzel annemin gençliği; sene 1974, babacığımla evlendikleri yıl... Uzun yıllar geçti; herkes gibi anneciğim de geçen zaman karşısında çok değişti ama yüreğindeki iyilik, bakışlarındaki sıcaklık hiç değişmedi. Rabbim uzun ömürler versin Birtaneciğimize... Hep beraber daha nice sağlıklı, mutlu yeni yaşlar nasip etsin, inşallah. Onu çoook seviyoruz.

Bugün Marmaris'te, teyzemle beraber gezdiklerini havanın güzel olduğunu söylüyor. 1-2 hafta sonra gelecekmiş, dinleniyormuş. Hem kardeşiyle sakin bir dinlenti yapıyor, hem de Babam'dan sonra sık gidemediğimiz evimizle ilgileniyor. İyi de oluyor, torunların yaramazlıklarından İstanbul'un koşturmacasından kaçıp, yaza göre biraz olsun sakinlemiş Marmaris'te dinlenmiş oluyor. Telefonla konuştuğumuzda daha iyi geliyor sesi ; "hava çok temiz, doğa çok güzel, keşke siz de gelseydiniz" diye adeta yankılanıyor:)) Evet keşke Annecim... Harika olurdu...

19 Aralık 2009 Cumartesi

Bu Cumartesi de uyku yok..


Sabah erkenden kızımı dersaneye götürüp, geldim. Matematik Etüdü vardı. Bu sırada biraz bloguma eklemeler yapayım dedim. Hafta içi ortodontist randevumuz olduğundan geçen ay süt dişlerinden birinin çekilmesini istemişti. Dersaneden çıkar çıkmaz Akça Pastanesi'nde aldık soluğu; kahvaltı için.. Zira diş çekiminden sonra bir şey yiyemeyecekti. İyi de etmişiz ana kız azıcık keyif yapmış olduk, açmalar, börekler cabasıydı:) Dün akşam sicim gibi yağan yağmurun yerini arasıra göz kırpan güneş almış, sel gibi akan sular yollardan çekilmişti, hava soğukta olsa güzeldi her şey...

Diş hekimi uzun uzun konuşa konuşa ikna etti uyuşturucu vurmayı.. Neyse yaklaşık yarım saatte dişimiz çekildi, alışverişimizi yaptık ve evimize geldik. Biraz mızmızlanma var tabii, ağrıdan dolayı... Ama tedavi 1-2 sene sonra biterse inci gibi olacak dişleri için katlanılabilir bir ağrı:))


Bol kalorili yemekler:))

KarnıyarıkHer zaman fırına verdiğim karnıyarıkları bu sefer tencerede pişirmeyi uygun buldum. Üstelik Cuma akşamıydı ve hızlı, pratik bir şekilde yapılacak sadece 5 patlıcan, 2 iri çarliston, 1 sivri biberim vardı:)) Evdeki yemeklikleri değerlendirmek lazım tabii...

Yapılışı; 5 adet patlıcan alaca soyulup kızartılır ve süzülmeye bırakılır. Harç olarak 1 adet iri soğan ince kıyılır, 250 gr kıymayla kavrulur. İçine biraz yeşil biber dilimlenir, pul biber, karabiber eklenir, yarım kaşık salça, göz kararı domates rendesi, tuz, sarmısak rendesi ve maydonoz da katıldıktan sonra harcımız hazırdır. Tencereye alınan patlıcanların karnı kesilerek tatlı kaşığıyla harç yavaşça içine yerleştirilir. Üzeri kızartılan biber ve dilim domatesle süslenerek, hafif salçalı suyla yarım saat pişirilir. Gayet kolay ve pratik anlatım oldu değil mi?


Gelelim makarnamıza; bu makarnanın özelliği bol kalorili olup bütün kıymaları yutar bir havasıyla çocuklara makarnayı sevdirmesi... Aslında yapılışını uzunca anlatmaya gerek yok galiba sadece karnıyarık harcını ilk yapmaya başladığımda ayırdığım bir miktar kıymayı, dilimlenmiş sivribiberi teflon tencerede salça ve yağla kavurdum. Üzerine 15 dakika haşladığım mantı makarnayı ekleyip bol bol karıştırıp kıymaların nüfus etmesini sağladım, sonuç şahane:))Kızım normal öğüne geçtiği yaşlardan itibaren en sevdiği makarna türü; hala ufaklığındaki gibi yanında yoğurdunu yer, içinde kıyma saklayanları yakalıycam diye çabalar:))
Not: Arkadaşlar makarna spotların altında bayağı parlamış, çekim kalitesi de düşük kusuruma bakmayın olur mu?

18 Aralık 2009 Cuma

"Yiyenlere afiyet ola, şifa bula, yiyemeyenlere nasip ola..."

Işılım yapılır mı bu yaa, bak hemşeri sayılırız:)) http://nisasena.blogspot.com/
Afiyet şeker olsun, yarasııınnn. Ama nasıl canımızı istettin buralarda:)) Ben de hemen Develi Belediye'sinin bu güzel cıvıklısını bilmeyenler için blogumda paylaşayım istedim. Develi Cıvıklısı, Resmi Gazete'de tarifi olan Kayseri'nin Develi ilçesinde üretilen patentli nefiss kuşbaşılı pidesidir. Muhteşem bir lezzet...

Mutlaka okumalısınız! İyi hafta sonları...

