27 Ekim 2009 Salı

Bir haftasonu hikayesi...


Cumartesi günü Atatürk Hava Limanı Dış Hatlar Terminali'nde güzel bir uğurlama vardı. Eşimin annesini Hac yolculuğuna uğurladık. Akrabaları, kızı, oğlu, gelini, torunları ve komşuları olarak... Yüzünde güzel diyarlara gitmenin verdiği huzur, Efendimiz'e (a.s) kavuşma heyecanıyla parlayan güzel bir tebessüm, sevdiklerinden kısa da olsa ayrılmanın etkisiyle minicik bir hüzün vardı. Uzun uzun vedalaşmaya fırsat oldu uçak saatini beklerken... O ne güzel bir heyecandır, sabırsızlıktır bir görseniz; Allah hepimize nasip etsin inşallah bu duyguları yaşamayı...

Pazar günü ise havanın güzelliğinden faydalanmak için, Sonbahar'ın rengarenk görüntüsünü en iyi yaşayabileceğimiz yer olan Abant Gölü'ndeydik. Şu ana kadar bizi hiç yanıltmayan güzergahları kullandık bu gezimizde de... Yazını da, kışını da çok seviyorum Abant'ın ama "Abant'ta Sonbahar Bir Başkadır" derler ya kesinlikle öyle arkadaşlar, Sonbahar'da daha bir başka güzel Abant; Yapraklar turuncu, sarı, kırmızı ve yeşilin her tonunda yerlerde, gölün üzerinde ve ağaçların dallarında dans ediyorlar sanki... Doğa ve romantizm bir arada...

Göz zevkimizi okşayan, tek kelimeyle eşsiz, tadı damağımızda kalacak bir gezintiydi yine Abant gezimiz. Gitmeyenler mutlaka gitmeli, şu an tam zamanıdır derim. Göl kıyısında güzel bir yürüyüş yapın, Büyük Abant Oteli'nin iskelesi'nde sakinliğin keyfini çıkarın, bol bol fotoğraf çekin, ister faytonla ister arabanızla kırmızı, kızıl, sarı yaprakların arasından geçip, gölü seyrederek muhteşem çevresini turlayın, köy ürünlerinden erişte, peynir, tereyağı almayı unutmayın kahvaltılarınız için... Dönüşte de Varan Tesislerin'de güzel bir çay molası verin; Bolu Tüneli ve rengarenk doğa manzarası eşliğinde.. Çocukluğumda babamla geldiğim bu güzel tesisin o kadar çok anısı vardır ki ben de eşime her seferinde ballandıra ballandıra anlatırım, o da Maşallah hiç kesmeden zevkle dinler:)) Neyse gezi güzergahımıza devam edelim; Varan'dan çıktıktan sonra hemen otoban yoluna girin ve Sakarya Sapanca tesislerinde son molanızı vererek; bizi hiç yanıltmayan SASA lezzetlerinin tadına bakın. Üstelik kapalı mekanları da hizmete sunulmuş, soğuk günler için ideal. Sapanca Gölünün kenarında çayınızı yudumlayıp, yanında çiğ börek, gözleme veya ıslama köfte yiyebilirsiniz. Artık saatler geceye dönmek üzereyken yeterince dinlendiğinizi hissedip, supangle ve profiterollerle ağzınızı tatlandırdıktan sonra yöresel ürünler mağazasını şöyle bir dolaşıp eliniz boş dönmemek adına Hazerbaba Lokumlarını kaptığınız gibi ver elini İstanbul... Daha nice gezilere sağlıcakla inşallah diyeyim:))

Ailecek arada böyle ani kararlar verip, plansız geziler yapmak gerek diye düşünüyorum, gerçekten koşturmacalar esnasında bazı şeyleri atlayabiliyoruz. Hayatın tekdüzeliğini böyle güzelliklerle arada sırada şenlendirmek gerekiyor değil mi?
Güzel bir hafta olsun hepimiz için, sevgiyle kalın dostlar:))

21 Ekim 2009 Çarşamba

Uyku kardeşim neredesiiinn?



Bu akşam Adanalılar'a özel bir muhtar sofrası'na davetliydik. İçinde aklınıza gelen bilumum yöresel lezzetlerden vardı. Bol kalori deposu olması beni uyutmazken tam tersine eşim ve kızım ya yorgunluktan ya da yedikleri ağır gelmiş olacak ki eve gelir gelmez uyuyup kaldılar. Ben de hazır onlar uyurken biraz televizyonu karıştırdım, dizilerle hiç aram olmadığından oturdum kitaplarımın başına... Fakat gözlerim gün boyu öyle yorulmuş ki yarım saatte ondan da sıkılıp bloguma bir bakayım dedim. Sizlere yorum yazarken "Bayram Şekeri"yle karşılaştım; Pembiş elbiseli, sevimli muzip yüzlü bir prensesle... İştebudurhayat arkadaşımın güzel kızı; Maşallah çok şirin, Allah bağışlasın canım. Bana kızımın o yaşlardaki halini, sevimli mimiklerini hatırlattı. Malum artık biz de yavaş yavaş büyüme emareleri başladı; daha bir ağır ve temkinli yaklaşıyor hayata, daha zor beğeniyor, daha çok sorumluluk yükleniyor......... Eskiden önüne gelene sorular sorar, uzun uzuuun konuşup kendini tanıtır, karşındakinden de kendini tanıtmasını ister, sürekli şakalar gülücükler dağıtırdı şimdi varsa yoksa okul, sınav stresi derken daha sakin bir çocuk oldu çıktı. Tatil günlerinde daha bir canlı, aktif; okul günlerindeyse ders koşturmacası yüzünden daha bir durgun, hatta bazen de beklemediğim şekilde agresif... Varsa yoksa kitapları, testleri, ödevleri, okulu, kursu... Dün ki ufak çaplı doğum günü kutlamamızdan sonra bile testlere ve ödevlerine geri döndü çocuğum, ne yapsın. (+, -) koyarım diye çocuklara sürekli not tehtidi yapan öğretmenlerimiz var artık. Hele bir de mükemmel bir ödev teslim edeyim diye çabalayınca vakit bile yetmez oluyor. Kimse de MEB'e çıkıp demiyor ki bu çocuklara bunca ödev, araştırma üzerine SBS sınav sistemi ağır geliyor. Dayatmalarla çocuk büyütülmez diye...

Yeni müfredatın ve sınav yönetmeliğinin çocuklara zulüm olduğunu ben daha önce söylemiştim hala da ısrarla söylüyorum. Çok erken yaşta çocuklarımız dersaneyle tanışıyorlar, boş vakit denen şeyleri kalmıyor. Oyun oynama çağında bilgisayarda proje ödevi araştırıp, harıl harıl ödev yapıyorlar. Hem ders konuları daha zor, hem müfredatları çok ağır. Bunun için nasıl başvuru yapmalıyız bilmiyorum fakat en azından performans ve proje ödevlerinin azaltılıp, ödevler konusunda daha insaflı davranılmasını isteyebiliriz diye düşünüyorum.
Allah tüm öğrencilerimizin yardımcısı olsun, sağlık, sıhhat ve zihin açıklığı versin inşallah, herkese iyi geceler...

DEMLİKTE KALAN ÇAYI ATMAYIN!


Sevgili arkadaşım Perihan yollamış sağolsun, sizlerle paylaşayım istedim bu pratik bilgileri;

DEMLİKTE KALAN ÇAYI ATMAYIN ( Bakın nelere deva)

Saçınız mat mı? Saçınızı şampuanladıktan sonra son su olarak bir çaydanlık ılık çayla durulayın. Bakın saçlarınız nasıl ışıl ışılıyor .

Ayağınız mı kokuyor? Ilık çay dolu bir leğene ayaklarınızı daldırın ve her akşam yatmadan önce 10 dakika tutun. 10 günde koku diye bir şey kalmayacaktır.

Boğaz ağrılarında posaları süzüp soğuyan demi boğaz ağrılarında gargara olarak kullanılır.

Cildiniz çok mu yağlı? Banyodan çıkmadan son su olarak bir çaydanlık çay ile teninizi ovuşturun, balsam vazifesi görün.

Derinizdeki yaraların temizlenmesi Çayı, derinizdeki yaraların temizlenmesi ve antibiyotik etki göstermesi için pamukla tatbik ederek kullanabilirsiniz.

Eliniz balık, soğan mı kokuyor? Balık ayıkladınız, ellerinizi sabunla yıkadınız ve hala balık kokuyor. Ya da soğan soydunuz, soğan kokuyor. İşte kurtarıcınız yine çay. Elinizi demli çayla yıkayın. Bakın bakalım hiç koku kalmış mı?

Gözünüz çapak mı yapıyor? Kaynamış çayı bir tasa koyup buharı gözünüze biçimde başınızı üstüne koyun. Ya da ılık çaya batırılmış pamukla gözlerinize ve etrafına tatbik edin .

Yemek yerken dilinizi mi ısırdınız? Yine ilacı demlikteki çaydır. Ağzınızı günde üç defa çalkalayın, diliniz dokuz yerine üç günde iyileşecektir.

Buzdolabınız koku mu yapıyor? Demlikte kalmış çay posalarını kurutup bir kap içinde buzdolabının orta rafına yerleştirin, kokudan eser kalmayacaktır.

Hepimizin çok sevdiği çayın diğer faydaları da süper değil mi? Hemen birkaçını uygulamam lazım:)))

Pozitif enerjiyle ilgili okuduğum güzel bir alıntı ve Dua...


"Beyin öyle bir güçtür ki...

Kafadan geçen her düşüncenin bir talep olduğuna inanıyorum... iyi şey ister güzel şeyler düşünürseniz cevabı aynen öyle gelir, Ama hep korku ve kuşkuyla yaşarsanız aynen bunları da çağırırsınız.Trafik kazasından korkan insanlar hep kazaya uğrarlar. Eğer siz korkuyla yola çıkar ve hep bunu beyninizde kurgulayıp etrafa negatif enerji yayarsanız mutlaka şoföre kaza yaptırırsınız ama arabayı siz kullanıyorsanız ve böyle korkularınız varsa eğer sakın araba kullanmayın...

Çocuğuna aşırı korumalı ana ve babalarının çocuklarına hep bir şeyler olur yani biri bir taş atsa bile gelir sizin çocuğunuzun kafasını bulur o zaman siz şunu düşünürsünüz "onu kollayıp korumasam hep başına olumsuz şeyler geliyor. Neden acaba ? Bu tıpkı (yumurtamı tavuktan çıkar, yoksa tavuk mu)'yu andırmıyor mu?

Öyle mutsuz bir toplum olduk ki birbirimize günaydın diyemiyoruz, bir araya geldiğimizde hep olumsuz olaylar konuşuyoruz, biri bize nasılsın dese iyiyim demeye korkar olduk, işler nasıl deseler, derhal şikayet etmeye ve her şeyin kötü ve daha da kötüye gittiğini söylüyoruz, hastalıklarımızdan ve ölümlerden bahsediyoruz yani dostlarla da sohbetin güzelliği , keyfi kalmadı. Hep para olmadığından yakınıyoruz sanki bunu soran bizden para isteyecekmiş gibi. Aynen devam edin, neyi YOK diyorsanız, onu YOK etmeye devam edin, sürekli şikayet edip etrafa olumsuz ve zavallı görünerek her şeyinbereketini kaçırın, ayrıcada bu kadar mızırdanma sonunda dostlarınızı da kaçırdığınızı fark edeceksiniz. Sürekli param yok diyen insanlar paralarının bereketini öyle kaçırırlar ki bir gün gelir birde bakarlar gerçekten paraları bitmiş ama bu bitiş ani çıkan hesapta olmayan mecburi harcamalarda olabilir, sağlığa harcanması gereken miktarlar da olabilir. Hep hastayım diyen insanlar mutlaka hasta olurlar beyin şartlanmaya görsün hangi hastalıktan korkup, çağırıyorsanız size onu getirir. Allah zaten verilen nimetlere şükretmesini bilmeyen kullarından bu nimetleri bir müddet sonra almaya başlar. Çevrenize bakın örneklerini çok göreceksiniz.

Gelin bundan sonra Nasılsın diyenlere ÇOK İYİYİM ÇOK ŞÜKÜR demekle işe başlayın. Öyle bir toplum olduk ki karşımızdakini yargılamaktan sevmeye zaman bulamıyoruz. Oysa her yaşta sevgiye ihtiyacımız var. Sevgi sunulmazsa sevgi değildir. Neyi severseniz sevin ama içinizde yoğun sevgi duyguları olsun. Birisine sevginizi söylediğinizde hareketlerle bunu pekiştirdiğinizde ona öyle güzel bir enerji yollarsınız ki, onun mutluluğunun enerji şeklinde size geri dönüşünden aldığınız pozitifi başka hiçbir şeyde bulamazsınız.