Geçmiş zaman olur ki; "Zeytin Gözlüm"


Az önceki fotoğraf beni taaaa 2,5 yaşıma geri götürdü. Blogumun ilk sayfalarında bahsettiğim Babacığının ilk gözağrısı Zeytin Gözlüsüne... Çok özlemişim çoook... Bakınız; http://ballicimcime.blogspot.com/2009/06/canm-babamn-gakgoslar-diyar.html

Alıştık... resme tıklayın:))


17 Aralık 2009 Perşembe

GDO'ya gelinceye kadar!..

Bunun adı gıda terörü olsa gerek. Bana gelen bu e-postayı paşlaşmak isedim. Durum korkutucu; neye, kime güvenicez artık siz karar verin... Aman Dikkat!!!

"Değerli dostlar,

Ben inşaat mühendisi olmakla birlike yaklaşık 18 yıldır yemek sektöründeyim. Yemek Sanayici ve İş adamları Derneği başkan yardımcısı, Ankara Sanayi Odası gıda komite üyesiyim. Bu sürede öğrendiklerimi yazmaya sayfalar yetmez. Ancak birkaç bilgi aktarırsam ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Öncelikle Türker Bey'in ticari endişeyle yapılıyor teşhisi sonuna kadar doğru. Minimum M2 maksimum verim, olay tamamen budur.

- "Soya Kıyması" adıyla satılan ürün yağı alınmış soya küspesidir. 25 Kg torbalarda kg fiyatı 1,5 tl civarındadır. Kullanırken ılık suyla ıslatılır 1 kg soya kıyması 3 kg su emer yani kullanım fiyatı kg da 50 krş tan aşağı olur. Gerçek etin 20 TL/kg olduğu yerde tabiiki bunu önce sermaye kullanır. maret, pınar vs gibi hazır tıpkı annemin köftesi gibi köftelerin tamamı soya katkılıdır. şirin gözükmesi içinde mix kıyma, soya proteini vs. gibi farklı isimlerle ambalaj üzerinde yazılmaktadır yani et diye soya küspesi satıp, annemin köftesi gibi aynen diye reklam yapıyorlar. BİTMEDİ: bu soya zımbırtısı granül veya toz halinde, beyaz , açık kahve, koyu kahve, kırmızı, yeşil renkleri vardır. Tadı nötüre yakındır. Cevizle karışıp baklavaya, kıymayla karışıp köfteye, unla karışıp ekmeğe, keke vs.'e giriyor.

- Marine kuşbaşı diye bir et satılıyor şimdi, normal kuşbaşı etten ucuz. bir özel kimyasal karışım suyla ete emdiriliyor. % 20 su basılıyor ete, böylece fiyatı ucuzluyor. Ancak bu tuzlar sizin kalp, şeker, tansiyon vs, rejimlerinize zarar verirmi bilmiyorsunuz. Yemeğe tuz atmıyorsunuz, ama başka tuzları bilmeden yiyorsunuz. Yemek şirketinizin et giriş faturalarında "mix kıyma" ve
"marine kuşbaşı" var mı, bir kontrol edin bakalım.

- PEYNİR ALTI SUYU TOZU: Adı üstünde, peynir üretiminde kalan su sıcak plakalara püskürtülüyor, buharlaşma sonucu elde edilen toz işte. Nerede kullanılıyor? Peynirli çizi de peynir mi var zannediyorsunuz. Tüm bisküvit ve kek sektörünün birinci sınıf dolgu maddesi. Kg fiyatı 50 krş gibi bişeydi. Yediğiniz bisküvit, kek, kraker vs paketlerin üzerini bir okuyun bakalım içinde şeker ve un dışında tanımadığınız kaç kalem malzeme var. Bir top keki toptancısı 15 krş a satıyor. Anam-babam usulü un,yumurta ve yağ ile yapsanız 30 krş malzeme maliyeti var; ambalaj, üretici karı, nakliye ve toptancı karı vs eklenince nasıl o fiyata satılabiliyor? Çünkü kek değil kek benzeri kimyasal bir şey alıp yiyoruz. Paketin üzerini okuyun anlarsınız.

-Bezelyenin kurusu öğütülüp fıstık süsü verilerek tatlılara konuyor.
- Pul biberin, karabiberin, kimyonun vs ektractı var, kilosu 5 TL'ya... Satılan sucuklarda gerçek baharatmı var sanki. Bazılarında zaten sucuk benzeri ürün yazıyor. Bir danadan 25- 30 kg sinir çıkıyor . 40 derecede dondurup öğütüyor, sinir unu yapıyor sosise basıyorlar. Şarküteri ürünlerine dikkatli bakın. %100 dana diyor, dana eti demiyor, anlayın işte.

- Tavukların boyun , taşlık, kanat ucu vs gibi ticari değeri olmayan her yeri kemikleriyle öğütülerek "mekanik kıyma" isimli bişi yapılıyor. Tüm tavuk sucuk ve salamlarında bu var, siz tavukların göğüs etlerinin kıyma yapıldığını sanıyorsanız fena yanıldınız. Bütün bu işler T.C.Tarım ve köy İşleri Bakanlığı izni ile yapılıyor. Tamamen ve her yönüyle gıda terörünün cenneti olan yurdumuzda izinle bunlar yapılırken siz varın kaçak yapılanları düşünün, bütün ekmeğe tavuk döner 2 tl , yarısı işkembe, ööööffffffffffff, sıkıldım gene, GDO ne ki o daha yeni farkedildi, devede kulak bile değil. Bunlar işin yemek faslı, daha gıda ambalajları var, koruyucular var vs. kıyamet kopuyor da bizim gıda mühendislerimizin sesi soluğu yok ortada, bir garip yemekçi inşaat mühendisi çarşı pazardan topladığı bilgileri ortalığa döküyor.

Sevgiyle kalın..."

15 Aralık 2009 Salı

Aşı olayı çözülmüştür!

Her kafadan bir ses; nedir bu anlayamadım aylardır, yazık bu insanlara; profesörü de var halktan insanı da olumlu olumsuz görüş bildiren... Ya giden gencecik hayatlar , onlara ne demeli; sayıları her geçen gün artıyor. Net bir şey yok kimsenin kafasında... Ben de çok düşündüm; konuşulanlara, gelen maillere dayanarak bekledim. Geçen aylarda griple başlayıp, faranjit, bronşit derken neredeyse 1 ayda toparlandığımda belki de domuz gribiydi, atlatmışımdır deyip öteledim aşı vurulmayı ama haberlerdeki sayılar arttıkça bu riski göze alamadım açıkçası... Önce annemler, kardeşlerim, eşleri, çocukları, eşim, arkasından kızım okulda ben de sağlık ocağında aşımı vuruldum. Sol kola vuran ağrı, hafif kırgınlık, minik bir nezle başlangıcı hissettim o kadar. 10 günde bağışıklık kazanıldığı için dikkat etmek gerekiyormuş meğer, özellikle ilk günler kalabalık ortamlara girmemek, üşümemek, bağışıklık sistemini güçlü tutmak çok önemliymiş! İlaç firmasında yıllarca beraber çalıştığımız arkadaşımdan da aşıyla ilgili detayları ve yan etkileri öğrendim. "Normal grip aşısını vurulan, yumurtaya alerjisi olmayan insanlar vurulabilir"miş. Tabi kararı tamamen bana bırakarak, "yine de sen bilirsin" dedi.

Tatesalcığımın blogunda okuduğum Uludağ Üniversitesi doktorunun da büyük etkisi oldu bu kararı almamda ve en doğru kararı aldığımı düşünüyorum. Eşimin yakın bir akrabası 28 yaşında üstelik baba olacakken hayata gözlerini kapattı bu meret yüzünden.. Herkes sarsıldı, tüm aile, en çokta hamile olan eşi, bibaşına çaresiz kalakaldı. Ne olduğunu, nasıl yitip gittiğini anlayamadı kocasının ellerinden... Çok üzücü çoook, kimse artık bu kararı vermekte bekleyemezdi, tanıdık tanımadık tüm aile aşısını oldu, zira acı en yakındaydı... Allah kimselere yaşatmasın, hastalara da şifa versin. Sevgiyle, sağlıcakla, hep mutlu kalın.

13 Aralık 2009 Pazar


Her zaman her yerde yanımda olan ve şipşak fotoğraf çekmeme yardımcı olan sevgili cep telefonum yaklaşık 2 ay önce mutfak tezgahının üzerindeki suyun gazabına uğrayarak çalışamaz duruma gelmişti. 20 günde bazı parçaları değiştirildikten sonra teslim edildi. Fakat ben inatla çantamın içine öylesine attığım yetmiyormuş gibi, mutfakta da cebimi oraya buraya atmaya devam ettim. Bugünde yine yemek resimlerimi çekerken ön camında güselllce çizikler oluşturmuşum, nasıl yaptım farkında bile değilim:(( Üzüldüm doğrusu, başına gelmeyen kalmadı emektar arkadaşımın... Off ya offf.......

11 Aralık 2009 Cuma

Hımm... Lezzet üçlemesi için buyrun:))

Güzel bir sütlaçla ağzımızı tatlandıralım;
Badem, kuş üzümü ve kalpten tarçınımızla...

Vazgeçilmez lezzet; Etli yaprak sarmamız

Ev yapımı Kesme Yeşil Mercimek Çorbası
kekik ve pul biber eşliğinde..

Hava soğuk, bu hafta sonu da evde geçecek gibi gözüküyor. Güzel yemekler yapmak istedim, hazır canım sevdiğim yemeklerden yapmayı istemişken:)) Genel de yorgun olduğumdan kolay yemekler yaparım ne de olsa... En hızlısından anneciğimin yazın hazırladığı kesme eriştelerle güzel bir çorba yaptım. Yanına yine hızlı hızlı kendimize yetecek kadar etli yarmak sarmamı hazırladım. 1 bardak pirinçten nefis bir sütlaçla soframızı taçlandırdım. Herkes bayıldı tabii bu lezzetlere... Övgüleri alınca, ne iyi etmişimde yapmışım dedim; arada sırada zorlamak lazım enerjinin sınırlarını galiba:))

8 Aralık 2009 Salı

Adını aşk koyduğumuz şey...................