Yeni bebeği olmuş bir anne eğer sıkıntıları varsa veya olumsuz bir kişiliğe sahipse lütfen en olumlu olduğunda bebeğini kucağına alıp onu çıplak tenine deydirsin. Eğer bebeklerinizin huzurlu ve sağlıklı bir bebek olmasını istiyorsanız onu sakin kavgasız gürültüsüz ve pozitif birortamda büyütmeye çalışın, Kızgınken, sinirliyken kucağınıza almamaya çalışın ve ona sınırsız sevginizi gösterin. Öpün koklayın ve bilin ki bu günler çok çabuk geçecek ve bilin ki çok çabuk büyüyorlar. Bazı anne ve babalar çocuklarını çok sevdikleri halde bunu ifade edemez ve gösteremezler. Neden ? Ne zaman göstereceksiniz? Allahın verdiği bu armağana sevgiyi en güzel şekilde göstermemiz bir şükür ve teşekkür değil mi ?

Beyin öyle bir güçtür ki , insan beyin gücünü kullanarak isterse kendini felç de edebilir, öldürebilir de, kanserini de yenebilir. Yeter ki beynini şartlandırabilsin. Beynimizde yaklaşık 13 milyar civarında sinir hücresi vardır. Her bir hücre yaklaşık 7.3 kilo voltluk enerji açığa çıkarır. Pratikte mümkün değil ama teorikte beyindeki tüm sinir hücrelerinin aynı anda enerjilerini saldığını varsayalım, yaklaşık 350 milyon kilo voltluk bir enerji açığa çıkar ki bu da büyük bir metropolün tüm elektrik ihtiyacını karşılayacak güce sahiptir. Size tıp kitaplarına girmiş bir olayı anlatmak istiyorum,"Et taşımaya yarayan soğutuculu bir tren, temizlenmek için bir istasyonda duruyor. İşçiler vagonları temizlemeye başlıyorlar, işçinin biri bir vagonu temizlerken diğer işçi o vagonu boş sanıp kapısını dışardan kilitliyor. Biraz sonra tren hareket ediyor ve bir durak sonra et almak üzere bir istasyonda duruyor. Kapalı kalan işçinin vagon kapısı açıldığında işçinindonarak öldüğü görülüyor. Fakat bir bakıyorlar ki, vagonun ısısı normal ısıda yani dondurucuya geçirilmemiş. Ama kapalı kalan işçi bunu bilmediği, donarak öleceğini sandığı için beyin aynen donmanın şartlarını hazırlayarak, donmanın tüm belirtilerek göstererek vücudunu buna uyduruyor... Yani beyninizi olumlu şeylere kanalize edin. Bazı insanlar vardır, hep konuşurken daha yaşasam 1-2 sene daha yaşarım diye konuşup sık sık bunutekrar ederler ve kendilerine adeta bir ölüm zamanı belirlerler. Ben bu laftan çok korkarım, eğer bunu inanarak söylerlerse beyinlerini öyle bir şartlarlar ki, öyle bir kurgularlar ki gerçekten dedikleri zamanda ölürler. Bu yüzden kaç yaşında olursanız olun hep bir hedefiniz ve hayalleriniz olsun ki uzun yaşayabilesiniz. İnsan hayal ettiği müddetçe yaşarmış. Ne doğru bir laf değil mi? Dün bitti. Dünün tekrarı yok aynı rüyalar gibi. Yarın, hiç bilmiyoruz, iyi şeylerde olabilir kötü de... Ama şu anımı biliyorum, ayağım kırık bu yazıyı yazıyorum ama eşim yanımda çocuklarım sağ ve ben bu yüzden dünyanın en mutlu insanıyım ve yarınımı da bilmediğim için bu anımı en iyi, en keyifli ve en pozitif şekilde değerlendiririm. Bilmediğim bir geleceği düşünerek de bu anımı zehir edemem.

Siz de böyle yapın ve hayatınızı birbirine karıştırmamak kaydıyla 3'e bölün. Dün, bugün, yarın diye... Biz ani stresleri çok severiz. Çünki ani streste vücutta Adrenokortikotrop hormon (ACTH) artar ve hafıza, algılama, enerji süper olur. Yani bu hormon strese karşı vücudun bir sigortasıdır. Ama siz bu stresi kısır döngüye çevirirseniz yani sürekli beyninizde kurarsanız, hep bunu düşünürseniz, gelen olumlu şeylerin hepsi geri gider. Yani unutkanlıklar, enerji kayıpları, isteksizlikler, migren, mide-bağırsak şikayetleri, uykusuzluklar, beyin tümörleri, tansiyon iniş-çıkışları, vücudun muhtelif yerlerinde uyuşmalar, mutsuzluk, hatta depresyon ,kalple ilgili şikayetler ve kansere zemin hazırlamış olursunuz. Bunları kendinize niye reva göreceksiniz ki ?Akıllı, kontrollü ve olumlu olmak yeterli. Eğer büyük bir strese girdiyseniz kendinize hobiler bulun, yani kafanızı dağıtın. Başka işlere kanalize olun ki stres yaratan faktörün etkisi az alsın veya sevdiğiniz, sizi mutlu eden şeylerle uğraşın.
Bunları da yapamıyorsanız bol bol dua edin, duaların insanlarda yarattıkları mistik etki onların pozitiflenmesini sağlar."

20 Ekim 2009 Salı

Doğum günün kutlu olsun Bebeğim, Annen...


Sevgili Arkadaşlarım,

Herbirinize ayrı ayrı değerli yorumlarınızla geçmiş olsun dileklerinde bulunduğunuz ve sevincimi paylaştığınız için teşekkür ederim. Dostluk; sevinçler, üzüntüler, mutluluklar, başarılar, başarısızlıklar, hayatın tüm heyecanını paylaşmak değil midir, uzakta olsa?

Bu hafta ki haberlere gelince;

Artık yerini ufak öksürüklere bırakan bronşitimi moralimi yüksek tutarak pek önemsemiyorum.
İyileşme sürecine girdi Allahın izniyle geçecek... Dün doktora kontrole gittiğimde ilaçlara devam etmemi söyledi ve öksürük ilacımı değiştirdi. Daha soft ama etkili bir şurup verdi. Adı Prospan, bitkisel bir ürün ama işe yarıyor, tavsiye ederim.