Mutlu günlerimizdi...
deniz tuzu, dövme gül, yanık tarçın gibiydik
rüzgarın saçlarımızı taradığı yamaçlarda
ikimizden bir bayrak dalgalanırdı
birbirine bakan tarihin ve otların arasında
adı yoktu yaşadığımız şeyin
bir boşluk bile değildi bu
onca boşluğun içinde yontulmamış
birkaç harf, taşlar kadar tarihe kefil
günler gibi düşünülmeden akıp giden
otların gölgesindeki gece kadar derin
ay ışığıydı her şeyi sessizce bütünleyen
bir dönüş biletiyle kırıldı gece, kırıldı mevsim
kalakaldık...
birbirine bakan sunaklarda zehiri giz olan otlar boyverdi
kırık heykel parçaları dağılmış ten
zaman tarihe geri çekildi
kalıntıları ne kadar ipucuysa bir antik kentin
o kadar biliyoruz nedenlerini ve sonuçlarını
ayrılınca adını aşk koyduğumuz o şeyin...

7 Aralık 2009 Pazartesi

Bir sevda hikayesi...


Dünya yaratılmadan önce, iyi ve kötü huylar ne yapacaklarını bilemez halde dolanıyorlarmış. Bir gün toplanmışlar ve neden saklambaç oynamıyoruz demişler. Hepsi bu fikri beğenmiş. Çılgınlık bağırmış “Ben ebe olmak istiyorum” diye… Kimse çılgınlığı arayacak kadar çıldırmadığı için çılgınlık bir ağaca yaslanmış ve saymaya başlamış. 1, 2, 3… O saydıkça iyi huylarla kötü huylar saklanacak yer aramışlar. Şefkat ayın arkasına asılmış, ihanet çöp yığının içine girmiş, sevgi bulutların arasında kıvrılmış, yalan bir taşın altına saklanacağını söylemiş ama gölün dibine kaçmış, tutku dünyanın merkezine gitmiş, para hırsı bir çuvalın içine girerken çuvalı yırtmış. Aşk ise kararsız olduğu için nereye saklanacağını bilmiyormuş. Bu bizi şaşırtmamalı; çünkü hepimiz aşkı saklamanın ne kadar zor olduğunu biliriz.

Çılgınlık 100’ü saydığı anda aşk sıçrayıp güllerin arasına girmiş. Çılgınlık bağırmış önüm arkam sağım solum sobe diye… İlk önce tembelliği görmüş, çünkü saklanacak enerjisi yokmuş. Sonra şefkati ayın arkasında, ihaneti çöplerin arasında, sevgiyi bulutların içinde, yalanı gölün dibinde ve tutkuyu dünyanın merkezinde… Aşk hariç hepsini bulmuş. Çılgınlığın kulağına haset fısıldamış: “Aşk güllerin arasında saklanıyor.” Çılgınlık çatal şeklinde bir sopa almış ve güllerin arasınsa saplamış, ta ki yürek burkan bir haykırış onu durdurana kadar… Aşk elleriyle yüzünü kapayarak ortaya çıkmış, çılgınlık aşkı bulayım derken heyecandan aşkın gözlerini kör etmiş. “Ne yaptım ben? Hatamı nasıl tamir edebilirim? N’olur beni affet!” diye yalvarmış aşka. Aşk cevap vermiş: “Gözlerimi geri veremezsin ama benim için bir şey yapmak istersen, benim kılavuzum olabilirsin.” İşte o günden beri aşkın gözü kördür ve çılgınlık da her zaman onun yanındadır.

4 Aralık 2009 Cuma

Güzel anlar, güzel tatlar dostluklarla çoğalır...


Her sabah çıkınımıza ne bulursak doldurup tutuyoruz işin yolunu; arkadaşlarımla... Kimi zaman köyden gelen tulum peyniri, tereyağı, pekmezle ben sürpriz yapıyorum kimi zaman herbirimizin aklına estiği gibi getirdiği zeytin, peynir, dilim dilim doğranmış salatalık ve domatesle ziyafet çekiyoruz birbirimize... Hatta bazen üşenmeyip alacağımız kilolalara inat pastaneden veya fırından simit, açma, pohaça gibi tatlarıda ayda 1 veya 2 kez yeme cesaretinde bulunuyoruz sıcak çaylarımız eşliğinde... Öyle güzel ki o geçirilen 10-15 dakikalık başlangıç molalarımız. Olurda bazen geç geldiysem veya yetişemediysem Gülpericim bir şeyler ayırıyor mutlaka benim için...

Bu sabah yine öyle güzel bir kahvaltı heyecanını bitanecik Nilgül arkadaşım bize yaşattı; (O güzel yüreğine, ellerine sağlık canım.) Akşamdan tulum peynirini, pekmezi hazır etmiş, yeşil zeytinleride güzelce kekiklemiş, fırından sıcak sıcak simitleri de alıp sabah gelirken bizlere getirmiş... Bu güzel lezzetlerin yanında, dostluğun tadı da bambaşka inanın...

Öğlen de 13,10'da geçen gün yemek üzerine çayı tercih ettiğim için içemediğim yanında Dürdoşumun nefis bayram çikolatası ikram ettiği Türk kahvesi keyfine yeniden davetliyim. Yalnız bu sefer kahvelerimizin yanında Meşhur Safranbolu Lokumcusu'ndan aldığım halis muhlis çifte kavrulmuş fıstıklı lokum ikramı olacak, geleneksel lezzetimize beklerim efendim:))

"Gönül ne kahve ister, ne kahvehane
Gönül sohbet ister, kahve bahane"

Beyin mutlu olduğunuzu gülümsemenizden anlar...



Sanırım bir seminerde dinlemiştim bu sözü; o an üzgün bile olsanız yaşadıklarınıza pozitif bir açıdan ışıltılı gözlerle bakmayı deneyip, yüzünüzde bir tebessümle bir süre gülümsediğinizde kas hareketleriniz saniyeler içinde beyninize mutluluk sinyalleri gönderir ve kendinizi mutlu hissedermişsiniz. En azından hüzünlerimiz depresyona zemin açacak boyutlara ulaşmazmış hiç bir zaman... Mutluluk için hayata gülümseyelim, ne duruyoruz?

Gelelim Mutluluğunuz için öneriler kısmına;

Sıkıntıları, üzüntüleri bir kenara atmak oldukça zor gözükse de insan istedikten sonra hepsinden kurtulabilir. Artık mutlu olmak benim de hakkım diyorsanız bu önerileri dikkate almalısınız:

İnsan zihninin dinç kalabilmesi için geleceğe dönük hiçbir endişeli fikir taşımaması gerekir. İnsanın yaşanmış bitmiş olan geçmişteki kötü anı ve acı hatıraları, güncel olaylardan hareketle bugüne asla taşımaması gerekir. Stresli ve gergin bir hayat beyinde geri dönüşümsüz hücre göçüne yol açmaktadır. Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Arif Verimli bu konuda önemli uyarılarda bulunuyor;

- Asla bir eleştiri, öneri ya da teklif karşısında yetersizlik duygusuna kapılmayın.
- Asla kusursuz bir insan olmaya çalışmayın.

- Başkalarına hoş görünmek için şirinlik ve fedakarlık yapmayın, yapmak zorunda olduğunuzu düşünmeyin.

- 24 saati 3'e bölün. 8 saat uyuyun, 8 saat çalışın ve kalan 8 saatte lütfen sizi mutlu edecek bir şeyi yapın. Hobiler edinin, spor yapın, sanatsal faaliyetleri izleyin, sergileri gezin.

- Size yapılan eleştirileri reddedilmişlik olarak algılamayın.

- Mükemmeli değil elinizden geleni yapın.

- Kimse için önyargı taşımayın ve herkese karşı içinizden geldiği gibi davranın.

- Başkalarınca beğenilmek ve takdir edilmek beklentisi taşımayın, hiç kimsenin sevgisine muhtaç olmayacak kadar kendinizi sevin.

- Sizin doğrularınızın başkalarının doğruları olmayabileceğini bilin.

- Çevrenizdeki insanların hareket ve davranışlarını denetlemeyin, hiç kimsenin beyninden geçenleri okumaya ve yorumlamaya kalkışmayın, kimsenin de dillendirmediğiniz müddetçe sizin beyninizi okumasını beklemeyin.

- Çok okuyun. Okumayı ertelemeyin, okumaya yaşınız ilerlese bile devam edin. Çünkü okumak zihinsel faaliyetleri çalıştırır.

- Çok gergin ve kaygılı olduğunuz zaman şu nefes egzersizini yapın; iyi bir nefes almak iyi bir nefes vermekle başlar. Ağır derin ve sessiz olun. Nefes egzersizine başlamadan önce, sağ elinizi göbeğinizin hemen altına koyun, sol elinizi göğsünüzün üzerine koyun ve gözlerinizi kapatın. Nefes almadan önce ciğerinizi iyice boşaltın. Yeni bir nefes almak için birkaç saniye bekleyin. Ard arda iki derin nefes aldıktan sonra kesinlikle 4-5 kez de normal nefes alın. Tüm bu işlemleri günde 40 kez yapın ve bunu alışkanlık haline getirin.
- Akraba, aile ve kök bağlarınızı koparmayın. En azından özel günlerde onlarla olun.

3 Aralık 2009 Perşembe

Durgun bir gün, akşamı güzel olsun:))


Bugün azıcık keyifsizlik var üzerimde... Havadan mı bilmiyorum, sanki sabah pek bir coşkum varmış da kapı eşiğinde unutup gelmişim...

Çocukluğumdan beri canım sıkıldığında veya çok üzüldüğümde gözümün hemen sol alt köşesinde uçuk gibi minik bir şey belirirdi. Herkesin dudağı uçuklar benim gözümün hemen altı... Neyse bayramdan sonra bir baktım minicikti bu sabah 5-6 mm çapını aşmış bir kızarıklık ve şişlik haline gelmiş. Dokununca da nasıl acıyor. Güzelce giyinmişim, hafifte makyaj ama sırıtıp duruyor aynada ben burdayım der gibi. Öğlen yemek bile yemeden dermotoloji doktorunda aldım soluğu. DR; "Bir şeye canınızı çok mu sıktınız, çok mu üzüldünüz ya da çok stresli bir işte mi çalışıyosunuz?" dedi. Ben de -Hepsi- dedim gülümseyerek. Çocukkende olurdu o zamanda sınavları kafaya takardım
şimdi de bir sınav var beni zorlayan, bir de çeşitli hayat koşturmacalarım, yani stressiz zamanım yok anlayacağınız... Geçen gün açıklanan olumsuz sınav sonucuyla stres katsayım pik yapınca bu güzellikde hemen çıkıverdi ve 1 haftadır iyileşmek bilmedi dedim. Pek ilgili ve nazik doktorumun yorumu ise şöyle; "Ne yazık ki sakin bir hayatımız yoksa bu stres denilen şeyden kaçmak imkansız... Zamane şartlarının getirdiği yoğunlukları belki elimizden geldiğince azaltmalıyız ama -Nasıl- sorusunun cevabı biraz zor... Ara ara tatiller, hoşumuza giden keyifli şeyler yapmamız, bol bol dinlenmemiz, temiz havalı yerlere küçük geziler düzenlememiz, kendi kendimize olumlamalar yapmamız, herşeyi kafamıza takmamamız gerekirmiş. Peki her şey güzel de ben zaten bunların hepsini yapmam gerektiğini biliyorum sorun uygulamaya gelince takılıp kalmam da... Bazı zamanlarda üstümdeki stresi atabilmek için en azından bu listenin bir kısmını yapmaya çalışıyordum ama bundan sonra daha çok dikkat edeceğim:)) dedim. (Hımmm emin ol yaparsın. İç ses; ben pek emin değilim) Bu konuşmaların ardından sevgili dr.cum sağlam bir reçete yazarak antibiyotik ve merhem verdi. Düzenli kullanacakmışım ki 1 hafta da toparlansın ve izi kalmasın. Allah başka dert tasa vermesin inşallah. Gönül ister ki şu stresle bir daha karşılaşmayayım, her şey güllük gülistanlık, süt liman, sorunsuz........... olsun da, sağlıklı sağlıklı yaşayalım değil mi? Kim istemez...