Asıl paylaşmak istediğimse bugün kızımın doğum günü; 48 saatlik hastane maratonu yaşayıp, hemşire ve doktorlar tarafından zorla doğuma alındığım gün... 1997 saat 16,20'de Prensesim kollarımdaydı. O an hiç gözümün önünden gitmez; minicik elleriyle serçe parmağımı kavramıştı yavrum... Nasıl da geçiyor zaman; babam derdi ki siz büyüdükçe ben yaşlandığımı anlıyorum. Gerçekten de öyle oluyormuş, insan daha bir yaşının ilerlediğini farkediyormuş. Doğum anından itibaren önem sırası değişiyor hayatta; önce yavrum diyorsun. Allah'a çok şükür, binlerce şükür, seni Yaradan'a, güzel bebeğimm...
Yüce Rabbim sağlıklı, mutlu, başarılarla ve sevgiyle dolu uzun ömürler versin Hilal'ciğime MAŞAALLAH BAREKALLAH. Mürüvvetini, başarılarını, daha nice yaş günlerini görmemizi nasip etsin bizlere de inşallah.(Amin)

Fotoğrafta geçen sene ki doğum günü soframız bulunuyor. Sınıfından arkadaşları ve bazı akrabalarımızın çocukları misafirimizdi. Hafta sonu olsun diye 2 gün erken yapmıştık; Eğlendiler, pasta kestiler, oyun oynayıp dans ettiler. Koca 1 yıl daha su gibi akıp geçti. Bu sene doğum günü için tam olarak karar veremedik yine evde mi yapsak yoksa arkadaşlarıyla beraber bir eğlence merkezine falan mı gitsek diye.. İstediği eğlence merkezi de Cevahir'de ki Atlantis:)) Geçen sene okulla gitmişlerdi çok eğlenmişlerdi diye illa benim götürmemi istiyor. Bunun için vakit olmadığını ve arkadaşlarının sorumluluğunu alamayacağım bir yer olduğunu söyleyince hak verdi. Belki bir fast food zincirine gidebiliriz sahilde deyince sevindi yavrum. Fakat şunu biliyorum birazcık erteleyebiliriz arkadaşlarıyla yapacağımız programı, yoğunluk sebebiyle... Bugünü ise hafta içine denk geldiğinden ailecek kutlamak daha uygun dedi babası; neyse ki kızımda kabul etti. Önemli olan bir arada olup, hatırlanmak... Bu düşüncemizi çocuklarımıza yansıtabiliyorsak, zaten sorun çıkmıyor. Aksi halde şımarıklaşıp, doğum günü kutlamalarını bir zorunluluk gibi gören, hediye pazarlığı yapmaya bile kalkan çocuklar çıkabilir ki, aman haaa! Hemen güzel bir dille anlatmak gerekiyor. Doğru olanı küçükken öğrenince, aşırıya kaçmanın hoş olmadığınıda anlamış oluyorlar.

Bizim çocukluğumuzda balonlarımız, üfleyip dilek tutacağımız güzel bir pastamız ve sevdiklerimiz de yanımızda olunca mutluluktan uçardık, hediye adında kimse bir şey beklemezdi o günden... Bazen akıllarına gelip almışlarsa büyük bir lüks sayıp, minnet duyardık.
Şimdi ise ben dahil bütün anneler yavrularına hediye almaya çabalıyorlar. Zamane şartları denilebilir belki ama bunun içinde bir önerim var mümkün olduğunca ihtiyacı olan şeyleri almaya çalışın. Örneğin güzel bir eşofman takımı veya kitap veya ayakkabı... yani oyuncak değil, abartılı şeyler hiç değil. Hatta sevdiği bir filmi izlemek için sinema bileti de olabilir ne dersiniz?

Cümlemizin çocuğunu Allah korusun, Allah'a emanet, sağlıklı hayırlı evlatlar olsunlar İNŞALLAH. Biz annelerin duaları yavrularına bitmez arkadaşlar, hepsini kabul olunanlardan eylesin Yüce Rabbim.

Sevdiklerinizle mutlu günler, selamlar:))

16 Ekim 2009 Cuma

Yaşasın Annem geldi:)) Şükür kavuşturana...


Çocuklar gibi heyecanlıyım, sevinçliyim; akşam olsa da gitsem diye bakıyorum desem daha doğru:)) Onun için hala büyümediğimi biliyorum. Son zamanlarda o kadar çok özlemiştim ki günde iki üç kez konuşur olmuştuk hasretten...

Canım Annecim Temmuz sonundan beri memleketindeydi. Ne kadar uzun zaman olmuş... Şimdi sarılma ve kucaklaşma vakti; paylaşacak bir sürü şey var...

Hani daha önce demiştim ya; yeter ki sonunda kavuşmak olsun diye Allah'a şükür kavuştuk sağlıcakla... Yüce Rabbim kalıcı ayrılık vermesin, herkesi sevdikleriyle kucaklaştırsın. Babacığımın da mekanı cennet olsun inşallah. (Amin)
Beni sorarsanız; bugün biraz daha iyi hissediyorum kendimi, ısrarla akciğer grafisi çekilmem gerektiğini söyleyen eşime inat bugün düne göre çok daha iyiyim diyerek annemi görmek için sabırsızlandığımı herkese açıkça yansıtıyorum diyebilirim.
Neden mi? a) Akşam yemeğe annemde olabilmenin verdiği mutluluktan b)Bitaneciğime kavuşmanın verdiği heyecandan c) Torunu da çok özlemişti; hatta aklı fikri getireceği hediyedeydi, onun da sevinçten uçmasından d) Bir sürü sebebi var; sınırı yok ki pozitif enerji etkisinin... e) HEPSİ:))
Moralimin yüksek olmasına bağlı olarak ilaçlar bugün daha bir fazla iyileştirici etki sağlamıştır kimbilir:)) Evde beni bekleyen annem ve anneannemin emek emek yaptığı mis gibi memleket kokan ürünleri düşündükçe öksürük falan da azaldı sanki kızlar gerçekten:)) Aslında anneme geçmesin diye biraz uzak durabilirim fakat günlerdir herkesten izole yaşamanın verdiği sıkıntıyla hoşgeldin derken yanacığına yapışıpta kalabilirim, bilmiyorum:))) Şaka... şaka...
Gönlü zengin Annecim, bal da getirmiş bize yavrularını düşünüp ne güzel ; Fatmacığımın bıldırcın yumurtalı ballı süt tarifini hemen yapıp içince bir şeyciğim kalmaz diye düşünüyorum.

Sizlere bu güzel haberi vermek, neşe dolu bir hafta sonu dilemek istedim sevdiklerinizle...
Sağlıcakla kalın:))


14 Ekim 2009 Çarşamba

Önce Can, Sonra Canan...


Geçen haftadan beri hala iyileşebilmiş değilim. Pazar akşamı eşim ve kızım evde çok sıkıldıkları için Anadolu Kavağı'na balık yemeğe gittik. Hava da güzeldi, boğaz manzarası falan iyi gelir gezeriz diye düşünerek... Evet çok iyi geldi bendenize de, evde oturmaktan sıkılan bizimkilere de... Gel gelelim ki; yorgunluk ve tam toparlanamayan bünyeme terleyipte üzerimde soğuk soğuk kuruyunca temiz havada iyice bir çarpmış olacak ki, pazartesi işe zor gelmiştim. Cumartesi günü hapşırmaktan, burnumu silmekten başımı kaldıracak hal bulamazken Pazar akşamı azıcık iyi gibiyim, ailecek bir keyif yapalım deyip büsbütün şifayı kapmıştım. Üzerine booool boolll öksürük eklenmişti üstelik:((

Kendi çapımda biraz öksürük şurubu içtim devam eden grip haplarımı aldım falan... Ama nafile bütün gece boyunca öksürmekten baygınlık geçirdim diyebilirim.
Dolayısıyla ne ben ne evdekiler uyku uyuyabildik. Salı sabahı eşim; "Kesinlikle işe gitmiyorsun, bronşite çevirdi herhalde hemen doktora görünmelisin!" dedi ve çıktı gitti. Ben hastaneye gittim direk dahiliye doktoruna; sırtımı göğsümü dinledi. Halsizliğimin olduğunu önce nezleyle başlayıp ağır bir griple devam ettiğini Pazar gecesi ve Pazt. çok yoğun öksürük yüzünden uyuyamadığımı söyledim. Bunları anlatırken de nefes nefese yorgun ve bitkin bir şekildeyim yalnız... Dr.;"Ciğerlerinize inmiş Bronşit'siniz, aslında serum takmamız gerek ama işe gitmek için sanırım aceleniz varmış yoksa raporda yazabilirim" dedi. Yok siz bana gerekli ilaçları yazın çok yoğun işler bu ara, ben gideyim dedim. 2 adet 625 mlg'lık antibiyotik, Nac 600, Otrivine Sprey yazıp başım çok ağrırsa ağrı kesici almamı yediklerime dikkat etmemi söyledi. 3-4 gün sonra göğsümdeki hırıltı ve öksürük devam ederse durumun takibi için akciğer grafisi çekilmem gerektiğini de ekledi. Yani yine eşim haklı çıktı günlerdir doktora gitmeyi reddeden ben bronşit olmuşum; "cahil insanlar bile azıcık bir yerleri ağrısa doktora giderken sen neden kendini bu kadar ihmal ediyorsun anlamıyorum" diye de söylendi. Haklı aslında koşturmacalardan kendimi hep unutuyorum, hep bir telaş, bitirilmesi gereken şeyler var. Allah güç kuvvet versin buna da şükür tabii ama biraz daha dikkat etmek lazım galiba can sağlığına, yoksa farkında olmadan vücut isyan ediyor, Allah korusun.

Bir torba ilacı eczaneden alıp işe geldiğimde üstüne iki antibiyotiği de içtiğimde herhalde çok ağır geldi ki; neredeyse işyerinde bayılıyordum elimdeki çaylar falan döküldü masalara yüzümü yıkadım. Arkadaşlar ne yapacağını şaşırdı, ya antibiyotikler bir anda ağır geldi ya da tansiyonum düşmüştü o sırada; biraz hava aldım da kendime geldim. Doktora niye iki antibiyotik dedim bronşit bayağı ilerlemiş riske atmamak için dedi. Ahh Ahh böyle kötüleyene kadar nerelerdeydim yaa, gerçekten kızıyorum kendime...

Siz siz olun tam grip mevsimine girmişken kendinizi ve sevdiklerinizi vitamin takviyeleriyle koruyun. Vücudunuzun sesine kulak verin, mutlaka doktora gidin arkadaşlar. Uçaklarda hostesler ne diyorlar herhangi bir olağanüstü durumda maskenizi önce kendinize sonra çocuğunuza takın. Size bir şey olursa çocuğunuz için zaten bir şey yapamazsınız ana temasıyla...
Sağlığımıza önem vermekte bu misal işte... Sevdiklerimizle uzun, sağlıklı ömürlerimiz olsun inşallah, sevgiler:))

9 Ekim 2009 Cuma


Bugün ne yorucu bir gündü... Gözlerim 5'ten sonra uyumak istiyoruuuum dercesine, neredeyse kapanıyordu. Hafiften bir bıkkınlık vardı üstümde, koltuğumda bir an neredeyse uyuyasım geldi, hemde bilgisayara baka baka:)) Hemen kendimi toparlayabildim neyse ki... İşler bekliyor malum.

Sanki bütün haftanın yorgunluğu son iki saatte daha bir çekilmez oluyor işte; daha bi akşam olsun diye sabırsızlanıyor insan. Hoş benim hafta sonlarımda pek farklı geçmiyor, hep koşturmaca, telaş ama olsun adı hafta sonu daha bi keyif verici geliyor işte:))

Son yarım saattirse akşam menüsünü düşündüm durdum ve sonunda karar verdim. Kıymalı yeşil mercimek yemeği, tereyağlı köy eriştesi, domates soslu patates, biber kızartması ve yoğurt. Çayın yanına da güseeeeell bir peynirli börek.. Eh bu yorgunluğa bu kadarı yeter di mi?

Sonbaharın vermiş olduğu bir halsizlik midir nedir hiç keyfim yok, kedi gibiyim; miskin ama sevimli:))) Gribim yavaş yavaş geçiyor olsa da yüzüm yine solgun gibi... İnşallah hafta sonu azıcıkta olsa dinlenip toparlanırım diyorum.

Şimdilik herkese iyi tatiller, sağlıcakla kalın:)))

8 Ekim 2009 Perşembe

"Aşkı katletmek..." Ne kadar da uyumlu ifade edilmiş değil mi?