Dönüşte ilaçlarımı eczaneden aldım, eczacı bayan uyardı "Yarın kapalıyız haberiniz olsun başka almak istediğiniz varsa alın" diye. Eczacılar için belki haklılar ilaç indirimi zarar getiriyor olabilir ama, maddiyatsızlıktan nice ilaçlarını alamayanlara, acil ilaç bekleyenlere de 04 Aralık'ta haksızlık yapılacakmış gibi geliyor... Umarım ortak bir noktada anlaşma sağlanır da her iki tarafta mağdur edilmez.

Şimdilik haberler böyle... Amann kendinize iyi bakın, bitki çayınız benden:))

1 Aralık 2009 Salı

Daha güzel haberler paylaşmak ümidiyle...

Saat 01.00'i çoktan geçti, oysa beni bu gece hiç uyku tutmuyor... Garip bir heyecan var, sanki yolun başındaymışım ve hızlı bir rota çizmenin hazırlık telaşındaymışım gibi düşünüp duruyorum enine boyuna her şeyi... Hızlıca size de anlatayım;

Pek belli etmesemde şu sınavla ilgili üzüntüm akşama doğru bir daha yoklayıverdi beni ve dayanamayıp saat 17.50'de Tesmer'in sitesine girdim kimlik numaramla... Bu sefer sınav sonucuna bakmak için değil yeniden sınava giriş hakkım var mı? onu denemek için... Ve gözlerime inanamadım sınava giriş başvuru formum adımla soyadımla sınav iliyle beraber karşımdaydı, yazıcıdan döktüm. Kalbim pır pırrr, nasıl heyecanlandım anlatamam. Kızımı annemden aldım, emin olmadan bir şeycik söylemedim kimseye ama sevinçten eve zor gittim.

İlk kayıt yaptırdığım dekonttaki tarihi kontrol ettim hemen; 05 Ocak 2007 idi. Her yıl Mart, Haziran ve Kasım aylarında yapılan bu sınava 3 yıl boyunca giriş hakkı vardı; ben bir kısmına girmemiştim zaten. Ardından istanbulsmmmodasi.org.tr 'da aldım soluğu... Sınava giriş hakkı hesaplama'yı tıkladım ve son başvuru hakkımın Aralık 2009 olduğunu gördüm. Öyle mutlu oldum ki; Rabbim kazanmam için bana bir hak daha nasip etti diye ağlayarak annemi aradım. O da en az benim kadar sevindi; "Bu kadar üzme kendini ağlama artık, kazanacaksın inşallah bu sefer kızım" diyerek beni destekledi. Sanırım çok içimde tutmuşum gözyaşlarımı; bu zorlu sınav politikası, emek ve üzüntünün yanısıra az uz para da değildi çünkü... Eşimde şu ana kadar sonucu baştan kabullenici bir tavırla; çok yoğun çalışan, çocuklu bir annenin başarmasının imkansız olduğunu empoze edip durdu ne yazık ki... Fakat bu sefer maddi ve manevi stresleri geride bırakıp önüme bakacağım ve inşallah bu sefer sevincim tamamına erecek. Bu bir fırsat benim için, öyle hissediyorum. Artık dikkatsizliklere vakit yok, daha verimli çalışmak lazım... Sınav 06 Mart'ta, güzel bir program çizip tüm olumsuzlukları kafamdan silmeli ve yeniden çalışmaya başlamalıyım. Eşimin negatif tek bir sözünü bile önemsemeden kendime güvenmeli, kaldırdığım tüm kitapları gözönüne yeniden çıkarmalıyım. Onları kaldırırken içim sızlamıştı, sürekli kendime kızmıştım nasıl olurda bunca basit hatayı yaparım diye ama insanoğlu için her şeyin bir vakti var elbet... Bana düşen çalışmak için azmetmek ve başarmayı gerçekten istemek. Gerisi nasip; nasipten öteye köy yok derler ya o misal... Bunu belki daha önce de söylemişimdir ama kesinlikle çok doğru bir söz...