Bazı kitaplar vardır,
Kapağını açmadan içinde ne bulacağını anlarsın.
Çünkü; Kitaba adını veren o afilli söz sana hiç yabancı gelmez.
Aslında hiç okumadığın,
Binlerce belkide onbinlerce kitap seni anlatır.
Sense yaşadığın fırtınalı beraberliklerin,
Sancılı ayrılıkların,
Sadece seni bulduğunu düşünüp,
Hokkalı küfürler yağdırırsın kaderine.
Bunları haketmediğini tekrarlayıp durursun beyninde.
Sevdiği halde ayrılan,
Terkedilen,
Hayatı kalabalık yalnızlıklara gömülen sadece senmissin gibi davranırsın kendine.
Hayatı yaşanır kılmak için,
Bazen şarkılara,
Bazen şiirlere sığınırsın.
Kendi hayatından birşeyler bulduğun şarkıları,
şiirleri alırsın listene.
Okuduğunda yada dinlediğinde göz pınarlarını sancıtan dizeleri kazırsın beynine.
İşte o an tek birşey dilersin.
İçinde kısım kısım sancılar oluşturan sözleri,
Seni bu hale getiren kişiye dinletmek istersin.
Çektiğinin yarısını onada yüklemek istersin.
Ama hiç bir zaman kabul olmayacak bir dilektir bu.
Bilirsin...
Çünkü; Senin beyninde fırtınalar koparan cümleler,
Seni bırakıp giden için hiç birşey ifade etmez.
Çünkü; Sana anlamlı gelen herşey ona anlamsız geldiği için bırakıp gitmiştir seni.
Çünkü; Sevmek hiç bir zaman tek başına yetmemiştir.
Sevilen hep daha fazlasını istediği ve alamadığı için terketmiş,
Seven verdiğinden daha fazlasını alamadığı için yetinememiştir.
Bundandır gidenleri hep özleyişi, bekleyişi...
Ve çünkü;
Sevende, sevilende hep aç gözlülüğünden
Aşkı Katletmiştir!

7 Ekim 2009 Çarşamba

Hayatımızda hep güzel sürprizlerin olması dileğiyle; sağlıklı, mutlu günler...


Öncelikle nerden çıktı bu resim demişsinizdir herhalde. Ne kadarda ucube, resmen otların arasında ot gibi duruyor, çok yakından bakılmasa zaten gözükmüyor da hain... Biraz inceledim de yakından; meğerse çok eski zamanda bir elektirik direğinin kalıntısı olduğuna karar verdim. Hikayesine gelince;

Dün öğlen yemeğinde okullar tatil olduğu için kızımın yanına gittim evden alıp dışarda biraz hava alsın yemek yesin diye düşünerek... Aslında rahatsızım ama anneler önce çocuklarını düşündüğünden soluğu kızımın yanında aldım. Öğle yemeğinden önce okulun ısrarla istediği Yamaha flütü aradık anlam veremediğim şekilde kırtasiyelerde... Neymiş efendim geçen sene aldığımız ve bizim zamanımızda da pek bir aranılan Helvacıoğlu marka flütü bu sene MEB önermemiş, illa Yamaha marka olacak diye bütün velilere yapılan bu eziyet nedir? Doğrusu ben çözemedim, o kadar saçma ki! Neyse güzel bir öğle yemeğinden sonra kızımı eve bırakıp, apartmandaki geleni gideni kontrol eden bön bön bakan gözlerin takibinden sonra işyerine geldim ve aracımı parkederken enteresan bir ses geldi, ne göreyim sağ ön teker otların arasına gizlenmiş bir demir parçası yüzünden resmen parçalanmış ve sönmüş. Göze bakar mısınız yaaa? İnsanların çoğu kıskanç, neler neler kuruyorlar gördüklerine duyduklarına dayanıp kendi kafalarından anlamıyorum artık kimseyi... Yeri geliyor sevincini bile paylaşamıyorsun çevrendekilerle, o derece gizli kıskaçlık var insanların içinde, kıyaslama ve haset içindeler sanki bazıları... Yicek gibi bakıyorlar adama, durduk yerde olan ortada işte. Bu sadece bir örnek, Allah daha beterinden saklasın. (Amin) Tam da kimin gözü varsa gözü çıksın deme modundayım yani....
Konuya dönecek olursam daha önce hiç lastik parçalamadığıma göre 30 sn falan bakakaldım lastiğin haline, yakınıma Tan Club'dan bir bey geldi "çocuklara harçlık verirsiniz hemen stepneyle değiştirsinler, sonra yenisini alıp bir lastikçide taktırırsınız, bu artık işe yaramaz çöp olmuş" dedi. Hemen ne yapsam diye hızlıca düşünüp hiç panik olmadan direk Anadolu Sigorta'yı aradım 15 dakika içinde bir çekici gönderdiler ve en yakın servise teslim ettiler. Bugün, servisten arayıp aracımın lastiğininin kaskodan değiştirildiğini 3 gibi teslim edeceklerini söylediler. Allah'a çok şükür, sorun yok...

Bunu niye anlattım derseniz; 1.si Nazara inanın; Allah kem gözlerden korusun, Allaha emanet diyerek her işinize başlamayı unutmayın. Emin olmadığınız kişilere herşeyi anlatmayın.
2.si Bir bayan için hiç beklemediği anda aracının lastiğinin patlaması çok can sıkıcı ama kaskosu varsa hiç korkmanıza veya eşinizi aramanıza gerek yok direk sigorta firmanızı arayın, başka bir şeye gerek kalmıyor. Çekici çok kısa sürede yanınızda, servisinizde olayı çözüyor, dert etmeyin.

3.sü kaskonuzu yaptırırken lastik yenileme klozunu eklemenin faydalarını sakın atlamayın derim:)))

Bu arada inanılmaz derecede grip oldum, nasıl kaptım bilmiyorum doğrusu... Şimdi de evdekilere bulaştırmayayım diye panik olup duruyorum. Bir boğaz ağrısıyla başladı, şıp şıp akan burun akıntısından sonra aksırık tıksırık ve beraberinde öksürükle devam ediyor... Aman kendimize ve yavrularımıza dikkat edelim ilaç kullanılsa bile bayağı zor geçiyor bu meret:(( Biraz araştırdım bu dönemde bağışıklık sistemimizi kuvvetlendirici besinlerin ne olduğunu, çok faydalı bir site; siz de bir inceleyin istedim. Selamlar:)))





5 Ekim 2009 Pazartesi

Öfkeliyim, üzgünüm, herşey için kaygılıyım ama bunu yenmeliyim!..


Üzüntüyü Bırak Yaşamaya Bak
ALINTIDIR.
Yazarı: Dale CARNEGİE
Yayınevi: Deniz Kitaplar Yayınevi
——————————————–
I.BÖLÜM:

‘Sorun Sızdırmayan Bölmelerde Yaşayın’ Başlığının kullanıldığı bölüm:

Burada 1871’yılının baharında Montreal Hastanesi’nde stajyer tıp öğrencisi olan ve geleceğini, bir de nasıl para kazanacağını düşünüp üzülen ve daha sonra 11 kelimelik bir sözcüğü okuduktan sonra üzülmeyi bırakıp kendi adına belirlediği amaç doğrultusunda yapması gerekenlere çalışan William Osler’in hayatı ve ünlü bir doktor oluşunu anlatır.
Osler daha genç ve yalnız bir öğrenci iken nasıl hayatta yaşayacağını ve zengin olacağını düşünerek çok üzülür ve hayatını kaosa sokar. Bu arada 11 kelimelik şu cümleyi bir kitapta okuyunca onun hayatı değişir. Devrinin en iyi doktoru olur. Ve öldükten sonra hayatı iki ciltlik bir eserde yayınlanır.

Bu sihirli söz:

‘Asıl görevimiz uzaktaki belirsiz şeylerle uğraşmak değil elimizdeki belli olanla ilgilenmektir’. Sözüdür.
Osler bu sözün etkisinde kalarak geçmiş hatalarını ve kötü olayları unutup geleceğe bakmıştır. Ayrıca gelecekle ilgili tüm korku ve endişelerini bırakmıştır. Böylece kendi deyimiyle ‘Sorun sızdırmayan bölmeler’ oluşturmuştur. Ve kendi anını, hayatın bulunduğu anı yaşamaya ve elindeki imkanları değerlendirmeye çalışmıştır. Bu teknikle Osler genç bir asistanken, Oxford Üniversitesi Tıp Profesörü olmuş, Britanya Kralı ona şövalye ünvanı vermiştir.

Bu konuda Said Nursi hazretleri: ‘Sabrınızı geçmiş ve geleceğe dağıtmayın’ demektedir. Şeytan insana gelecekte yapacağı işleri çok göstererek sanki onların hepsini o anda yapacakmış gibi bir ruh sıkıntısı vermektedir. Bundan dolayı geçmiş ve gelecek, insan olarak bizi ilgilendirir. Fakat daha gelecek gelmemiş; geçmiş ise bitmiştir. Bizim için önemli olan şimdiki andır. Onu değerlendirirsek, başarıya ulaşırız.
II.BÖLÜM
Herhangi bir kötü olay karşısında insanın üzüntüsünü nasıl yenmesi gerektiği Amerikalı ünlü işadamı ve aynı zamanda Cornegie’nin öğrencileri olan bu kişilerin hayatlarından örnekler verilerek anlatılır.

Herhangi bir üzüntüden kurtulmanın sihirli yöntemini bu sefer işadamı Willies Carrier’in hayatından anlatacaktır. Bu kişi hava soğutma sisteminin mucidi ve şu andaki Carrier Klimaları’nı üreten şirketin sahibidir.

Carrier bir şirkette çalışmaktadır. Burada kendisinden gaz temizleme sistemi kurmasını isterler ve bunun maliyeti şirketin neredeyse yarı fiyatıdır. Ama başarılı olursa karlı bir iştir. Carrier bu sistemi uygulamaya başladı. Fakat başarısız oldu. Hem şirket çok büyük kayba uğradı. Hem de kendi kariyeri sıfırlandı. O, buna çok üzülmüş bir şekilde, yerinden kımıldayamıyordu. Bu ortamdayken üzüntüyle hiçbir yere varamayacağını anlayarak üç basamaktan ibaret olan şu yöntemi uyguladı.

1-Olayı inceleyip, en kötü olasılık nedir? Bunu araştırmak.
2-Gerekirse bu en kötü olasılığa hazırlanmak.
3-Sonra sakince zararı azaltmanın yollarını aramak.
Bu yöntemle işe eğilen Carrier 20.000 Dolar zarar yerine 15.000 dolar kar elde etti.

III.BÖLÜM

Üzüntü size ne getirir?

Yazar, ‘İşadamları ve yöneticiler işlerinden ve kişilerden dolayı çok üzülmekte ve bunun etkisiyle genç yaşta ölmektedirler’ diye yorum yapmaktadır.

Mayo Clinic’den doktor Alvarez, ülser ağrılarının sinirsel gerilimin şiddetine göre arttığını ve azaldığını söylemektedir.

Platon, doktorların en büyük hatasının hastaları ile ruhsal ve fiziksel olarak ilgilenmeleri olduğunu söyler. Platon’a göre ruh ve beden bir bütündür.

Carnegie tıp biliminin gerçeği kabul etmek için iki bin yıl beklemesi gerektiğini ve buna bağlı olarak da ‘Psikosomatik’ adlı hem ruhsal, hem bedensel tedavi biliminin yeni geliştiğini söylüyor.
Montaigne, Bordeaux’ya belediye başkanı seçildiğinde ‘sorunlarınızı ciğerlerimle değil ellerimle çözeceğim’ demişti.

Cornell Üniversitesi Tıp doktorlarından Russel Lecid eklem hastalıklarının sebebini şöyle açıklıyordu:

1-Ailede geçimsizlik
2-Para sıkıntısının getirdiği üzüntü
3-Yanlızlık ve sıkıntı
4-öfke.

Çin Derebeyleri tutsak aldıkları düşman askerlerinin ellerini ve ayaklarını bağlayarak bir su fıçısının altına koyarlar, oradan bir delik açarak, tutsağın başına küçük su damlacıkları bırakırlar ve tutsağı çıldırtana kadar bunlar devam ederlermiş.

Doktor A. Carrel ise:
‘Modern şehirlerin kargaşası içinde kendini rahatlatabilen insan sinir hastalıklarına karşı aşılanmış sayılır’ diyor.

Carnegie üzüntü, stres ve iç sıkıntısının verdiği maddi ve manevi tesirin önlenmesi için yukarıdaki örnekler gibi yaşanmış olaylardan örnekler vererek insanın kendini üzüntü kurbanı yapmaması gerektiğini söyler.

Yazar, yaşam ve olaylar karşısında insanoğlunun üzülüp, bunalıma girmesi gibi kötü sonuçların önlenmesi için örnekleri Amerika’da yaşayan ve Hristiyan olup inancı yarım olan insanlar üzerinde durmaktadır.

Halbuki Müslüman olan bir insan Allah’a inanmış, tam tevekkül etmiş ve kainattaki tüm olayların Allah’ın kudretinde olduğuna inanmaktadır. Bir sineği O (c.c.)’nun yarattığı gibi, koca bir Güneş’i de O (c.c.) yaratmıştır. Dolayısıyla herşeyde Allah’ın ve kaderin payı vardır.

IV.BÖLÜM

Üzüntü veren sorunları nasıl çözebiliriz?

Sorunları çözmenin üç ana yöntemini öğrenerek her türlü üzüntüyle savaşabiliriz.
1-Olayı ve özelliğini kavramak
2-Olayı ve özelliğini çözümlemek
3-Bir karara varıp ona göre hareket etmek.

Yazar bu kurallarla üzüntüye ve strese girmiş bir insanın, ondan kurtulmak için önce olayı incelemesi ve daha sonra çözüm kurallarını gerçekleştirmesi gerektiğini söyler. Örneklerle ve yaşanmış olaylarla buna örnek gösterir.