Düne kadar çok üzülmüştüm son sınav hakkımı da kaybettim diye, çok dualar etmiştim bu meslekte yıllardır süren emeklerimin heba olmaması için Yüce Rabbime ve bakın bugün tesadüfen bir hakkım daha olduğunu öğrendim. İnanıyorum ki bu sefer olacak, sağlıcakla başaracağım. Bu bir başlangıçtı ve her şey umut etmekle başlar...

Hayatımızda hepimiz için her şey çok güzel olsun, işlerimiz kolaylaşsın, her zaman rast gitsin, hep sevdiklerimizle sağlıklı, sıhhatli mutlu, uzun ömürlerimiz olsun, huzurlu güzel bir yuvamız olsun, evimiz huzurla neşeyle dolsun, sevgimiz gün geçtikçe artsın, mutfağımız bereketle taşsın, Rabbim kalbimizdeki dileklere tez zamanda kavuştursun, dert yüzü göstermesin, hastalarımıza şifalar, borçlularımıza ödeme kolaylığı nasip etsin (amin) diyerek herkese iyi geceler diliyorum.
Sevgiyle, sağlıcakla kalın dostlar...

"Ne fark eder ki kör insan için elmas da bir cam da...
Sana bakan bir kör ise, sakın kendini camdan sanma!"
..Mevlâna..

Mis gibi tomurcuk kokan bir çay...


Çok sevdiğim bir arkadaşım; yeni evlerine taşındı, heyecanla bekledikleri mutlu, huzurlu, sağlıklı, sevgi dolu yeni yuvalarına... Yakın bir zamanda ziyarette bulunacağız ailecek inşallah.
Hatta yakın bir zamanda komşu bile olacağız:)) Bayramda buluşamadığımız için buradan seslenmek istedim; şeker gibi konuşan arkadaşıma...

Sevgili arkadaşım, Gülay; Hani şimdi mis gibi tomurcuk kokan nefis bir çay olsaydı da fırından yeni çıkmış, çıtır çıtır taze simit ve peyniri kaptığım gibi, koşup çalabilseydim kapını... Uzun uzun sohbet etmeye vaktimiz olabilseydi keşke... Bir de hazır pasta almaktansa ellerimle sana güzel bir çiğ börek yapabilseydim, zamanı yetiştirme kaygısı olmadan, ahh ne güzel olurdu... Sen de Ctesi çalışmasaydında 10 kahvesinde yalnız kalmasaydık değil mi? Neyse ki, ikimizde çok yoğun anneler olsakta görüşebilme umudumuz var her şeye rağmen, gönüllerimiz bir olsun yeter ki arkadaşım. Tekrar hayırlı uğurlu olsun, güzel eviniz... En kısa zamanda görüşmek dileğiyle, sevgiler, selamlar...

ÖYLESİNE BİR MEKTUP

Öyle içimdesin ki. Yanağımda dolaşan rüzgardan daha gerçek dokunuşların. Küçük, ürkek, kesik dokunuşlarınla, belki de her zamankinden daha yanımdasın. Yani öylesine, o kadar bensin ki.
Ah nasıl anlatsam. Boşuna bu çabalarım, doğru kelimeleri aramalarım. Ne kitaplar yazıyor,
ne de sözlüklerde karşılığı var. Yalnızca hissediyor insan, yaşıyor. Kelimeler eksik, kelimeler yaralı. Kelimeler cılız. Taşımıyor, anlatmıyor, tanımlamıyor bu duyguyu.

Ben de... Çok başka bir şey. Sevginin ortasında, derin acılar hisseder mi insan? Aydınlık gülümsemelerin içine, hüznü yerleştirir mi durup dururken? Gözlerine buğu,diline sitem, yüreğine burukluk, çöreklenir kalır mı asırlarca? Gelmeyeceğini bildiği mektup için, posta kutusunu hep aynı heyecanla açar mı? Dedim ya, başka bir şey bu. Ne kadar yalnızsam, o kadar seninleyim şu günlerde. Belki de en başta, tutup seni en derinlere koydum diye oldu bunlar. Kimseler ulaşmasın diye, kimselerin bilmediği, bulamayacağı yollara götürdüm seni. En derinlerde tuttum. Bana sakladım. Derine, hep daha derine. Seni yapayalnız, bir tek bana bıraktım. Paylaşamadım yanlış yaptım. Sana ulaşan yolları kaybettim diye bütün bu şaşkınlıklar. Kendimi oradan oraya vurmam. Sağımda, solumda, ne zaman dikildiğini bilmediğim duvarlara çarpmam, hiç görmediğim çukurlarla boğuşmam. Denizlerin, gürültüyle gelip vurduğu dehlizlerin, acılı duvarları gibiyim. Duvarlarım yosunlu, duvarlarım kaygan, duvarlarımdan hiç tükenmeyen sular sızıyor. Tutunamıyorum. Renklerim, gün içinde değişiyor. Soluyorum, soğuyorum. Güneş ulaşmıyor içerilerime. Küfleniyorum, yaşlanıyorum. Yalnızlıklar peşimde. Dokunduğum her ıslak duvardan, pis kokulu bir yalnızlık bulaşıyor üstüme. Yapış yapış, vıcık vıcık bir yalnızlık bu. Biliyorum, bütün bunlar, hep benim suçum. Seni sakladığım yere ulaşamaz oldum. Yollar, gitgide uzadı ve karıştı. Ümidimi ısıtacak, parlatacak, kımıldatacak bir şeylere ihtiyacım var.

Ah onun ne olduğunu biliyorum. Sonu sana geliyor her cümlenin. Her şeyin başı içinde ve sonundasın. Bu değişmiyor. Öyle içimdesin ki. Birden aklıma geldi, tuttum sana bir mektup yazdım dün. Çok mutluydum. Gün içinde neler yaptığımı, nelere kızıp, nelerle mutlu olduğumu, tek tek anlattım. Mevsimlerin ve insanların nasıl karışık ve beklenmedik olduklarını yazdım. "Yine zamansız yağmurlar" dedim, "Daha önce, hiç bu kadar zayıf değildi güneş ışınları" dedim, "Gerçekten buradaki şarkıları hiç öğrenmeyecek, bilmeyecek, söylemeyecek misin?" dedim. Çok uzun bir mektup oldu. Başından sonuna kadar okudum da. Neler yazmışım diye merakımdan. Sonra çekmecemden bir zarf çıkarıp, adını yazdım. Büyük harflerle, yalnızca adını. Adresini bilsem gönderir miydim, bilmiyorum. Mektup cebimde. Cebim yüreğime yakın. Yüreğim sende. Sen yüreğime yakın. Öyleyse mektup sende.

Can DÜNDAR

Herkese güzel bir hafta diliyorum...


Bayram tatiline ufaktan bir moral bozukluğuyla girmiş olsamda sonrasında bayram heyecanı mıdır nedir sildim attım bu keyifsizliğimi... Hem maddi hem manevi emek verdiğim mali müşavirlik sınavını 4 puanlık bir eksik yüzünden 56 ile kazanamamışım, üstelikte bu son hakkımdı. Her sınav ayrı bir maliyet olduğundan 4 sınav hakkıma zaten girmemiştim, bu sınavda da talihsizlikler peşimi bırakmayınca olan oldu. Artık bundan sonra; hayırlısı buymuş ne yapalım, bir daha ki sefere inşallah deyip yüklü maliyetine katlanarak para bulup buluşturup yeniden dosya açtırır mıyım, yoksa bazı sorularda bildiğim halde nasıl olurda doğru cevabı silip yanlışı işaretlediğim için optik okuyucunun ya da dikkatsizliğimin gazabını düşüne düşüne üzülmeye devam mı ederim emin değilim:))) Esra Hocam kulakları çınlasın o kadar da söylemişti "ilk akla gelen Allah'tandır ikincisi şeytandandır" diye; Yok sanki ben bunu hiç duymamışım, Sen sil doğruları, yanlışı karala:((( Offf! Aklıma geldikçe hala kendime çok kızıyorum; Nasıl olur nasıl? diye. Neyse, hayat devam ediyor, iyisiyle kötüsüyle yapacak bir şey yok... Mevlâm görelim neyler Neylerse güzel eyler...

Gelelim Bayram tatilimize;
İlk iki gün bayram telaşı, aile ziyaretleri... Ardından güzel bir sahil keyfi... 3.gün bir gece önce 4'e kadar dvd film izlendiği için tembellik edip 1'de uyanınca ikindi kahvaltısı mahiyetinde bir kahvaltı ardından aylak aylak bir alışveriş keyfi ve güzelim ilçemizin en kalabalık sokağında tur atmalarımız sonrası havayı güzel bulup bu keyfi Ayazma'da tellendirdiğimiz çaylar eşliğinde künefe ile tatlandırmamız... 4. gün tatilin bitmesine az kaldı daha ballı bir şey yapmak lazım diyerek plansız programsız yola çıkıp, istikamet Sarıyer deyip soluğu Emirgan Korusu'nda almamız, harikaydı doğrusu...

İstinye Park'ın kalabalığına, yılbaşı cümbüşüne inat biz soluğu Emirgan Korusu'nda aldık. Önce güzel bir yürüyüş yaptık, havuz başında resimler çekildik. Hava kararır kararmaz muhteşem Boğaz manzarası eşliğinde SARI KÖŞK'ün özel balkonunda akşam yemeğimizi yedik. Işıl ışıl bir köşk burası, harika resimler, panolar var duvarlarında, tavan süslemeleri son derece etkileyici. Kendinizi sanki bir sinema locasında sanıyorsunuz; üst kattaki bu güzel balkonda yemeğinizi ve tatlılarınızı yerken, eşsiz manzaranın verdiği dinginliği içinizde hissettiğinizde... Üstelik manzara hem gündüz hem akşam büyüleyici burada... Fakat o ne huzurdu, anlatamam... Kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir güzellik desem yeridir. Hep Hidiv Kasrı'ndan hayran hayran bakıp selam yollardık ya buralara, şimdi Sarı Köşk'ten selam yolluyorduk Hidiv Kasrının akşamları renk renk olan güzelim kulesine... Tüm asaletiyle karşımızdaydı Boğaziçi...
Lale zamanı annelerimizi de alıp kahvaltı için tekrar gelelim diyerek ayrıldık bu şahane mekandan... Dönüşte İstinye Limanı'nda şöyle bir gezdik, denizin kıyısında da güzel yerler vardı doğrusu; bir gün yolunuz düşsün derim.

Gecenin sonunda sahlebinizi yudumlamayı sakın unutmayın, nefis oluyor... Sanki o olmazsa olmazmış, geceyi buralarda bitirip köprüden geçemeyecekmişsiniz gibi geliyor:)))

Ve bugün işimizin başındayız; neşe dolu, sağlıklı, mutlu bir hafta olsun dileklerimle, sevgiler...