Andre Maurois: ‘Kişisel isteklerimize uyan herşey gerçek gibi görünür; uymayan ise bizi öfkelendirir’ demektedir.

V.BÖLÜM

İşinizle ilgili sorunların verdiği üzüntünün yarısını yok etmenin yolu

Carnegie, ‘Sizin üzülmenize sebep olan olayı inceleyerek bir kağıt, kalem alın ve şu soruların cevaplarını yazın’ der:

1-Sorunu inceleyin. Colombia Üniversite dekanı Hawkes’in şu sözünü hatırlatarak, ‘Üzüntünün yarısı, sorunu yeterince anlamadan çözmeye çalışmaktan kaynaklanır’ demektedir.
2-Elde ettiğiniz bilgileri yeterince inceledikten sonra karar verin.
3- Kararınızı verince hemen harekete geçin. Olası sonuçları düşünüp kuşkuya kapılmayın.
4-Eğer uygulamada herhangi bir kuşku oluşursa şu soruları cevaplayın:
a-Sorun nedir?
b-Sorunun nedenleri nelerdir?
c-Olası çözüm yolları nelerdir?
d-Sizin öğrendiğiniz en iyi çözüm yolu nedir?

VI.BÖLÜM

Üzüntüyü kafanızdan çıkarmanın yolları

Üzüntüye zaman kalmıyor. II.Dünya savaşının en kızgın zamanında Churchill günde 18 saat çalışırken üzerine aldığı sorumluluktan dolayı üzülüp, üzülmediği sorulunca ‘fazla meşgulüm, üzülmeye zamanım kalmıyor’ cevabını vermişti.
Doktor Cabott ‘Üzüntünün en iyi ilacı çalışmaktır’ diyor. Öyleyse üzüntüyü yenmenin birinci kuralı ‘Boş kalmayın acı sizi yutmadan eyleme başlayın’

VII.BÖLÜM

Kuruntuya kapılmayın.

En korkunç felaketlere göğüs gereriz fakat parmağımızın ağrıması gibi küçük şeylere yeniliriz.
Harry Vane’nin başının kesilmesi sırasında giyotinin bulunduğu platforma çıkınca cellattan bıçağı, ensesindeki çıbana dokundurmamasını istemişti. Dolayısıyla küçük sorunların yaşamımızı zehir etmesine izin vermemeliyiz. Unutmamak gerekir ki yaşam küçük şeylerle uğraşmaya değmeyecek kadar kısadır.

VIII. BÖLÜM

Üzüntülerinizin önemli bir bölümünü yok edecek bir yasa:

Olaylar karşısında sakin, dikkatli ve hoşgörülü olmak gerekir. Sinirlenildiği zaman telaşlanma olayını bir kez ayrıntıları ile düşünelim. Niçin üzülüyorsun?
Üzüntüyü yenecek diğer kural ‘Kayıtlara bakalım, sonra soralım kendimize’ olasılıklar yasasına göre beni üzen olasılığın gerçekleşme olasılığı nedir.

IX.BÖLÜM

Kaçınılmaz olan şeylerle işbirliği yapın.

Hepimiz yıllarca hoş olmayan birçok durumla karşılaşırız. Bunlar başka türlü olamaz. Önümüzde iki seçenek var: Ya onları zorunlu diye kabul edip alışacağız ya da isyan edip yaşamımızı zehir edeceğiz.

William James: ‘Öyle olmasını kabullenin, olayları kabullenmek, hoş olmayan sonuçları önlemeye doğru atılan ilk adımdır’.

Epiktetos dokuz yüzyıl önce ‘Mutluluğun tek bir yolu vardır. O da irademizin gücünden üstün olan şeylere üzülmekten vazgeçmektir’ demiştir.

CARNEGİE bu bölümde yaşamış birçok örnek vererek ve Batıllı filozoflardan okuduğu kitaplardan öğrendiği hayatla ilgili fikirleri yazmıştır.

Müslümanlıkta Kader İnancı’nın bir nevi açıklamasını yapmaktadır. Tevekkül eden, olaylar karşısında Allah’a sığınan insan mutlu olur. Hem de iki saadeti birden elde eder. Hem dünya, hem ahiret saadetini.

Böylece diğer kural; ‘Üzüntü sizi yenmeden siz onu yenmek isterseniz zorunlu şeylerle işbirliği yapın’

X.BÖLÜM

Kaygılarınıza ‘Dur’ demeyi bilin.

Bir olayın gerçek değerini saptayıp, ona göre davranmak, zihni rahatlığa kavuşturan en önemli etkenlerden biridir. Bunun için, ‘Üzülmeye neden olan şeyin gerçek değeri nedir? Ve bu olaya ne zamana kadar üzülmeliyim?’ Bu soruları cevaplayarak üzüntünün insanın hayatını mahvetmesine izin vermemek gerekir.

XI. BÖLÜM

Talaş biçmeye çalışmayın’.

Geçmişte meydana gelen olaylar, bitmiştir. Bugün artık onların tesirinde kalmanın hiç bir olumlu tesiri olmayacaktır. Yani ‘Talaş biçilmez’. Çünkü daha önce biçilmiştir. Geçmiş de öyledir. Olmuş bitmiş şeylere üzülmeye başlamak talaş biçmeye uğraşmak gibidir.
Onun için insanların gözyaşlarını boş yere dökmesinin gereği yoktur. Tabii ki hepimizin yanlışı, kabahati olmuştur. Olsun! Kim yanlışlık yapmamış ki Napoleon bile önemli savaşlarının üçde birini kaybetmiştir. Belki bizim yanlışlarımız Onunkinden daha kötü değildir.
XII.BÖLÜM
İnsanın huzur ve mutluluk getirecek ruhsal ve zihinsel yapıya ulaşması gerekir. Bunun için de insan kendini devamlı mutlu kılmalıdır. Yoksa hem yaptığı işte, hem de insanlarla arasındaki ilişkilerde başarısız olur.

XIII.BÖLÜM

‘Kin tutmanın büyük bedeli’

Shakespeare: ‘Düşmanınız için öyle çok kızdırmayın ocağı. Çünkü o ocak sizi yakacaktır’ demektedir. Yani kin tutan ve nefret eden insana bunların çok zararı vardır. Bunun için. ‘Düşmanlarımıza kin beslemeyelim. Aksi halde onlar verdiğimiz zarardan fazlasını kendimize veririz.

‘Sevmediğiniz insanları düşünmeye bir dakika bile harcamayın’.